Bu yüzden dönüp dolaşıp Türkiye'ye değil, "Türkiye"ye saldırırlar.
Öncelikle Türkiye kelimesini neden tırnak (“ ”) içinde yazdığımı açıklayarak başlayayım.
“Türkiye”, sâdece Türkiye Cumhuriyeti devletinin adı değildir.
“Türkiye”, sâdece başkenti Ankara olan, para birimi Türk Lirası olan, resmî dili Türkçe olan bir devleti tanımlamaz.
“Türkiye”, sâdece 26 derece 25 dakika Doğu boylamı, 36 derece 42 dakika Kuzey enleminde bulunan toprak parçası değildir. “Türkiye”, sâdece üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu ve Trakya yarımadaları üzerine kurulu bir ülke değildir.
“Türkiye”, sâdece Türklerin ve Müslümanların yaşadığı bir coğrafya değildir. Bu yüzden ay-yıldızlı bayrak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin alâmet-i fârikası olmaktan daha büyük ve derin anlamlar taşıyan bir semboldür.
Bu yüzden dönüp dolaşıp Türkiye’ye değil, “Türkiye”ye saldırırlar. Bu yüzden nihâî hedefleri “Türkiye”dir. Bu saldıranlar hem Türkiye’de, hem “Türkiye”de, hem de başka ülke ve coğrafyalarda mevcuttur. Kimisi muhalif, kimisi rakip, kimisi düşman sûret ve kimliğiyle görünür.
Yanıltıcı hedefler
Nihâî hedef olarak “Türkiye”yi seçenler ve özellikle Türkiye’de olanlar, bunu açık açık yapma cesâretine ve şahsiyetine sâhip değildir. Bâzen bir şahıs üzerinden, bâzen bir parti üzerinden, bâzen kamu ya da özel bir kurum ve kuruluş üzerinden, bâzen inancın bir unsuru, bâzen de bir icraat üzerinden saldırırlar ve hedef saptırırlar.
1- Şahıs
Şahıs olarak son yıllarda seçtikleri isim Recep Tayyip Erdoğan’dır. Onun yüzünü görmeye, sesini duymaya bile tahammül edememe şeklinde bir propaganda tavrı geliştirdiler. Daha önce Erbakan, Özal ve Menderes’e aynısını yaptılar. Çok daha önce II. Abdülhamid’i hedefe koymuşlardı. O zaman bu isimlerin ve şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği “Türkiye”ye doğrudan saldırmak, millî bir tepkiye sebep olacağını çok bildikleri için kaçak güreşirler. Bunu yaparken de “vatanseverlik”, “milliyetçilik” gibi gerçek anlamını bilmedikleri kavramları kullanırlar.
2- Parti
Saldırdıkları parti; Demokrat Parti, Anavatan Partisi ya da Refah Partisi olur. Güncel yanıltıcı hedef AK Parti’dir. Bu partilerin bu devletin anayasal partileri olmasını görmezler. Zâten onların aleyhine olan anasayayı da tanımazlar, darbe yapıp değiştirirler. Onlar için “kendileri esastır; onların istemedikleri hiçbir şey olamaz”. “Türkiye”nin hayrına bir şey istedikleri de vâki değildir. “En güzel şeyi bile beğenmemeyi kendilerine görev edinmişlerdir”. Nâzik olunmasını isterler, ama nezâket âbidesi bir başbakanı hiç uğruna asarlar.
3- Kurum ve kuruluş
Gün gelir Diyânet İşleri Başkanlığı’na saldırırlar. Gün gelir Kızılay’ı hedef alırlar. Bâzen TRT, bâzen THY, bâzen DSİ, bâzen TİKA, bâzen de MİT bu saldırılardan nasibini alır. Hatta bir spor kulübü veya vakıf ve derneğin adı da söz konusu olabilir. “Türkiye”yi temsil eden, al-bayrağı taşıyan her kurum ve kuruluş onları tehdidi ve tehlikesi altındadır.
“Türkiye” adına göğüslerinin kabarmasını, başlarının dik olmasını, alınlarının açık olmasını, övgü almayı, tebrik edilmeyi istemezler. Sportif organizasyonlar da alınan başarıları bile hazmedemezler. Millî futbol takımımız 2002’deki dünya üçüncülüğünü “kolay grup” deyip hafife alırlar. Teknik direktör Şenol Güneş’in giydiği takım elbisenin rengine mânâ bulurlar.
4- Din
Ama en çok kullandıkları söylem, hiç alâkaları olmayan dindir. Namaz kılmazlar, ezana karışırlar. Oruç tutmazlar Ramazan’a, terâvih namazına, kültürel bir motif olan davulculara karışırlar. Din bilgileri Kurban Bayramı ve Hac zamânının her sene aynı dönemde olduğunu bilmeyecek kadar kıttır. Ama laik olduklarını iddia etmelerine rağmen, dinî bayram tâtillerine herkesten önce çıkarlar. Bir Müslümanın kişisel hatâsını İslâm’ın tamâmına mâl etme fırsatını kaçırmazlar. Ama bâzı zenginlerin kişisel sapkınlıkları sebebiyle zenginliğe ters baktıkları görülmemiştir. Hristiyanlıktaki dinî uygulamaları, kültürel çeşitlilik olarak kabul ederler. Ama Diyânet İşleri başkanı, Kur’ân-ı Kerim’e dayanarak eşcinsellikle ilgili hutbe verince, “nefret suçu”, “ayrımcılık”, “ötekileştirme” gibi daha önceden doldurulmuş silahlarla saldırmaya başlar, suç duyurusunda bulunurlar. Partisiyle, barosuyla, derneğiyle şer ittifakı kurarlar.
