2019'dan beri siyasal sistemin doğru düzgün işlemediği Irak'ta seçimlerin tıkanıklığı aşmakta yetersiz kaldığını biliyoruz zira 2021 seçimleri değişiklik getirse de işleyen bir değişim getirmeyi başaramadı.
2019’dan beri siyasal sistemin doğru düzgün işlemediği Irak’ta seçimlerin tıkanıklığı aşmakta yetersiz kaldığını biliyoruz zira 2021 seçimleri değişiklik getirse de işleyen bir değişim getirmeyi başaramadı. Ama seçim çağrıları dışında da “eski tas eski hamam” tıkanıklık artık “iç savaş” korkusunun sınırlarında dolaşıyor. Dolayısıyla Irak’ta bugüne kadar hep yapılageldiği gibi tıkanıklığın, yönetilebilir şiddetle idare edildiği günler ne kadar sürer belli değil. Tıkanıklıktan bahsettiğimizde Irak’ta temel olarak üç suçlu tespit ediliyor. Mezhepçi siyaset, Irak merkezi kurumlarının -en önemlisi silahlı kuvvetlerin- güçsüzlüğü ve Irak üzerinden dış güçlerin kendi nedenleriyle bir nüfus savaşı veriyor oluşu. Ki Irak üzerinde ABD-İran ilişkilerinin inişli-çıkışlı doğası da bu kategori içerisinde değerlendiriliyor, çünkü Irak hem İran hem de tüm “çekildim, çekiliyorum” söylemlerine karşı Erbil’de dikilen ABD için bir nüfus bölgesi. Bu üç unsur hem birbirlerini güçlendiren unsurlar hem de Irak söz konusu olduğunda çok boyutlu bir vekalet savaşı için zemini hazır hale getiriyorlar.
Mezhep siyaseti ve ABD
Elbette mezhebe dayalı siyaset Irak’ta yeni bir husus değil ancak ABD Irak’ı işgal edip tüm devleti çözdüğünde ve yeni Anayasa’yı Irak’ta taraflara empoze ettiğinde bu üç unsuru sadece kalıcı hale getirmedi, süreç içerisinde çıkan seçim kanunu dahil kanunlarla parlamentoyu ve parlamenter sistemi kimliğe dayalı (mezhep ve etnisite) güç mücadelesinin merkezi haline getirdi. Doğal olarak da bu sınırlı mücadele merkezi, yani meclis, vekâlet savaşları ve nüfus mücadelesinin merkezi oldu. ABD’nin uzun bir süre mezhep ve etnisite temelli ayrımları ve parçalı yapıyı desteklemek için bu yolu izlediği düşünüldü, gerçekten de bugün daha net görüyoruz ki aynı mezhep ve aynı etnisite içerisinde var olan ayrımlar mezhep temelli uzlaşı koalisyonları siyaseti içerisinde yatışmıyor, daha da güçleniyor. Bu nedenle ne Kürt grupların cumhurbaşkanı adayını belirleyebildikleri, ne Şii ve Sünnilerin hükümet kurabildiği bir sarmal içerisindeyiz.
ABD işgal sonrası güçlü bir Irak ortaya çıkmasını elbette istemedi. Bu isteksizliğinde Ortadoğu’daki dengeler kadar, bu alanı ABD-İran ilişkileri için kolay taviz-kolay sertleşme alanı olarak tutma arzusu da var. Bu çerçevede ABD, Irak’ta kimi zaman merkezle kimi zaman da merkez-kaç kuvvetlerle göze batmayan bir ilişki kurabiliyor. Kasım Süleymani ve Ebu Mühendisi’nin suikastları de ABD’nin hareket serbestliği ve gücü konusunda -iki ismin sembolik ve sahadaki önemi düşünülürse-hepimize bir fikir verdi. Dolayısıyla ABD’nin bu sistemde şimdilik değiştirmek isteyebileceği bir şey yok, parçalı durumun daha da parçalı hale gelmesinden bir rahatsızlık duymasını beklememeliyiz. Daha ötesi bu parça pinçik siyaset üzerinden, ABD Irak’ta ortaya çıkabilecek reform isteklerini de kontrol altında tutmayı muhtemelen daha kolay başarabiliyor.
