"İslam Âlemi neden geri kaldı?" sorusunun cevabı biraz da "Batı nasıl kazandı?" sorusunda saklıdır.
“İslam Âlemi neden geri kaldı?” sorusunun cevabı biraz da “Batı nasıl kazandı?” sorusunda saklıdır. Genel görüş, kabaca 1000 yıl (Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından İstanbul’un Fethine) süren Orta Çağ’lar boyunca Batı’nın insanlığa katkısının bağnazlık, yobazlık, barbarlık, cehalet ve karanlık olduğu iken, Doğu’nun açık görüşlülüğü, hoş görüyü, uygarlığı, bilimi ve medeniyeti temsil etmekte olduğudur. Ve arkasından hemen şu soru sorulur: “Nasıl oldu da bu işler tersine döndü?”
Tabiî ki, öncelikle “Batı neresidir?” sorusunu cevaplandırmak gerekmektedir. Genel olarak Türk-İslam tarihinde Batı – Garb ile kastedilen Hristiyan Avrupa’dır. Bu bakış açısına garip gelecek olan daha doğru bir bakış açısı “Why the West Rules…for Now? / Batı… Şimdilik… Neden Hükmediyor?” kitabında Ian Morris’in bakış açısıdır: Batı; Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dur; buna karşın Doğu; Uzak Asya ve Hindistan’dır. Klasik Antropoloji’nin tasnifi de buna uyar; benzeri şekilde Dünya Mitoloji Tarihi kitapları da Batı Mitolojisi tabiri altında Batı’yı bu şekilde tanımlarlar. Yani bizim bakış açımıza göre Batı diye Avrupa’yı lanetlerken, yukarıdaki görüşlere göre bizi de (Müslümanları, Ortodoksları ve Orta Doğu’yu) lanetlediğimiz Batı’nın bir parçası olarak tanımlamaları hayal kırıklığı yaratsa gerektir. O zaman biz orta yolu tutalım, bilimin tanımladığı Batı’nın Batısını “Batı”, Batının Doğu’sunu da “Doğu” olarak isimlendirelim.
Avrupa’nın yükselişini farklı görüşlerden araştırmacı ve sosyal bilimciler farklı etkenlere dayandırmışlardır. Bunların en kabul edilmezi Batı’nın üstünlüğünün ırka (Âri Irkın üstünlüğüne) dayandırılmasıdır. Bunu Avrupalılar arasında ciddi ciddi savunanlar olmuştur, işi evrim teorisine kadar götürmüşlerdir. Bu görüşü -ırkçılığın her türlüsünü olduğu gibi- lanetleyip bir tarafa bırakalım. Diğer bir görüş Batı’nın yükselişini, iktisadi başarısını, bilimde üstünlüğünü ve örgütlenme kabiliyetini dine –genelde Hristiyanlığa ve özelde Protestanlığa- bağlayan başını Weber’in çektiği düşünür ve bilim adamlarıdır. Cuma günkü yazımda, dinlerin gelişmeye veya geri kalmaya neden olmadığını, aksine dinlerin yorumlanmasının ve uygulanmasının kalkınmışlık ve gelişmişliğe göre değiştiğini söylemiştim. Öyle olsa, üç kitaplı dinin en tutucusu ve en dogmatiği Mûseviliğin bünyesinden bu kadar girişimci, bilim ve sanat insanını çıkarması mümkün değildi. Dikkat edilirse, bahsedilen girişimci, bilim ve sanat insanı Mûsevîlerin hemen hemen tamamı sanayileşmiş ve şehirlileşmiş 19’uncu asır Avrupası’ndan çıkmıştır. Dolayısıyla bunu da reddediyoruz. Üçüncü görüş Avrupa’nın yükselişini iktisadi altyapıdaki değişime bağlayan sosyolog ve İktisatçıların – bu arada bu satırların yazarının- görüşüdür. Buna göre tarihin belli bir anında birden fazla dışsal ve içsel etken nedeniyle Avrupa’da Kapitalizm ve sanayi toplumu ortaya çıkmıştır. Yükselişin ve –nispî- üstünlüğün sebebi budur. Ancak iktisadi altyapıdaki değişimin tetikleyicisi bir çok coğrafi ve toplumsal etken bulunmaktadır. Bilelim ki, Batı’nın yükselmesine yol açan etkenler ile Doğu’nun geri kalmasına yol açan etkenler birbirleriyle bağlantılıdır. Bunların en önemlilerini kısaca özetleyelim:
1. Ticaret yollarının değişimi: İpek Yolu ve Baharat Yolu üzerinden beslenen Akdeniz Ticaretinin coğrafi keşifler ve okyanus ticaretinin öne çıkmasıyla körelmesi, eski ticaret yolları üzerindeki şehirlerin ve ülkelerin iki yüz yıl içinde sürekli fakirleşmesi; buna mukabil okyanusa kıyısı olan İngiltere, Fransa, İspanya, Portekiz ve Hollanda’nın giderek zenginleşmesi ve ticarete hakim olması...
