Bir süreliğine tatile çıkmıştım. Güzel ülkemizde her zaman olduğu gibi gündem çok hızlı değişmekte… Son yıllarda her yaz olduğu gibi Türkiye gibi bir ülkeye yakışmayan orman yangınları yaşanmakta.

Hem hükümetin iş işten geçinceye kadar önlem almakta yetersiz kalması hem de “Anadolu irfanı” sahibi halkımızın cahilce tutumları bizlere bu felâketi tekrar tekrar yaşatmakta. Aynı hataları tekrar ettiğimiz içindir ki tarih tekerrür ediyor. Gazi Meclisimiz de kendisinden beklediklerimizi boşa çıkarmadı. Can Atalay’ın tekrar Meclis’e dönmesine yönelik oturumda yumruklar havada uçuştu. Sporcu eskisi bir vekilimiz konuşma özgürlüğünün neredeyse sınırsız olduğu Meclis kürsüsünde dilini değil yumruklarını konuşturdu. Aristo insan için “Hayvan-ı natık / konuşan hayvan” derdi. Ama bu şekilde bir konuşmayı ima etmemişti herhalde… Kamu mal ve hizmetlerine yapılan zamlar ve artan işsizlik de başka bir konu…

Enflasyonu düşürmek için talebin kısılması bir zorunluluktur. Ama 85 milyonluk ülkede kimlerin talebi ve harcamaları kısılacak kimlerin harcamaları kısıtlanmayacak? İşte 10 milyon dolarlık uzman sorusu… Cevap elbette ki siyasi tercihlerdir. Enflasyonu düşürmek sadece para politikası ile gerçekleştirilmez, Maliye politikasının da desteği gerekir. Hükümetin israfa varan harcamaları, üretken olmayan sektörlere bol keseden dağıtılan kredi ve teşvikler, rantiyelere tam gaz devam eden servet transferi durdurulmazsa, bebek bezi, ilaç, sigara ve doğal gazdan alınan KDV ile sıkı maliye politikası uygulanırsa enflasyon milletimize çok acı vererek düşürülür.

Mevcut durumda bir avuç müreffeh azınlık servetine servet katarken, emekçi halk kitleleri en acı ilacı içmekte: Fakirden al zengine ver. Tersine Robin Hood ekonomisi. Hazine ve Maliye Bakanlığının uygulamaları Sayın Cumhurbaşkanımızın çok önem verdiği “fakir fukara garip gurebanın sesi, kimsesizlerin kimsesi” sloganını değil, “yerli yabancı rantiyelerin, istifçi ve haramzadelerin sesi, ensesi kalın göbeği şişlerin kimsesine” dönüşmüş durumda. “Dezenflasyon Programı” ile ilgili (öyle bir program varsa) daha sonra yazacağım. Bütün bu gaile arasında liglerimiz de açıldı. Bir Galatasaraylı olarak 25’inci şampiyonluk ve beşinci yıldızı bekliyoruz. Ne diyelim, hak eden kazansın. Bugün ve bir sonraki yazıda İktidar ve Meşruiyet üzerine yazacağım. Sonraki yazıda ise tarihten çok bilinen bir şahsiyetin yaşam öyküsünden örnekler vereceğim: Gaius Julius Caesar. Göreceğiz ki, iki bin yıl önce Roma Cumhuriyeti’nde olanlar ile bugünkü siyasi hadiseler birbirine çok benzemekte… Benim gençliğimde siyasi iktidarlar hep “İktidar olduk, ama muktedir olamadık!” derlerdi. Uygulayacakları politikaların devletin diğer kurumları tarafından denetlenmesini ve bazen durdurulmasını da vesayet olarak tanımlarlardı. Hamdolsun, bugün siyasi iktidarı denetleyen bir kurum neredeyse yoktur. “Vesayet” ortadan kalkmıştır. Ancak görmekteyiz ki, birçok alanda siyasi iktidar muktedir olamamaktadır. Bunun sebebi nedir? Meşruiyet ve iktidar arasındaki ilişki nedir? Hadi başlayalım…

İKTİDAR NEDİR?

