Toplumsal psikoloji artık su kaldırmıyor, bu net! Pandemi kimine göre kırılma, kimine göre sıyırma, kimine göre de uyanma vaktiydi… Bana göre ise "delilerin ve velilerin iyice ayrıştığı" bir milattı.
Adı her ne olursa olsunlar pandemi ile tanıştığımız ilk günden itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmadı ve gidişle de olmayacak. Ki dünya bile pandemiyle birlikte yaşlandığını fark etti ve bu yaşlanmanın etkisiyle her geçen gün değişti değişirken de depremler, seller, kasırgalar, volkanik patlamalar, küresel ısınma, gıda temin sorunları, kuraklık eşliğinde oldukça agresifleşti…
Bunca doğal soruna savaşlar, kaoslar, göçler, salgınlar, siyasi ve bürokratik sorunlar, ekonomik krizler, yasaların güncele hitap edemeyişi, cezaların suçları caydırıcı kılmaması, egolar eşlik edince toplumlar sosyolojik rahatsızlıklar ile yüzleşti. Paranın ve makamların saltanatı/egosu tarumar oldu toplumların gözünde. Son birkaç yıldır aldığım sosyolojik-bürokratik-diplomatik-siyasi nabız bana sık sık “yok artık bu kadar da olamaz” dedirtse de kendime saklıyordum soluduğum havayı. Fakat birkaç aydır bakıyorum da benim bir iki yıldır soluduğum bu havayı şimdilerde herkes solumaya ve rahatsızlığını aleni bir şekilde dile getirmeye başladı.
Evet içinde bulunduğumuz coğrafya itibarıyla tüm dünyanın yaşadığı bir sorunu bizler çarpı 1000 daha fazla yaşıyoruz ve yaşattırıyoruz çünkü malum Ortadoğu; kaygan, güvensiz, yarını belirsiz, egoların çatıştığı bir zemine dönüşmüş durumda. Peki Ortadoğu’nun bu kaos/savaş/ego tablosu nasıl şekillenecek? Türkiye bu tablonun içinde nerede ve nasıl konumlandırılmaya çalışılıyor? Suriye-Irak-İran-İsrail- Filistin gerginliği Türkiye’ye sıçrayabilir mi? Tüm bunlarla birlikte Türkiye insanının sosyolojik ve psikolojik verileri yetkili kurumlar tarafından takip ediliyor mu?
Takip ediliyorsa ne kadar dikkate alınıyor? Kuzey Suriye’de adı konmuş, yönetim kadroları görevinin başında olan, Esad’la iş birliği yapan, Şam yönetimi ile birlikte pek çok ülkenin her an resmi olarak tanıyacağı “Kuzey Suriye Federal Kürt Yönetimi” şu an Ortadoğu’nun gündeminde değil çünkü İsrail’in yaklaşık bir yıldır Filistin’e yönelik devam ettirdiği ve giderek alanını genişlettiği bir savaş var! Ve bu savaş Filistinliler komple sürgün edilmeden bitmeyecek. Proje şu; “Filistinliler gruplar halinde dünyaya sürgün edilecek çünkü toplu halde bir yerleşim yerinde kalmaları yeniden güçlenmelerine sebep olacaktır.” İsrail’in perde arkasını okuduğunuz zaman meselenin Filistin ile bitmeyeceğini anlıyorsunuz zaten.
İsrail’in amacı Ortadoğu ile birlikte Akdeniz’i de hakimiyeti altına alarak Avrupa’ya bağlanmak ve Ortadoğu’nun tüm yeraltı-yerüstü-ticaret kaynaklarına hakim olarak Avrupa’ya bağlamak… Kalkınma Yolu Projesi’ne de sahip çıkan İsrail Basra’dan başlayan projeyi Akdeniz’e almaya çalışıyor. Burada akıllara gelen ilk soru elbette ki KKTC olmalı zira İsrail’in yayılmacı etkisinin KKTC’yi ne kadar etkilediğine acilen bakılması gerekiyor. Emperyalizmin ajandasında bölgenin tek denge gücü olan Türkiye’ye yönelik nelerin olduğu merak konusu! Son yıllarda çeşitli ekonomik ve sosyolojik oyunlarla sınanmaya çalışılan Türkiye’de şu an herkes hiç olmadığı kadar gergin bunu söylemek istiyorum.
Herkesin hassas ve gergin olduğu dönemlerde çok dikkatli olmak gerekiyor çünkü oyunlar ve oyuncular böylesi ortamlarda elindeki eteğindeki tüm taşları sağcı, solcu, muhafazakar-anti muhafazakar, Kürt, Türk ayırt etmeden herkesin cebine doldurmayı sever. Bugün fazlasıyla sosyolojinin ve psikolojinin mevcut yansımalarına değinmişken gözlemlediğim bir veriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Mevcut gergin insan şu an en büyük mücadelesini “egolara karşı” veriyor! Egolara karşı ise adalet-huzur-eşitlik-vefa kılıcını kuşanıyor…