Johnny Depp hayranlarının onun popülerliğini kullanarak kendi kültürlerini korumak için "Antik Yunan efsânelerinin dağı" diye sâhip çıktığı Kazdağları üzerinde oynanan oyun "kapalı gişe" devam ederken, arka taraflarda başka şeyler oluyor.
Öncelikle Kurban Bayramı’mız tüm inananlara mübârek olsun. Allah yapılan ibâdetleri kabûl etsin. Ama ağız tadıyla bir bayram yaptığımızı söylemek kolay değil. Bir tarafta kullandığı otoyola küfrederek tâtile gidenler ve yine o tarafta küfrettiği iktidârın verdiği ikrâmiye ile keyif çatanlar var. Bu tarafta ise ümmet olma bilincini ülke sınırlarının ötesine götürüp insanlığa el uzatan yurdum insanları var. Aynı tarafta da kahraman Mehmetçik yaz-kış, bayram seyran demeden gözünü düşmandan ayırmayıp bize huzurlu bir vatan sunuyor.
Ama bu huzurdan rahatsız olanlar yok değil, hatta sayıları bir hayli fazla. Ruhsatı 2001 yılında verilip çalışmaya altı yıl önce başlayan altın mâdeni, nedense kış uykusundan uyanıp açlıktan etrafa saldıran ayılar gibi, bâzılarının dikkatini yeni çekti. Kesilen 13 bin ağacı, 135 bin yaptılar. Altın mâdeninin yeri ile ilgili rivâyet muhtelif. Çevre Bakanlığı kesilen ağaçların fazlasının dikildiğini söylese de, birilerinin kulağı sağır, gözü kör. İçki masasında, rakı sofrasında çevre kurtaranların keyfine diyecek yok.
Kazdağları olarak verilen yanlış adreste oynanan oyunu bir önceki yazımda yazmıştım. Ağaç, sâdece Ege ve Akdeniz’de olunca ağaç değildir. Çevre sorunu Karadeniz’de, Güney Doğu Anadolu’da, Trakya’da da vardır. Ama Cihangir tayfası oralara gitmediği için oraların ve oradaki ağaçların değeri yoktur. Siyâsî çalkantılar sebebiyle bitleri fazlasıyla kanlanmış olduğu için, mahalle serserileri gibi çatacak yer arıyorlar. Havalar serinleyince dâimî mahallelerine gelip akçeli işlerine geri dönüp her şeyi unutacaklar.
Bir önceki yazımdan sonra bâzı dostlarım ve okurlarım “peki ne yapmalı?” sorusuna cevap vermemi istediler. Özelden kısaca yazdıklarım oldu. Ancak mesele ne Kazdağları ne de çevre sorunu değildir. Biga Yarımadası, altın rezervleri açısından ülkemizin zengin yeraltı kaynaklarına sâhiptir. Çevreye zarar vermeyen gelişmiş bir yöntem bulunana kadar bu yöntem kullanılacak. Şimdiki yöntemin çevreye ve doğal hayâta zarar verdiği inkâr edilemez. Ama inşa edilmesi için milyonlarca ağacın kesildiği onlarca üniversite kampüsü bir tarafa, milyon dolarlık villalardan oluşan siteler, kuşların göç yolları üzerindeki gölleri kurutarak yapılan golf sahaları için ses etmeyenler, şimdi çıkıp “piyano çalıyorsa”, bunun adı en hafif ifâdelerle “ikiyüzlülük”, “omurgasızlık” ve “menfaatkârlık”tır. “İktidar partisi dünyânın en iyi şeyini yapsa bile itiraz etmek bizim görevimiz” diyen bir muhalefet anlayışı ile tartışmaya girmek zaman kaybıdır. Bu konuda en az on ağaç dikip büyütmeyen konuşmasa iyi olur. (Not: Benim diktiğim ağaç sayısı 100’den fazladır.)
Asıl mesele
Johnny Depp hayranlarının onun popülerliğini kullanarak kendi kültürlerini korumak için “Antik Yunan efsânelerinin dağı” diye sâhip çıktığı Kazdağları üzerinde oynanan oyun “kapalı gişe” devam ederken, arka taraflarda başka şeyler oluyor. Bizler de yüksek sesli “cambaza bak” çağrısına kayıtsız kalamadığımız için arka taraflarda dönen, telâfisi zor ve hatta imkânsız dolapları göremiyoruz. Kamuoyu olarak Fırat’ın doğusuna yapılacak askerî harekâtta ordumuza moral desteğini yeterince veremiyoruz. FETÖ ile mücâdele neredeyse unutulup gitti. 15 Temmuz’a tiyatro ve senaryo demek, suç kapsamından çıkartıldı. Dolar sanki beş yıl önceki seviyesine inmiş zannediyoruz. Doğu Akdeniz’deki sular hiç olmadığı kadar sıcak ve kış geldiğinde de soğumayacak. Gezi Parkı olayları sırasında da, IMF başkan yardımcısı Türkiye’ye gelip bâzı özel banka yöneticileriyle fâiz oranlarıyla ilgili görüşmüş ama hiç gündem olmamıştı.