Reform çağrısı ve Sadr
Reform isteği 2019’dan beri Irak siyasetinde gündemde. Yukarıda sözü edilen parçalı siyasi yapı Irak siyasetinin temelini oluşturuyor yani kimin hangi merciyi ve bakanlığı kontrol edeceğini filan belirliyor ama bu parlamentoya sıkışmış siyaset oyunu Irak’taki siyasi, sosyal, ekonomik sorunlardan çok uzağa düşüyor. Güvenlik ayağını bile kontrol edemediğine DAEŞ Irak’ta zemin kazanırken ve Irak merkezi kuvvetleri sahayı İran ve milis güçlerine bırakırken şahit olduk. Dolayısıyla yoksunluk, yoksulluk, yolsuzluk ve farklı güçler arasında itiş kakıştan en çok zarar gördüğünü düşünenler 2019’da kitlesel gösterilere başlamıştı. Merkeze eleştirinin özellikle Şiilerin ağırlıkta olduğu Basra gibi bölgelerden gelmesi Şiiler arasında sokaktaki bu memnuniyetsizliği kendi kuvvetlerinin konsolidasyonu için kullanabilecek figür kim olabilir sorusunun sorulmasına neden olmuştu. Zaten bir süredir Irak milliyetçiliği fikrini ön plana çıkaran Sadr hareketi lideri Muktada al-Sadr böylece siyasette o güne kadar kapladığı pozisyonu kimi İran tarafından desteklenen – örneğin Maliki gibi- rakiplerine karşı güçlendirme şansı bulmuştu.
Sadr öngörülemez bir siyasetçi olarak biliniyor, bu öngörülemezlik Sadr’a iş birliği yapabildiği ve karşı çıktığı merkezleri değiştirme pragmatizmi sağlıyor. Ayrıca ona sokaklara “siyasetten çekiliyorum, seçimlere girmiyorum, milis güçlerimi fes ediyorum” söylemi üzerinden popülist bir çağrı yapıp sonra çağrısından hızla geri dönme imkânı da kazandırıyor. 2019, Trump’lı yıllara tekabül ettiğinden 2019’da İran’ın istikrarsızlaştırıcı etkisini sokaklarda dillendirmek için konjonktür bir fırsat sunuyordu ve Ekim protestolarını yapanlar (-ki yolsuzluk, mezhepçilik ve İran etkisi hedeflerindeydi) bu fırsatı değerlendirerek uzlaşma koalisyonu yerine çoğunluk koalisyonunun önünü açabilecek seçim yasasını meclisten geçirmeyi başardılar. Sadr da sanki o güne kadar hiçbir bakanlığı kontrol etmemişçesine kendisini parlamentodaki sıkışık politikadan sokaklara seslenen bir politik figür olmaya kaydırdı. 2021 seçimlerinde de mecliste çoğunluk koalisyonu hükümeti kurabilecek bir taban yakalayan ve bazı Sünni ve Kürt gruplarla- başta Barzani ile- iş birliği yapan Sadr yine de hükümeti kurmayı başaramadı. Böylece reformların parlamentoda oluşmuş statükonun alanını daraltacağını düşünenler ve elbette 2019’daki protestoların hedeflerinden hoşlanmayanlar Sadr’a sınırlarını göstermiş oldu. Sadr “erken seçim” talep edip meclisten çekilirken, bir hükümetin ortaya çıkmayacağını düşünüyordu ama hatırlarsanız süreç Maliki ve Sadr arasında bir iktidar savaşına dönüşmüş ve Sadr yanlılarının “Malikisiz bir hükümet” için zorladığı, yeşil bölgeyi bastığı, güç gösterisi yaptığı günleri görmüştük.
Son kargaşa neyi gösteriyor?
