Suriye halâ belirsizliğini korurken, uluslararası oyun kurucular HTŞ mi SDG mi diye karar veremezken, İsrail elini kolunu sallayarak coğrafyayı bünyesine katarken, “Türkiye Yüzyılı ve Türkiyelileşme” başlıkları eşliğinde yüzünü yeniden AB-BM-NATO’ya dönen Türkiye yeni yol haritaları çizerken, Irak, İsrail ile ilişkilerini hoş tutmak için Haşdi Şabi’den kurtulmaya çalışırken, ABD  “kendisine veliaht olarak yeni bir güce el verme” hazırlıkları yaparken; KKTC Vatandaşlarında (Kıbrıslılar) ve Kürtlerde yükselişe geçen “milliyetçilik” akımı ile yüzleşir miyiz?

16 Aralık 2024 tarih ve “Türkiye denge ve enerji gibi görünmez olmalı Suriye’de” başlıklı yazımda “İsrail antipatisi giderek İsrail sempatisine dönüşüyor” demiştim. Ve yine aynı yazımda “bu coğrafyanın kökeni Hz.İbrahim’e dayanıyor o halde hepimiz aynı soydanız ve savaşmadan İsrail’e biyad edelim” psikolojisinin Ortadoğu insanında giderek yükseldiğini yazmıştım.
Bugün İsrail çerçevesinde; mevcut Ortadoğu psikolojisini, Suriye tablosunu, su yüzüne çıkan Kürt ve Kıbrıs milliyetçiliğini konuşalım istiyorum.

Yüzyılda bir yüzleşilen/yüzleştirilen kader niteliğindeki DEĞİŞİM ZORUNLULUĞU “yeni bir halk başkaldırısına kadar” bu yüzyılda da insanlığın tüm dirençlerini zayıflatmış durumda.
Yaşanan tüm “zorunlu” gelişmeler sonucunda beliren Ortadoğu sosyolojisi şimdi iki başlıkta sonuç vermiş durumda;
1) Yüzyılda bir değişim kaçınılmaz. Geçmiştekiler savaşıp ölse de bu değişime karşı koyamamış o halde ölmeyelim-acı çekmeyelim-savaşsız kabul edelim dayatılanları.
2) Yüzyılda bir kurgulanan sınırların-yönetimlerin-yöneticilerin-oluşumların-güç dengelerinin değişim kuralına hiçbir devlet/ülke/lider karşı koyamamış ise demek ki şimdi de hiçbir ülkenin kendi kaderini belirleme inisiyatifi yok!

Her iki başlık insan neslinin yaşananlara biyad etmesini ve güçlü olana tabi olmasını sağlıyor. Bağları koparılan, aidiyet duyguları yok edilen, yalnızlaştırılan, güçsüzleştirilen, psikolojisi tarumar edilen ve teknolojiye hapsedilen günümüz insanı; savaşlara, acılara, çatışmalara, sürgünlere, açlığa, susuzluğa, teknolojik saldırılara, tehditlere oturduğu yerden anında şahit oluyor ve bu korku ikliminin etkisiyle yaşatılan her şeye hızla biyad ediyor şimdi.

İsrail’in coğrafyada yarattığı “korku-güç-biyad” triasının başka bir etkisi de Kıbrıs ve Kürt Milliyetçiliğinin yükselişe geçmesi…
İsrail’in Akdeniz aşkı KKTC’ye nasıl etki eder diye düşünmek gerekir zira Güney Kıbrıs Rum Kesimi üzerinden “İki Yönetim Tek Kıbrıs Vatandaşlığı-İki Halk Tek Kıbrıs” seçenekleri giderek ısıtılıyor. Kıbrıs’ı iki yönetimli tek ülke yaparak Akdeniz’de daha fazla hareket alanı yaratmaya çalışanları küçümsememek gerekiyor.

İsrail ile soy bağını güçlendiren Kürtler için de “Kürt Milliyetçiliği” argümanı giderek ısıtılıyor. Ve bilhassa Türkiye’de/Türkiye’ye karşı Kürt Milliyetçiliği ciddi anlamda karşılık bulacak gibi görünüyor. Çünkü Kürtler; nüfus yüzdesinde ciddi bir çoğunluğa sahip, kültür-sanat-edebiyat-spor-iş dünyası-bilim-ilim-akademik camia ve pek çok öncü meslekte dünya çapında önemli isimler yetiştiriyor, gelişiyor, geliştiriyor, bulunduğu alana hızla adapte oluyorken halâ bazı eşiklerden geçirilmeyip camdan fanuslara hapsediliyor ve ötekileştirme cümlelerine-bakışlarına-davranışlarına maruz bırakılıyor.
Özetle Kürtler; bunca pozitif veriye rağmen gösterilen negatif yaklaşımlara maruz kalmayı kabul etmiyor artık.
Yahudilerin geçmişte yaşadığı ötekileştirme, dışlanma, sürgünler ve acılar nasıl ki günümüzün güçlü-üst kimlikçi İsrail’ini yarattıysa, bu durum son yıllarda yükselişe geçen Kürt Milliyetçiliğine de emsal olabilir mi diye şapkayı önümüze koymak gerekiyor.

Yazımın girişinde zikrettiğim “uluslararası oyun kurucular HTŞ mi SDG mi diye karar veremezken” cümlemi biraz açmak istiyorum. Henüz netleşmeyen tabloda her şey HTŞ’ye emanet gibi görünse de ilerleyen süreçte bu tablonun değişmesi kaçınılmaz.
Kendi alanında sessiz sedasız uzlaşı tavırlarıyla ve cümleleriyle gördüğümüz SDG akılcı bir yaklaşımla ortamdaki tozun dumanın yatışmasını bekliyor.
SDG’nin bu stratejisini “maşa varken neden ateşe elimle dokunayım” olarak da okumak gerekiyor. Özetle Suriye’den şu an yansıyan veriler-görüntüler hiçbir şekilde perde arkasını yansıtmıyor diye düşünüyorum…