Sürdürülebilirlik üzerine birkaç yazı yazdım. Bu konuya devam etmek niyetindeyim.

Sürdürülebilirlik üzerine birkaç yazı yazdım. Bu konuya devam etmek niyetindeyim. Bildiğiniz gibi sürdürülebilirliğin üç temel sütûnu vardı: Çevresel, iktisadi ve toplumsal sürdürülebilirlik. Ben sondan başlamak istiyorum, yani toplumsal sürdürülebilirlikten. Ancak bu noktaya gelmeden önce, hem toplumsal sürdürülebilirlik için güzel bir örnek hem de bu konudaki teorik tartışmaların ortasında yer alan bir ismi size tanıtmayı tercih ettim. Bu isim, aynı zamanda benim başkanı olduğum İktisadi Gelişme Kürsüsünün de başkanlığını yapmış, benim Hocamın Hocası olan rahmetli Prof. Dr. Sabri Ülgener’dir. Yazıma başlamadan önce Hocamızı rahmetle yâd ederim.

SABRİ ÜLGENER KİMDİ?

Sabri Hoca’yı en iyi tanıtacak olan onun asistanlarından olan Ahmet Güner Sayar Hocamızdır. Ahmet Hoca’nın İslam Ansiklopedisinde yazdığı Sabri Ülgener maddesinden alıntı yapalım:

“8 Mayıs 1911’de İstanbul Cağaloğlu’nda Gümüşhânevî Dergâhı’nda dünyaya geldi. Baba tarafından dedesi olan Safranbolulu İsmâil Necâti Efendi Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin halifelerindendir. Babası Cumhuriyet döneminin ilk İstanbul müftüsü Mehmet Fehmi Ülgener’dir. Anne tarafından soy ağacının İstanbul’da kök saldığı görülmektedir. … İlkokula Divanyolu’nda başladı, ardından İstanbul Sultânîsi’nin (İstanbul Erkek Lisesi) ibtidâî kısmına geçti. Ortaöğretimini bu okulda tamamladı. Tahsili sürerken evde babasından şer‘î ilimleri öğrendi, tasavvufa yakınlık duydu. Arapça ve Farsça yanında yine babasından ta‘lik yazısını meşketti. Babasının ilmiye mensubu arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlere katıldı. Kendi gayretiyle Almanca öğrendi. 1932’de İstanbul Dârülfünunu Hukuk Fakültesi’ne girdi. 1935’te mezun olunca Hukuk Fakültesi İktisadiyat ve İçtimaiyat Kürsüsü’nde asistanlığa başladı. Aralık 1936’da kurulan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne geçti. Burada Alman hocalarının derslerini, kitap ve makalelerini tercüme etti. Bunlardan Alexander Rüstow’un, Ülgener’in Alman tarihçi okuluna yönelmesinde ve Werner Sombart ile Max Weber’i tanımasındaki etkisi büyüktür… 1937’de Yakın Şark Türk İslâm Dünyasının İktisat Ahlâkı ve Zihniyeti başlıklı teziyle doktorasını verdi. 1940’ların başında yayımlanan makaleleriyle kendini gösterdi. … Özellikle “İktisadî Hayatta Zihniyetin Rolü ve Tezahürleri” başlıklı makalesi hem İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri adlı baş eserinin, hem de Türk ekonomik düşünce dünyasını anlamaya dayalı zihniyet boyutunu getirecek diğer çalışmalarının habercisi oldu. … 1951’de İktisadî İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri adlı önemli eserini neşretti. Aynı yıllarda “İslâm Hukuk ve Ahlâk Kaynaklarında İktisat Siyaseti Meseleleri”, “Ahmed Cevdet Paşa’nın Devlet ve İktisada Dair Düşünceleri”, “Descartes Rasyonalizmine Bir Bakış” ve “İktisat Felsefesi Tarihinde Werner Sombart’ın Yeri ve Şahsiyeti” başlıklı makalelerini yazdı.

