Canını Allah yolunda feda eden kimsenin, cennet nimetlerine erişmesine Allah ve melekler tarafından şahitlik edilmesinden dolayı, "gören, tanıklık eden" anlamı ile birlikte kıyamet günü kendisinden Hz. Peygamber ile birlikte geçmiş ümmetler hakkında şahitlik etmesi isteneceği için ona "Şehit" denilir.
Kuran-ı Kerim’de 56 defa geçen “Şehit” kelimesi, tasavvufî anlamda da: Allah’ın cemâline şahit olma derecesine yükselme demektir.
Yani kimisi cennet ister, kimisi Cemalullah’ı ister. Bu öyle bir haktır ki, Allah yolunda hizmet için ölmek; bu da cemâli görmeyi hak ettiğini gösterir. O yüzden çok kıymetlidir, çünkü herkesin gönlünde aslında “Cennet” diye değerlendirdiği şey de “Cemalullah” tır.
Allah yolunda ve din, vatan, millet, kutsal bir amaç uğrunda savaşırken ölen kimseye Şehit denilir.
“Allah yolunda ölenlere ölü demeyiniz”. Bedir Şehitleri için nazil olmuş bu ayet, şehadeti anlatır. Şehadet aynı zamanda Allah aşkıyla ölen ve Allah’a kavuşmak isteği ile ölen kişinin zevkine de denir. Dolayısıyla kişi, bütün sevgilerden vazgeçip, gönlünü tamamen Allah’a raptettiği sırada öbür âleme göçerse, o da manevi anlamda “Şehit” sayılır, o da şehitlerin en kıymetlisidir, yani ölmeden önce ölme seviyesine erişir.
Şehitlerin, Allah indinde devamlı diri olarak kabul edilmesi, “Ölü demeyin, onlar diridir” denmesi; hayatta olanlar gibi olduğuna hükmeder. Bunların amellerinin sevabı kesilmez, çünkü bu kimselerin ölüm nedeni Allah’ın dinine yardım etmek, Allah için zafere kavuşmaktır.
Din, dünyada devam ettiği sürece onların da sevapları devam edecektir, çünkü onlar bu yolu gerçekleştirmişlerdir. “Siz fark edemezsiniz” diye Allah bizi uyarıyor, yani; onların hayattaki durumlarının nasıl olduğunu siz bilemezsiniz, çünkü onlar baştan aşağı ruh kesilmişlerdir, nefsaniyetle ilişkileri tamamen kesilmiştir, çünkü ezelî ve ebedî dirilik mana ehline nasip olan bir şeydir.
Yunus Emre’de bu manada: “Ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” diyor.
Tasavvufî anlamda ölmeden evvel ölmek; gidip diri diri mezara girmek değil, nefsani sıfatlardan temizlenmektir. On binlerce kitap okumuş bir âlim kişinin en olmadık bir sebeple canavar kesilmesine, bilgisi mani olmaz. Halbuki beri tarafta basit ama Allah sevgisi ve bilgisiyle yüklü bir kişi, o alimi utancından yerin dibine geçirecek bir insanlık örneği gösterir.
İşte görülüyor ki, bu tür insanlar manevi şehitlerdir. Gerek maddi gerekse manevi ölüm, Allah’ın has kulları ile duygu ve idrak ölçüleri gelişmemiş avam arasında büyük fark gösterir. Allah âşıkları için cismin fenâsı demek olan maddi ölüm de nefsin terbiye ve ıslahı demek olan manevi ölüm de hoş ve lezizdir.
Manevi ölüm onlara, nefislerinden geçtikleri ölçüde; beka ve devam âlemine gözlerini açıp, zevk ve şevk sonsuzluğu içinde ebedileşme sağlar. Ama olgunlaşmamış kimse için, ölüm neyle karşılaşacağını bilmediği için de korkulu bir direniş ve isteksizliktir.
Demek oluyor ki; manevi ölüm de maddi ölüm de, Allah için ve vatan için, Cemalullah’ı görmek ve ezelî ve ebedî dirilmek demektir.
Hz. Mevlana Mesnevi’de diyor ki;
· “İnsanlar, eğer Allah’la irtibatları artarsa, onlar öldürülecekleri zamanı bilirler ve koşa koşa giderler”
Bu, tam bugünü anlatıyor; koşa koşa giderler…
TRT de vazife gördüğüm zaman, Ankara’dan İstanbul’a dönüyordum. Bir hanım gördüm, elleri çok ağırdı, eşyalarını almak istedim;
· “Sen, televizyonda konuşan hanım mısın?” dedi bana,
o “Evet” dediğimde de,
· “Lütfen şunu anlat: Oğlum kırk gün önce şehit oldu. Şehit olmadan on gün önce evdeydi ve şunu dedi: Anneciğim, Kuşlar bile beni Allah’a davet ediyor, ben gidiyorum, haberin olsun”.
Bugün, Türk halkının o kadar büyük bir aşkla, o kadar büyük bir şevkle şehadete koşuşu da, onların ezelî nasipleri ile alakalıdır. İşin hakikati budur; herkes bilerek, isteyerek gider. Bunu anlamayan insanın akıl etmesi mümkün değildir, çünkü o idrakin ancak verildiği kişi gidebilir ve Kur’an’da da söylendiği gibi; bu ölümün arkasında neyi göreceğini bilen kişi ancak gidebilir. Ne mutlu şehit olmak isteyenlere, Allah bütün idrak sahiplerine şehadeti nasip etsin.