Kazdağları’nda çevreci hassâsiyetler suistimâl edilip gündem yaratılırken, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde en çok ümit bağladığım Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki bâzı hareketlenmeler gözümüzden kaçıyor. Haber bültenlerinde yer bulamıyor. Yazlıkçı cemaatinin ise umurunda değil. Eğitim kalitemizin önce düzeltilip sonra da iyileştirilmesi ve geliştirilmesi konusunda umutvâr olduğumuz Millî Eğitim Bakanımız Prof.Dr. Ziya Selçuk, bakanlığın en önemli organı olan Tâlim ve Terbiye Kurulu başkanını değiştirdi. Alpaslan Durmuş’un yerine Burhanettin Dönmez geldi. Ziya Selçuk Hoca’ya bu köşeden defâlarca destek yazıları yazdım ve yapmak istedikleri konusunda sabırlı olmamızı söyledim. Ama son bir yılda yapılmayan bir şey yapıldı ve okulların açılmasına bir ay kadar bir süre varken bu değişiklik yapıldı. Hayrettin Karaman, konuya Yeni Şafak’taki köşesinde dikkat çekti. İki ismin sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden bir kıyaslama yaptı. Alpaslan Durmuş’un paylaşımlarından bâzıları şöyle:
“Şimdi yükümüz daha ağır: Çünkü dost bî-vefâ değilmiş, hem-dert de çok imiş; hamdola, hamdler O’na... Ancak devran bî-sükûn, düşman kavî ve tâli’ ise zebûn; hâlâ... O hâlde bir ve takva için dost ve hemdert ile muavenet içinde yükümüzü taşımak, yükümlülüklerimizi üstlenmek, önümüzde uzanan yola odaklanıp devam etmek zorundayız. Yazıklanmakla elde edeceğimiz rahatlıktan, kendimize yönelmiş eleştirinin saflarımızı bölmesinden, elimizden kayıp giden imkân ve kudrete yas tutmaktan korunarak... Çünkü biz eğitimle uğraşanlar yaşamanın ‘berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmak’ anlamına geldiğini biliyoruz. Ve çocuklarımızın başına çorap örülüyor olduğuna göre, bunu yeni ortaöğretim sistemine baktıkça daha iyi fark ettiğimize göre mücadeleye devam edeceğiz. Mücâdele var oldukça biz var olacağız, biz var oldukça mücâdele de var olacak…”
Alpaslan Durmuş’un teşekkür mâhiyetindeki bu paylaşımı yapmasına sebep olan bir dostunun paylaşımı şöyle:
“Özellikle dinimizi doğru anlatma, İmam-Hatip müfredatının hazırlanmasında, Din Kültüründe dinin özüne dönülmesinde, evrim felsefesinin biyolojiden çıkarılmasında, târih kitaplarındaki ideolojik konular üzerinden Müslümanlara küfredilmesini engellemekte, Müslüman şâir ve yazarların Edebiyat kitaplarına dercedilmesinde, hayatın bir realitesi olan tesettürlü görsellerin kitaplarda yerini almasında, tartışmalı konulara Din Kültürü kitaplarında yer verilmemesinde, okul öncesine seçmeli Kur’ân-ı Kerim ve Arapça derslerinin koyulmasında, FETÖ kaynaklarının ve yazarlarının kitaplardan çıkarılmasında... ve daha birçok hayâtî konuda görevini hakkıyla yapmıştır. Şâhitlik ederim…”
Alpaslan Durmuş’un yerine getirilen Burhanettin Dönmez’in paylaşımlarından en dikkat çekeni ise şöyle:
“Din öğretmeni yetmedi, ilâhiyat fakültesi öğrencilerine öğrenimleri sırasında öğretmenlik için formasyon alma hakkı tanındı. YÖK kendini aşmış, geriye doğru büyük bir adım. Bir adımda kırk yıl geriye gidiş. Ben değişim buna derim.”
İlâhiyat fakültelerine formasyon hakkını “geriye doğru büyük adım” olarak tanımlayıp, başka bir paylaşımında Malatya İnönü Üniversitesi’nin rektörüne “soytarı” diyecek kadar nezâket sınırlarını zorlayan Tâlim ve Terbiye Kurulumuzun yeni başkanı, acaba paylaşımlarındaki yaklaşımlarla ne gibi düzenlemeler yapacak diye merak edip bu merâkı sizlerle paylaşmaktan başka elimden bir şey gelmiyor. Yeni başkanın gelişi, kurulun diğer üyelerinin de değişeceği anlamını da taşımaktadır. Ama akademik ve üst bir konumu olan kurulun bu konumu korunmalı ve bürokratik bir kimlik içinde eritilip noter hâline getirilmemelidir. Fakat anlaşılan o ki, millî eğitim sistemimizin “millî”, “eğitim” ve “sistem” olarak üç önemli sorunu daha uzun yıllar devam edecek.