Gazetecilik zor zamanlar yaşayan bir meslek. Suni teneffüsle yaşamaya çalışıyor diyebiliriz. Bunun farklı nedenleri var. Haber alma biçimleri değiştikçe malumat kaynakları farklılaşıyor.
Dikkat aralığı azaldıkça güzel bir yemek anlamına gelen eski usul gazetecilik yerine dikkat çekme tacirlerinin hızlı tüketilen içeriklerine kayıyor zihnimiz. Bu da haber merkezlerinde daralma ve muhabirlik mesleğinin giderek ajanslara has kalmasına yol açıyor. Kıdemli muhabirler ya iletişim sektöründe daha iyi şartlar sunan firmalarda çalışıyorlar ya da bağlı bulundukları medya kuruluşlarında köşe yazarı ya da yönetici olarak istihdam ediliyorlar. Yeni nesil gazetecilerin yanlarında pişebileceği gazeteciler neredeyse yok gibi. Eskiler bu yıkıcı fırtınanın içinde onurlarını koruyarak görevlerini tamamlamanın derdindeyken yeni nesil gazeteciler bilinmezliğin içinde yolculuk yapıyorlar. Oysa Washington Post’un efsanevi yayıncısı Philip L. Graham’ın özlü ifadesiyle: “Gazete tarihin ilk kaba taslağıdır.”
Hürriyet gazetesi kıdemli muhabirlerinden Gülden Aydın hayata gözlerini yumdu. Kendisi birçok kriz bölgesinde hakikati arayan bir gazeteci profiliydi. Görev yaptığı gazetenin ona sağladığı imkanlarla zorlu görevlere talip olmuş ve haberin peşinden koşmayı tercih etmişti. Röportajlarından birinde kullandığı alıntı dikkatimi çekmişti: “Tehlike gerçektir, korku tercih.” Gazetecilik korkuyu rafa kaldırması gereken bir meslektir. Hakikati kovalama gücü olmayanların mesleğe faydadan çok zararı olur. Hazzı sahada olmakta bulmayanların mesleğe getirecekleri daha çok kötü örnek olmaktır.
Gazetecilik mesleği, hakikat yolculuğunun arkadaşları yerine algoritmaların etrafında şekilleniyor. Dijital çağ bunu vazediyor. Ancak şunu itiraf etmek gerekir ki gazetecilik bir insan mesleğidir ve insani olmayan gazetecilik çabası bir gün buharlaşıp gidecektir. Özünde hakikatin soluğu olmadan yazdığımız tüm kelimeler, kurduğumuz tüm ifadeler günün sonunda buharlaşacaktır.
Gazete merkezlerinde adeta esaret yaşayan saha tozu yutmuş gazetecilerle görüştüğümde hepsi haberin değerinin olduğu günlerin özlemiyle yanıyor. Okurlar? Onlar da lezzetli yazılara incelemelere hasret görünüyor. Koskoca edebiyatımızın doğduğu gazetelerimiz artık kurumuş nehirlere döndü. Yaşayan muhabirler eksilirken aynı zamanda dil de vicdan da merak da suskunluğa giriyor.
Kıymetli düşüncelerin tabana yayıldığı bir gazetecilik anlayışı yerine yüzeysel olanın hükmünü sürdüğü başka bir gazetecilik evresine geçiyoruz. Bir meslek kendi meslektaşları eliyle ölüme terk ediliyor. Toplum adına diri tutulan merak, heyecan ve sorgulama da beraberinde sönüp gidiyor. Geriye sadece ağıt yakmak kalıyor.
Gülden Aydın’ın ölümüyle sadece bir gazeteciyi değil bir gazetecilik anlayışını yaşatmaya çalışanlardan birini de kaybetmiş olduk. Dileğim odur ki adını ve heyecanını yaşatmak üzere bir filme konu olsun ve ölümünden sonra da gerçek anlamda ilham vermeyi sürdürsün. Çünkü gazeteciliği içinde bulunduğu durudan çıkarabilecek olan toplum adına hakikatin peşinden koşma arzusudur. Bu, sadece gazeteciler için değil tüm toplum için gerekli. Zira hakikatin kelimelerini yitirdiğimiz bu garip dünyada ne kadar bağırırsak bağıralım birbirimizi duymak kabil değil.