Her yasak öncesi insanların değil iki günlük iki hafta yetecek kadar alışveriş yapmalarını ve hafta sonunda oluşacak temastan daha fazlasının birkaç saat içinde oluştuğu bu davranış psikolojisiyle ilgili analizleri merak etmiyor değilim.
Pandemi başladığından bu yana alışverişimi yapmak için tenha diye hep aynı markete gidiyorum.
Bu Cuma gördüğüm kalabalığı salgın döneminde hiç görmemiştim.
Yine bir yasak öncesi insanlar iki günlük ihtiyacını fazlasıyla karşılamak için kasa kuyruğundaydı.
Geriye kalan zincir marketleri düşünmek istemiyorum bile, zira hafta sonunda oluşacak temastan daha fazlasının Cuma günü oluştuğuna dair ciddi kuşkularım var.
Bunu Bilim Kurulu kendi içinde yasakların bir anlamı olup olmadığını, toplumun her yasak öncesi neden hep aynı reaksiyonu verdiğini değerlendirecektir herhalde.
Aslında toplum davranışı demişken bu konu Toplum Bilimleri Kurulu’nun alanına giriyor.
Her yasak öncesi insanların değil iki günlük iki hafta yetecek kadar alışveriş yapmalarını ve hafta sonunda oluşacak temastan daha fazlasının birkaç saat içinde oluştuğu bu davranış psikolojisiyle ilgili analizleri merak etmiyor değilim.
Bu gruba ben de dahilim, hiç yemediğim halde nedense marketten hindi tandır konserve alarak çıkmışım.
Bana kalırsa toplumun virüs korkusunu geçen bir yasak korkusu olduğunu düşünüyorum.
Bunun bilinçaltı versiyonlarını bilemem ama serbest dolaşımda dahi tedbirlerine sıkı sıkıya bağlı olan insanların yasak öncesi göstermiş oldukları reaksiyonun temelinde başka bir şey olmalı.
Farkındayım, insanlar hayatta kalmak ya da sevdiklerine korumak adına en temel hak ve özgürlüklerinden bile vazgeçtiler.
Sosyal bir yaratık olan insan bu doyumunu pandeminin başladığı ilk zamanlarda sosyal medyanın gücüyle online konserlerde, görüntülü konuşmayla gerçekleşen yemek sofralarında, tadı tuzu olmayan 360 derecelik sergi gezileriyle sağlamaya çalışsa da beklenen tatmin gerçekleşmedi.
İnsan, kişiden kişiye göre değişen en sevdiği sosyal etkinliklerine bile veda ederken, bir kişiyle yarım saat karşı karşıya doyasıya sohbet etmeyi arar oldu.
Sağlık adına gönüllü olarak vazgeçilen bu özgürlüklerin ne kadar kıymetli olduğu da ortaya çıktı.
Öyle ya, hayat sadece eve sığan bir olgu da değildi, nitekim sığmadığı da anlaşıldı.
Online gerçekleşen ve salgın sonucunda ortaya çıkacağı düşünülen “dayanışma, paylaşım” gibi kavramların içi de dolmadı.
Hindi tandırı sepetime koyuşum da en azından benim için bununla ilgili.
İzolasyon tedbirleriyle alakalı genel kanıdan farklı düşünmeme rağmen bir mecburiyet ekseninde hafta sonlarımı evde geçiriyorum.
Sosyal hayatımdan uzak kalışımı daha önce denemediğim ve yapmadığım şeylerle telafi etmeye çalışıyorum.
Sadece ben değil, birçok kişi de öyle.
Hindi tandır, gönüllü olarak tüm insanlıkla birlikte bırakmaya mecbur kaldığım normal hayatımın simgesi aslında.
Ve “yeni normal” diye de bir şey yok, normalimi korumak için normal hayatımda yapmayacağım şeyleri “yeni normalin” içine sıkıştırıyorum, çünkü biliyorum ki asıl normale döndüğümde şimdi “yeni” gelenden öte hayatı bana sevdiren rutinlerim yaşama amacım olacak.
Amiral gemisinin genel müdürü gibi “sıkılmanın iyi bir şey” olduğunu yazarak yaşadığımız bu zamanları “sevimli” gösterecek değilim.
Bir daha belki hiç hindi tandır almayacağım ama tüm özgürlüklerle birlikte hayatımı hayat kılan her şeyin müdahale edilmeksizin kararını ben vereceğim.
Beni insan yapan iyi ya da kötü tüm kararlar gibi…