1947-1948 yıllarında Harvard Üniversitesi’nde bulunan Ülgener burada Joseph Alois Schumpeter ve Alvin H. Hansen gibi iktisatçıların seminerlerine katıldı. Schumpeter’den ekonomik analiz tarihi, Hansen’den Keynes iktisadının esaslarını inceleme imkânına kavuştu. 1951’de profesör oldu. Tarihte Darlık Buhranları ve İktisadî Muvazenesizlik Meseleleri adlı profesörlük takdim tezi aynı yıl basıldı. 1954-1956 yılları arasında İktisat Fakültesi dekanlığı yaptı. Dış ülkelerde kongrelere katıldı. 1958’de Yeni Delhi’de sunduğu “İslâm’ın İktisadî Gelişmede Para ve Kredi Meseleleri Karşısında Durumu” başlıklı tebliğinde İslâmiyet’in faizi niçin haram kıldığını irdeledi. 1958-1959 akademik yılında Münih Üniversitesi’nde bulundu. 1964-1965 yıllarında misafir profesör olarak Columbia Üniversitesi’nde ders verdi. Türkiye’ye girişine ön ayak olduğu Keynesçi iktisadı, Alman tarihçi okulunun görüşünde yorumladığı az gelişmişlik olgusuyla birleştiren Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme adlı kitabını 1962’de yayımladı. Çeşitli makaleler yanında AK İktisat Ansiklopedisi’nde elliden fazla madde yazdı. 1960’larda Türkiye’de baş gösteren olaylar münasebetiyle kaleme aldığı “Aydınlar Sosyolojisi” başlıklı yazısında Marksizm’e karşı eleştirel bir çıkış yaptı. 1981’de emekliye ayrıldı. 1 Temmuz 1983’te İstanbul Erenköy’de öldü ve Edirnekapı Şehitliği’ndeki aile sofasına defnedildi.” (SAYAR, A.G., “SABRİ ÜLGENER” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, www. islamansiklopedisi.org.tr)

ÜLGENER’İN YETİŞTİĞİ ÇEVRE

Benim hocalarım Erol Manisalı, Ahmet Güner Sayar, Doğan Kargül ve Gülten Kazgan’dan dinleyerek tanıdığım Sabri Hoca aslında tam bir erken dönem Cumhuriyet ziyalısı idi. (Dikkat edin, aydın demedim; aydın başkasının ışığından aydınlanmış ve onu yansıtan kişidir, ziyalı ise kendisi ışık saçar! DMD) Şiirde Yahya Kemal, musikide Münir Nûreddin ne ise, iktisat ve sosyolojide de Sabri Hoca’yı aynı yerde görürüz. Yani Osmanlı imparatorluk kültürü ve medeniyetini Cumhuriyet’e taşıyan ve onu yeni Türk cemiyetinde yeniden yorumlayan bir öncüydü. Elbette ki, yetiştiği çevrenin onun müktesebatında çok önemli bir yeri vardır. Osmanlı ulemâ sınıfından bir ailenin oğluydu. İmparatorluğun merkezinde (Sultan Ahmet - Beyazıt hattı) doğdu, yaşadı, öğrenci yetiştirdi. Ailesinde birbirinden çok farklı sanatçı, devlet ve bilim adamları vardı: “Babası Cumhuriyet döneminin ilk İstanbul müftüsü Mehmet Fehmi Ülgener’dir. Anne tarafından soy ağacının İstanbul’da kök saldığı görülmektedir. Annesi Emine Behice Hanım’ın babası Hasan Sabri Paşa’dır. Ülgener’in ailesi tam bir Osmanlı terkibidir. Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Nazım Hikmet Ran, Mehmet Ali Aybar ve Oktay Rifat Horozcu onun kuzenleridir.” (SAYAR, A.G., “SABRİ ÜLGENER” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, www. islamansiklopedisi.org.tr) Yani diyeceğim o ki, Sabri Hoca eski Osmanlı elitleri ve saray çevresinden bir ailede yetişmişti. Bu ise onu hem klasik Türk İslam uygarlığına hem de Batı uygarlığına mensup yapmaktadır. Cumhuriyet Dönemi’nin çok farklı görüşten entelektüellerinin (ki Atatürk de bunlardandır, DMD) ortak özelliği hem doğulu hem de batılı ve aynı zamanda ne doğulu ne batılı olmalarıdır. Sabri Hoca da bunlara örnektir.