Siyaset biliminde iktidar, aktörlerin kapasitelerini, eylemlerini, inançlarını veya davranışlarını belirleyen bir etkinin toplumsal ürünüdür. İktidar, yalnızca bir veya bir grup aktörün diğerine karşı tehdit veya güç kullanması (baskı) anlamına gelmez; aynı zamanda yaygın araçlar (kurumlar gibi) aracılığıyla da uygulanabilir. Herkesin anlayacağı dille ifade edersek kalabalık gruplardan oluşan insan toplumlarının örgütlenmesini şekillendiren, yönlendiren ve değiştiren yönetim gücü ve kabiliyeti iktidar olarak adlandırılır. İktidar, aktörleri birbirleriyle ilişkili olarak düzenlediği için yapısal biçimler de alabilir: Örneğin, bir efendi ile köleleştirilmiş bir kişi, bir ev sahibi ile onun akrabaları, bir işveren ile onun çalışanları, bir ebeveyn ile bir çocuk, bir siyasi temsilci ve seçmenleri arasında ayrım yapmak gibi… Bu bağlamda iktidar gücü kullanılarak söylemsel biçimler, kategoriler ve dil ile bazı davranışlara ve gruplara diğerleri karşısında meşruiyet kazandırılabilir. Otorite terimi genellikle meşru olarak algılanan veya sosyal yapı tarafından sosyal olarak onaylanan iktidar için kullanılır. İktidar kötü ya da adaletsiz olarak görülebilir; ancak iktidar aynı zamanda iyi bir şey olarak da görülebilir ve başkalarına da yardım edecek, harekete geçirecek ve güçlendirecek hümanist hedefleri gerçekleştirmek için miras alınan veya verilen bir şey olarak değerlendirilebilir.

MEŞRUİYET NEDİR?

Siyaset biliminde meşruiyet, genellikle geçerli bir yasa veya rejimi yürütmekte olan bir otoritenin hakkı ve kabulüdür. Bir otoritenin meşru kabul edilmesi için toplumun genelinin üzerinde uzlaştığı bir temel kurallar çerçevesinde bu gücü elde etmiş olması gerekir. Örneğin monarşilerde iktidarın meşruiyeti Hanedan’dan olmakla tanımlanırken, İran veya Papalık gibi teokrasilerde dini hiyerarşide belli bir düzeyin üzerine çıkmak meşruiyeti sağlamaktadır. Demokrasilerde halkın seçimi ile meşruiyet elde edilir ama aynı zamanda Anayasa ve yasalarla iktidara oy vermeyenlerin temel hak ve hürriyetleri koruma altına alınır. Aynı zamanda çağdaş demokraside meşru iktidarlar sınırsız güç kullanamazlar, yaptıklarının hesabını Anayasa ve yasalarla tanımlanan çizgide kamuoyuna verirler. Otorite, yerleşik bir hükümetteki belirli bir konumu belirtirken, meşruiyet terimi bir hükümet sistemini belirtir; burada hükümet, "nüfuz alanını" ifade eder. Meşru görülen bir otoritenin çoğu zaman güç kullanma hakkı ve gerekçesi vardır. Siyasi meşruiyet, yönetimin temel bir koşulu olarak kabul edilir; bu durum olmadan hükümet, yasama konusunda kilitlenme yaşayacak ve çökecektir. Durumun böyle olmadığı siyasi sistemlerde, popüler olmayan rejimler, küçük ve etkili bir elit kesim tarafından meşru kabul edildikleri için hayatta kalırlar. Bu durumda sistem demokrasiden fiili oligarşiye dönüşür. Kısaca özetleyecek olursak her toplumun yaşayabilmesi için bir iktidara ihtiyaç vardır. Ancak bu iktidarın gücünün kaynağı ve gücünün etki alanı toplumun kabul ettiği kurallar tarafından belirlenir. Bu da meşruiyet olarak tanınır. İktidarı meşru olmayan bir şekilde (askeri güç kullanarak, yolsuzluk ve usulsüzlük yaparak veya dış destekle) elde eden veya elinde tutan yönetimlerin muktedir olmaları zorlaşır. Çünkü iktidarı muktedir kılan şey onun meşruiyetidir.

İKTİDARIN MEŞRUİYETİ, HALKIN RIZASI VE HUKUK

Şüphesiz ki, iktidar olması için bir devlet teşkilâtının olması, devlet teşkilâtının olması için de toplumun kabul ettiği belirli bir kurallar dizisinin bulunması şarttır. İktidar gücüne sahip kişi veya gruplar, hangi devirde veya hangi coğrafyada olursa olsun, meşruiyet sahibi olmak için iki temel değere sahip olmalılar: halkın rızası ve hukuk. Eğer halk iktidarın tasarruflarından razı değilse toplumsal huzursuzluk baş gösterir, huzursuzluk büyürse farklı şekillerde otoriteyi tanımama başlar, daha da devam ederse iş isyana kadar gider. Demokrasilerde halkın rızası iktidarın meşruiyetinin kaynağıdır. Ancak bu yetmez. Halkın rızasını alarak seçilen ve iktidara oturan kişi veya gruplar Anayasa, kanunlar ve hukukun evrensel prensipleri ile çelişen işler yaparsa sahip oldukları meşruiyeti kaybederler. Güç kullanmak sadece siyasi ve hukuki iktidarlara mahsus değildir. Eşkıyalar ve suç örgütleri de güç kullanır. İktidarı ve devleti bunlardan ayıran halkın rızasına sahip olmaları ve hukuka uymalarıdır. Eğer bir iktidar meşruiyetini kaybederse suç örgütlerinden bir farkı kalmaz. Bir sonraki yazıda iktidarın türleri üzerinde tartışacağız.