Geçtiğimiz hafta yaşananlar da aslında bu sürecin yeni bir aşaması- ve bu sefer İran yanlısı Irak Şii siyaseti ile Sadr arasındaki mücadele daha görünür bir biçim aldı zira Sadr’ın -kaçıncı defadır bilinmez- siyasetten çekiliyorum çıkışı Sadr yanlısı hareketin de taklit merci Ayetullah Kazım al-Haeri’nin dini görevlerinden çekilme kararı sonrası geldi. Haeri, takipçilerine yeni taklit merci olarak İran dini lideri Hamaney’i gösterdiğinden aslında Sadr’ın Irak milliyetçiliği ayağına da önemli bir çelme takmış ve İran’ın Irak’ta sahip olacağı nüfus hakkında bir şey söylemiş oldu. Irak, İran için önemli bir varoluş sahası, Suriye ve Lübnan’da var olduğu alanlara yönelik noktaları birleştirdiği yer. ABD ile sürtüşme ve el sıkışma sınırlarının sahada görünürlük kazandığı bir yer olarak da önemli bir pazarlık alanı. Dolayısıyla Tahran’ın, Sülaymani ve Mühendisi’nin öldürülmesi sonrasında bir şeyin değişmediğini-ki değişti- kanıtlaması, Haşdi Şabi üzerinde kontrolünü herkesin gözünde garanti altına alması, mecliste de mümkünse oyun bozanların oyunu bozması önemli.
Sadr, bu gelişme karşısında kararını açıkladığında muhtemelen taraftarlarının parlamentoya yürüyeceğini ve bu güç gösterisinin Irak ve Irak dışında izleneceğini tahmin ediyordu. Yine de Sistani müdahale etmeden taraftarlarını kısa süreli bir karışıklıktan sonra Yeşil Bölge’yi boşaltmaya çağırarak olayların kendi kontrolünde olduğunu ve siyaseten oyun bozan olsa da Şiiler arası iç savaş çıkartan taraf olmayacağını göstermek istedi. Sonuç, son iki günde Basra’da olan çatışmaları da sayarsak 30’dan fazla ölü, iç savaş ve bir Şiiler arası savaş korkusu. Ama aynı yerde de sayıyoruz, bir erken seçim çağrısı var, ama seçimler sadece tıkanıklığı zamana yayma ya da ötelemenin aracı. Gerçek bir reform ve değişimin olmasının Sadr taraftarları ve rakipleri dışında Irak’ta nüfus mücadelesinin parçası olan aktörler, öncelikle de İran ve ABD tarafından istenmesi gerekiyor-ki iki ülkenin de Irak’taki parça pinçik siyaset oyununu şimdi değiştirmek için bir nedeni yok.
Belirsizliği artıran iki husus
İki husus bu tabloda belirsizliği artırarak Irak’ın geleceği ile ilgili karamsar senaryoları güçlendiriyor. İlk husus geçtiğimiz yazılarımızda da bahsettik ABD-İran Nükleer Anlaşması/anlaşamaması sonrası İran ABD ilişkileri konusundaki pusun hala dağılmamış olması. Anlaşma olduğu takdirde nasıl bir anlaşma olacağına bağlı olarak Irak, bu ilişkinin ve İran’ın vermek isteyeceği mesajlardan birinin merkezi olacak. İkinci husus, Irak’taki iç karışıklık ve hatta Şiilerin birbirine düşmesi bütün merkez-kaç unsurları hareketlendirmiştir. Bunun bir sebebi elbette Şiiler deyince denkleme İran’ın girmesi, ama asıl sebep siyaseten tıkanıklığın ve milisler arası mücadele ve şiddetin tırmanırsa genel güvensizliği tetiklemesi, bu fırsatı da çeşitli unsurların rakiplerine karşı sahayı terörize etmek için kullanabilecek olması. Zaten merkez-kaç kuvvetlerin bir kısmının- örneğin PKK’nın- cesaretlendirilmesi Suriye üzerinden devam ettiğinden bu husus, Irak’ta istikrar sağlayan bir aktör olma derdindeki Türkiye gibi komşular için çok önemli.