SABRİ ÜLGENER’İN TEMEL TEZLERİ VE İLMİ HAYATA KATKISI

Sabri Hoca hem iktisatçı hem de sosyolog sayılır. Bunda yetiştiği ilmi çevrenin de katkısı vardır. Atatürk döneminde gelen Alman Profesörlerden olan Rüstow vasıtasıyla Alman Tarihçi okulunu öğrendi, bunun yanı sıra Rüstow onu Weber sosyolojisi ile tanıştırdı. Yine Amerika’da iki sene beraber çalıştığı Alvin Hansen’den Keynes’i ve Keynesgil iktisadı ve Joseph Alois Schumpeter’den de “dengesizlik iktisadını” öğrendi. (Bir konuşmamızda Gülten Kazgan Hoca “Türkiye Keynes’i Sabri Bey’den öğrendi.” demişti, DMD) Aynı Osmanlı uygarlığında olduğu gibi, Sabri Hoca da, bu dört farklı sosyal bilim yaklaşımını kendi terkibinde bir araya getirdi. Bugün iktisat politikalarından finansa kadar birçok alanın temeli olan Makro İktisat’ın kurucusu Keynes ve onun döneminde en büyük rakiplerinden biri olan Schumpeter’in görüşlerini birleştirdi. Bunu yaparken Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak kendine has hususlarını göz önüne aldı ve bu yüzden Alman Tarihçi Okulundan yararlandı. Son olarak Weber’in kapitalizm, kalkınma ve dini kurumlar arasında kurduğu ilişkiyi (kendisine göre) eksiklerini tamamlayarak Türk ve İslam toplumlarına uyarladı. Ahmet Güner Sayar Hocamız’dan yukarıda yaptığım alıntıda bahsedilen eserleri hep bu terkipçi yaklaşımın ürünüdür. Burada bir noktayı da belirtmek önemlidir: Weber “Sociology of Religion / Din Sosyolojisi” adıyla bir araya toplanan dini kurumlar ve toplumsal yapı arasındaki ilişkiyi ele alan makalelerinden birinde İslâmı bir savaşçı – tüccar toplumun ürünü olarak tanımlar ve devam ederek kendisinin, yine de, İslâm hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmadığını da ekler. Sabri Hoca bu eksikliği tamamlayacak donanıma sahiptir.

SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR TOPLUM VE SABRİ ÜLGENER

Tabiî ki, Sabri Hoca zamanında daha sürdürülebilirlik kavramı oluşmamıştı. Büyüme iktisadı bile daha yeni şekilleniyordu. Ancak bugün toplumsal sürdürülebilirlik başlığı altında ele alınan temel tartışmaların özü, o dönemde de, farklı adlar altında tartışmaya açılmaktaydı. Sabri Hoca’ya göre kendi köklerinden ve geçmişinden kopmuş bir toplumun yaşayabilmesi mümkün olmadığı gibi, geçmişte bir anda donup kalmış toplumların da varlığını sürdürebilmesi mümkün değildi. İşin sırrı geçmişi ve kökleriyle bağını koparmadan gelişebilmek ve tekâmül etmekti. O dönemde Nureddin Topçu’dan, Yahya Kemal’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Kemal Tahir’e çok farklı görüşlerdeki düşünür ve sanatçıların üzerinde fikir birliğine ulaştığı temel sonuç da buydu. Biraz daha ileri gidelim, fikri açıdan kendinden çok farklı bir düzlemde bulunan kuzeni Nazım Hikmet bile, sosyalist devrime bizim tarihimizden bir örnek arayıp Şeyh Bedreddin Destanı’nı yazmıştı.

Pazartesi günü Sabri Hoca’nın tasavvuf ve Türk iktisadi hayatında etkileri hakkındaki görüşlerini ele alacağım. Hayırlı Cumalar.