Bugün ilk olarak dayanışmacı ve rekabetçi toplumlar arasındaki farkları anlatacağım.

Ramazan Ayı’nda bu köşenin geleneği haftada bir İslam dini ve İslâm toplumunun iktisadi ve sosyal yapısı üzerine yazılardır. Bu Ramazan’ın ilk yazısında İslâm toplumunun dayanağı olarak hangi kavramın öne çıktığını tartışacağım: rekabet mi, yoksa dayanışma mı?

Tabii ki, bütün kitaplı dinlerde dayanışma, yardımlaşma her zaman öne çıkarılır. Kur’an’da da durum bu minvaldedir. Ancak dayanışma ve rekabetin bir toplumda öne çıkması dinî hassasiyetlerden daha çok o toplumun iktisadi üretim sisteminin gerekliliklerine bağlıdır. Bunu vurgulamamız gerekir.

Bugün ilk olarak dayanışmacı ve rekabetçi toplumlar arasındaki farkları anlatacağım. Daha sonra İslâm Dininde dayanışma ve rekabet hakkında ne söylendiğini tartışacağım. Daha sonra da, genelde İslâm toplumlarında özelde Türkiye’de hangisinin öne çıktığı hakkında görüşlerimi bildireceğim.

DAYANIŞMA VE REKABET

Dayanışma veya batı dillerinden geçen haliyle solidarite zümre veya sınıflar içinde birlik duygusunu oluşturan ortak menfaat, hedef ve standartlara yönelik farkındalık ve bu farkındalığın neden olduğu birbirine destekleme eylemidir. Dayanışmacılık (solidarizm) ise, toplumsal yapı analizinde toplumu bir arada tutan ana faktörün dayanışma olduğu görüşüne dayanır. Toplumsal dayanışma (social solidarity) kolektivizmde (ortaklaşacılık) olduğu gibi bireylerin birbirinden farklılığı ve farklı beklenti ve menfaatlere sahip olduğunu reddetmez, aksine bireylerin toplumun temeli olarak kabul eder. Bu durumda dayanışmacılık bir toplumu bir araya getiren ana unsur olan farklı birey ve zümreler arasında oluşmuş bağlara atıf yapar.

Dayanışma ve dayanışmacılık kavramlarını sosyolojide ilk kullanan Emile Durkheim’dır. Ona göre toplumsal dayanışmanın tipleri toplum tipine göre değişim gösterir. Durkheim bu farklılığı anlatabilmek için mekanik ve organik dayanışma kavramlarını geliştirir. Mekanik dayanışma içindeki bir toplumda toplumun birliği ve bütünleşmesi bireylerin özdeşliğinden kaynaklanır: Benzer işleri yapmak, töre ve dini kuralların hâkim olduğu bir eğitim ve yaşam tarzı ve benzeri etkenlerle bireyler zaten birbirine benzedikleri için yakınlık ve ortaklık içine gireceklerdir. Mekanik dayanışma genellikle geleneksel küçük ölçekli toplumlarda geçerlidir. Kabile toplumlarında örneğin dayanışma kan bağına dayanmaktadır. Yine göçebe Türk boylarında hem kan bağı önemlidir, hem de obadaki herkes benzer işlerle iştigal ettikleri için de bir yakınlık sahibidirler.

Organik dayanışma ise, Durkheim’a göre, modern toplumlarda işbölümü ve uzmanlaşmanın sonucunda ortaya çıkar. Modern toplumda bireyler belli işlerde uzmanlaştıkları için her birey diğer bireylerle karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedir ve aynı zamanda her birey toplumsal işbölümünde birbirini tamamlamaktadırlar. Bütün bireylerin farklı işlerde uzmanlaşması, farklı görevler verilmesi ve farklı değer ve menfaatlere sahip olmasına rağmen, organik dayanışma her bir bireyin kendi işini yapabilmesi, kendi görevini gerçekleştirebilmesi ve kendi menfaat ve değerlerine sahip çıkabilmesi için diğerine muhtaç olmasına dayanmaktadır. Bu anlamda “organik” kavramı toplumun bileşenlerinin karşılıklı bağımlılığını göstermek için kullanılır.

Rekabet ise iki ve daha fazla tarafın paylaşılamayacak bir hedefe ulaşabilmek yarışmasına verilen genel addır. Rekabet, aslında, sıfır toplamlı bir oyundur, birinin kazancı diğerinin kaybıdır. Rekabet doğada birçok yerde karşımıza çıkar: organizmalar, bireyler, iktisadi ve sosyal gruplar ve benzeri… Rekabet iktisat biliminde temel kavramlardan biridir. Rekabet sayesinde her bir üretici kendisinin verimliliğini arttırmak zorundadır. Başarılılar ayakta kalır, ayakta kalmak için daha verimli ve düşük maliyetli olması gerekir. Başarısızlar ise tasfiye olur. Bütün bu sebeplerden rekabet toplumsal refahı maksimum düzeye çıkaran bir kuvvettir. Rekabetçi bir toplumda bireyler önceliklidir, bireysellik davranışların temelinde vardır ve bireylerin ortak hedef ve menfaatleri olmadığı varsayılır. Aslında dayanışmacılıkla rekabetçilik arasındaki temel fark, dayanışmacılıkta bireylerin paylaşılabilen ortak hedef ve menfaatleri varken, rekabetçilikte ortak hedef ve menfaatler paylaşılamaz.