2. Özel mülkiyet ve ticaretin rahatlıkla serpileceği hukuki ve idari bir yapı: Genelde İslam toplumlarında özelde Osmanlı İmparatorluğu’nda idari yapının askeri temelde olması, veraset sisteminin Batı’ya nispetle daha adil ve insani olması, özel mülkiyetin sınırlı ve özellikle ekilebilir arazinin büyük oranda devlet mülkiyetinde olması sermaye birikiminin önünde engel teşkil etmiş, 19’uncu asırda İstanbul, Selanik ve Beyrut’tan başka ciddi şehir kalmamıştır. Öte yandan Batı’da özel mülkiyetin ve adaletsiz bir veraset sisteminin olması sermaye ve servetin belli ellerde toplanmasına yol açmış, hızla büyüyen sömürge ve ticaret gelirleri büyük ticaret ve finans merkezi olan şehirlerin gelişmesine yol açmış, idari yapı askeri olmaktan çok sivil ellerde şekillenmiştir.
3. İklim değişimi: 16’ıncı asra kadar dünyada 350-400 yıl süren ve “Küçük Buzul Çağı” olarak adlandırılan soğuk iklim şartları değişmiş, kuzeyin donmuş toprakları çözülüp tarıma açılırken Ortadoğu’nun yeşil toprakları çoraklaşmış ve çölleşmiştir. Bunun sonucunda Batı’da tarımsal üretim artarken Ortadoğu ve İslam Dünyası’nda tarım üretiminde bir yavaşlama ve küçülme süreci başlamıştır. Temelde tarım üretimine dayalı ekonomiler için bu “Kıyamet Alameti” sayılabilir.
Bunların sonucunda ilk ticari kapitalizm ortaya çıkmış, bu yapı merkezi krallıklara dayalı merkantilist sisteme ve sömürgeciliğe dönüşmüş, kapitalizmin gelişim sürecinde işbölümü ve uzmanlaşmaya dayalı örgütlenme hem toplumsal üst yapıyı dönüştürmüş hem de sermaye birikimi ve zenginleşme sürecini hızlandırmıştır. Orijinal olarak kendiliğinden 18’inci asrın ikinci yarısında İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devrimi, zamanla bütün Avrupa’da yayılmış ve bugün bildiğimiz Batı’nın temelleri de ondan sonra atılmıştır. Burada Avrupa’nın üstünlüğüne yol açan kritik noktalar arasında sömürgecilik, bilimsel ve teknolojik gelişme, sanayi üretiminde standartlaşma, toplumsal yapının işbölümü ve uzmanlaşma ekseninde dönüşmesi sayılabilir.
Öte yandan hem ticari gelirleri hızla düşmüş hem tarımsal üretimde bir çöküş yaşayan Osmanlı ve İslam Alemi, bir de Amerika’dan gelen sömürge altınının yarattığı yüksek enflasyonla karşılaşınca geç 16’ıncı yüzyıl ve bütün 17 ve 18’inci yüzyıllar boyunca türlü iç isyanlarla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Fakirlik, aç ve işsiz insan yığınlarının eşkiyalaşması, devletlerin halkın sırtında artan vergi yükleri, ticaret ve finans merkezleri olan şehirlerin küçülmesi, kozmopolit kültürün yerini kasaba değer yargılarının almasına yol açmıştır. Daha tutucu dini yorumlar, yönetime isyan eden kitleler, azalan ticaret ve tarımın gelirleri, bilimi geliştirecek ortamın ortadan kaybolup tutuculuğun ve cehaletin hakim olması… Bütün bunlar ve benzeri bir çok etken tam Batı yükselirken Ortadoğu ve İslam Alemi’nin de gerilemesine yol açmıştır.
Belki şöyle bir soru sorulabilir: “Acaba tarih farklı bir şekilde aksa ve İslam Alemi’nde kendi şartlarına özgü bir sermaye birikimi ve kapitalizm olabilir miydi?” Bu soruya verilecek cevap çok spekülâtif olabilir ama şu tartışılmaz bir gerçektir: Eğer böyle bir şey olsaydı, Türk – Osmanlı geleneğinin ve Ortadoğu topİumlarının İslam’a bakış açısı ve yorumlayış tarzı bugünkünden çok farklı olacaktı. Yine de, tarih gerçekleşmiş olan olayları dikkate alır, ihtimaller üzerinden hüküm vermez.