'CHP herkesi kucaklamaya yönelik bir söylem üretme hedefi taşırken aynı zamanda hiçbir kesime hitap etmemeyi başardı. Bunun sebebi "siyasetsizliğin", "makullük" algısını da yok etmesiyle ilişkili.'
Geçtiğimiz haftalarda Metropoll Araştırma ilginç bir anket yapmış. Sonuçlara bakılırsa seçmenin yüzde 47’si Millet İttifakı ve muhalefet partilerinin Türkiye’yi yönetmeye hazırlıklı olmadığını düşünüyor.
İlginç diyorum, çünkü gündemin bir numarasında hayat pahalılığı ve ekonomik sıkıntılar var. Bu konular toplumun hemen hemen tamamını ilgilendiriyor. “Ekonomiler iktidara getirir, iktidardan götürür” klişe tezinden hareketle muhalefetin oy ivmesinin artması gerekirken ortaya çıkan bu sonuç bize neyi gösteriyor olabilir?
Açıkçası ben bu durumu muhalefetin siyasetsizliği ve siyaset üretememesi olarak okuyorum. Basit bir mantıkla Türkiye muhalefeti bu sıkıntılar karşısında “hiçbir şey yapmadan, kendiliğinden ve olağan bir şekilde” iktidarın seçmen tarafından kendisine verileceğini düşünüyor. Hatta düşünmekle kalmıyor, ciddi ciddi bu duruma inanıyor. Bunun için siyaset üretme ve çözüm kabiliyeti gibi paradigmaları da önemsemiyor.
Muhalefet yönetiminin bu perspektifini bir kenara bırakalım, iktidara öfkeli seçmen kitlesinde Erdoğan nefretinden kaynaklı bir tepkiyi hesaba katmadığımızda aday karmaşasında da “siyasetsiz” kişilerin “umut” olabileceğini düşünen bir taban az değil. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş ismi de bu bakımdan öne çıkıyor. Siyaset üretmeyen makamlarda bulunan bu kişilerin hangi sıkıntıları çözebileceği de belirsiz, umut siyasetsizlikte aranıyor, sorunları çözebilecek beceride değil.
Bu kısa vadede bir “heyecan” yaratabilir ancak bunun sabun köpüğünden öteye gitmeyeceği de açık. Muhalif seçmenin Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına eleştirel bakması, Meral Akşener’in İYİ Parti ilçe belediye başkanlarıyla buluşmasında Cumhurbaşkanı adayı olarak kendi isminin geçmemesi bile liderlerin siyaset üretmekteki başarısızlığını ortaya koyuyor. Siyaset üretemeyenin umut olmadığı bir yerde siyasetsiz makamlarda bulunanların adaylığının talep edilmesi peki neyle açıklanabilir?
Kılıçdaroğlu’nun CHP liderliğine gelmesiyle birlikte partinin kurumsal kimliğinin içinin boşaltılması ve homojenlikten ne olduğu bilinmez bir “kimliksel heterojenliğe” bürünmesi toplumun tüm kesimine hitap etme amacı güdüyordu. Zira bu durumun sonuca ulaştığı pek söylenemez. CHP o günden sonra herkesi kucaklamaya yönelik bir söylem üretme hedefi taşırken aynı zamanda hiçbir kesime hitap etmemeyi başardı. Bunun sebebi “siyasetsizliğin”, “makullük” algısını da yok etmesiyle ilişkili.
Örneğin, “elektrik faturalarımı ödemiyorum” gibi siyaset dışı bir söylemin radikalizmle arası pek de iyi olmayan bu topluma bir şey söylemeyeceği açık. Olayın başka bir tarafı, seçmen kitlesi de iktidara karşı bunun bir çözüm mekanizması rolü oynamayacağını biliyor.
Bugüne kadar AK Parti’nin kültürel iktidarı sağlayamadığı, CHP’nin kültürel iktidarı hala daha elinde tuttuğu şeklinde yapılan eleştiriler var. Bu önermenin haklı olduğu söylenebilir fakat siyaseten AK Parti’nin merkez-sağın gerçek anlamda tek temsilcisi olması kültürel muhalif kimliğini beraberinde getirdiği de açık. Çünkü merkez-sağ Türkiye’ye özgü, Batı’da böyle bir kavram yok. Her şeyden öte merkez-sağ, siyasi bir harekete dayalı, yani siyaset üreten bir mekanizma. Ilımlı, dengeli olması da makul ve kapsayıcılığı beraberinde getiriyor. Bu da siyaset üretme adına geniş bir alan açıyor.
Siyaset üreten dinamik yapılarda buraya ait olmayan “kültürel iktidara” karşı “kültürel muhalefetin” iş yapacağı bir gerçek. Çünkü çevreyi de temsil ediyor. CHP gibi iktidara geldiğinde “başörtüsü kazanımını koruyacağız” gibi elde edilmiş haklar üzerinden patinaj da yapmıyor. O nedenle elektrik faturaları noktasında da kimse “ödememe” gibi bir eylemi gerçekleştirmeyecek, talep noktasında iktidara “indirim” talebini yineleyecek. Çünkü siyaset üretmenin izdüşümü gerçeklere, somut ve kalıcı çözümlere dayalı. Makullükten uzak oldukça da “umut” satmanın hayal olduğunu söylemeye bile gerek yok.