İSLAM’DA DAYANIŞMA VE REKABET

İslâm dininin ilk defa indiği toplum çöl-göçebesi kökenli yarı yerleşik bir kasaba toplumuydu. Bu toplum kendi içerilerinde bireylerin dayanışma içerisinde olduğu kabile – boylardan oluşuyordu. Ama bu kabileler arasında ciddi bir rekabet vardı, kimi zaman iç savaşlara giden kan davaları ortaya çıkabiliyordu. Böyle bir toplumda egemen kabile olan Kureyş içinde de farklı sülaleler – klanlar arasında sert bir rekabet vardı. Yani siyasi ve iktisadi olarak belli bir kastlaşma bulunmaktaydı. Bunların üstüne köleciliği de ekleyin… İşte buyurun size dört dörtlük rekabetçi bir toplum.

Mekke’deki şirk düzeni aslında insanların tahta putlara tapmasına yol açan cehaletten kaynaklanmıyordu, aksine orada kurulmuş olan ayırımcı, baskıcı ve rekabetçi toplumun egemenlerinin çıkarlarından kaynaklanıyordu: Yani şirk düzeni aslında bir şirket düzeniydi… İşte Kur’an indiği andan itibaren Mekke müşriklerinin şehvet – şöhret – servet sacayağı üzerinde duran, güç ve kâr iştahı üreten sistemlerine karşı tavır almıştır. Tebbet Suresinde geçen “yedâ Ebî Leheb / Ebû Leheb’in eli” işte bu sömürü düzeniydi. Bakara suresinin ilk beş ayetinde müttakiler tanımlanırken “onlar, gayba inanırlar, salatı dosdoğru kılarlar ve sahip olduklarını paylaşırlar!” denmektedir. Burada salat hem namaz ibadeti hem de dayanışma ve yardımlaşma anlamındadır. “Para, servet, mal ve mülk, aile ve çocuklar” yani dünya hayatında elde edilen her şey Kur’an’ın birçok yerinde geçen tabirle geçici ve ebedi hayatta hiçbir şey sağlamayacak varlıklardır. İnsanı kurtaracak olan takvasıdır: yani insanın her şeyi bilemeyeceğine inanan, birbiriyle dayanışıp yardımlaşan ve sahip olduklarını paylaşan, Allah’a güvenerek inanan barışçı insan olmasıdır. Bu anlamda İslam’ın ilk dönem ayetleri gayet dayanışmacı, hatta kolektivisttir (ortaklaşacıdır). Ancak İslam bir din olarak olduğu kadar bir rejim olarak da hâkim olunca Peygamber’in şu emrini unutmayalım: “İşleri ehline emanet ediniz!”. Bir işin o işi en iyi yapacak olana verilmesi anlamına gelen bu emir, toplumun yapısında adil rekabetin de önemli olduğunu vurgular. Şöyle ki, toplumun işbölümü ve uzmanlaşma ile geliştirdiği organik dayanışma için, her işte en iyilerin belirlenmesi yani rekabet gerekir. Toplumun gelişebilmesi için rekabet gereklidir ama toplumun birliğini koruyabilmesi için de dayanışma gerekir. Buradan anlayabiliriz ki, dayanışma ve rekabet birbirini ikame eden kavramlar değildir ama birbirlerini tamamlarlar. Kur’an’ın ve Peygamberin emirleri de bu yöndedir. Ancak Kur’an’da aşırı dayanışmacılık hiçbir şekilde yasaklanmamışken, aşırı rekabetçilik, bireycilik ve bencillik yasaklanmıştır.

MÜSLÜMAN TOPLUMLARI DAYANIŞMA AÇISINDAN NE DURUMDA?

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Bugünkü Müslüman toplumları toplumsal açıdan Mekke Müşriklerine benzemektedir. Bir kere toplumsal birlik çoğu Müslüman ülkede yoktur. İnsanlar ırklarına, mezheplerine ve tarikatlarına göre mahallelere ayrılmıştır. Bu mahalleler arasında iktidarı elde edebilmek için öldürücü bir rekabet gelişmekte, bazen bu rekabet kan davasına dönüşmektedir. Her mahallenin kendi putu (dokunulmazları, tartışılmazları ve otoriteleri) vardır, bunların ticaretini yaparak geçinirler; tıpkı Mekke müşrikleri gibi. Her mahalle kendi içinde mekanik dayanışma içerisindedir, yani kendi inancından, kendi ırkından ve kendi hayat tarzından olan insanlarla dayanışırlar. Diğer mahallelerin insanları ise bu dayanışma içine alınmaz. Bu farklı mahalleler her biri kendi adına güç ve servet elde edebilmek için tıpkı Ebu Süfyan gibi, Ebu Lehep gibi, hiçbir ahlâki kaideye kulak asmazlar. İktidarda olan gruplar iktidarı kaptırmak istemezler, bu doğaldır. Ama muhalifler için de amaç sistemi değiştirmek değildir, sistemden biraz da kendileri yararlanmak isterler.

Bu mübarek Ramazan gününde, yardımlaşma ve dayanışmanın sadece iyi bir iş olmadığını, aynı zamanda takvanın değişmez bir parçası olduğunu, takva olmadan da kurtuluş olmadığını anlatmak istedim. Ne yazık ki, Müslüman ülkeler toplumsal hayat ve yapı açısından Peygamber’in hayalini değil ama Ebu Cehil’in hayalini yaşamaktadırlar. Allah hepimizi ıslah etsin.