5- İcraat
“Türkiye”nin hayrına yapılan icraatlar onlar için anlamsız ve gereksizdir. Ne yol, ne köprü, ne havaalanı, ne hastane ne de üniversite istemezler. Yapılıp açılınca da “bizim fikrimizdi” ya da “zâten görevleri” derler. Bir vatandaşımızın İsveç’ten getirilmesine bile, hep yaptıkları gibi, “tiyatro” derler.
Meselenin aslı
Güncel hedefleri değişir, ama temel hedefleri sâbittir. Saldırdıkları isimler, partiler, kurum ve kuruluşlar, dinî unsurlar değişir. Millî bayram tebriği mesajında bile bir sonraki gün “Türkiye”yi uluslararası câmiada zor durumda bırakan uydurma bir soykırım iddiasını dillendirmekten utanmazlar.
Küresel bir hastalık salgınını bile fırsat bilip Türkiye’deki gerçekleri çarpıtarak aşağılık komplekslerine malzeme yaparlar ve “misyonlarını” yerine getirirler.
Bunu neden yaptıklarını iyi bilmek gerekir. Saldırdıklarında yıpratmak, zayıflatmak ve yıkmak istedikleri “Türkiye”, dünyâya hâkim olan sömürü sistemini elinde tutanların karşısındaki tek rakiptir. Dünyânın yüzde sekseni ve Müslüman nüfûsa sâhip devletlerin tamâmı sömürgeleştirilmişken, bunun tek istisnâsı, siyâsî sınırları ne olursa olsun, “Türkiye” olmuştur. Türk bayrağına bakmak, vatan hasreti çekenlere doktorların reçetede yazdığı ilaçtır.
“Türkiye”yi hedef alanlar, nedense(!) diğer Müslüman devletleri önemsemezler. Örneğin bu saldırganlarından Türkiye dışında olanların “en sevdikleri diktatör” ilan ettikleri ve bayrağında Kelime-i Tevhid yazan Suudî Arabistan’ı tehdit olarak görmezler. Hatta icraatlarına maddî ve siyâsî destek almaktan geri durmazlar. “Türkiye”nin Osmanlı boyutunda ortaya koyduğu eserleri, Suudî Arabistan eliyle yok ederler. İran, Mısır, Libya, Cezâyir, Irak, Suriye ve daha nice ülkenin Müslümanlığı onlar için tehdit değildir. Çünkü “Türkiye” hâricindeki devletler, İslâm’ı değil Müslümanlığı temsil eder; küresel bir alternatif ve rakip olamazlar.
“Türkiye”yi kendilerine alternatif olmaktan çıkarmak için vurdukları ve vurmak istedikleri yüzlerce ve binlerce darbenin büyük ölçüde başarılı olduğunu itiraf etmemiz gerekse de, “tutan en son ocak” sönene kadar vazgeçmeyeceklerini de unutmamalıyız.
Müslüman oldu, Türk oldu
Hangi etnik kökenden olursa olsun Balkan Müslümanlarına “Türk” denir. Bir Hristiyan, Müslümanlığa geçtiğinde “Türk oldu” denir. Bunu anlamak, “Türkiye”nin, siyâsî sınırları olan bir devletin çok ötesinde bir anlam taşıdığını anlamanın bir başka yoludur. Hristiyan Avrupa bunu çok iyi bilir ve Kudüs’ü kurtarmak amaçlı haçlı seferlerinin ilkini düzenlemek için 1071 sonrası 1096’ya kadar beklemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, “Türkiye” olma ülküsünü ve medeniyet tasavvurunu muhafaza ettiği sürece, yukarıda adını saydığım müslüman ülkeler öncelikli olmak üzere, bütün diğer ülkeler de “Türkiye” ile aynı tırnak (“ ”) içinde yazılma şansına sâhiptir. Yâni mevcut düzene karşı başkaldırabilecek, onu tehdit edebilecek, dünyânın gerçek büyüklüğünü ortaya koyacak, güçlünün haklı değil ama haklının güçlü olduğunu savunabilecektir.
Tek cümleyle
Avrupa ülkeleri, birbirlerinin tıbbî malzemelerine el koyup “tek dişi kalmış canavar” ve “barbar” olduklarını bir daha göstermişken, Süpergüç(!) ABD dâhil, 116 ülke bizden tıbbî yardım istiyorsa; TSK terörün başını ezerken muhalefet “aba altından darbe” gösteriyorsa, “Türkiye”, Türkiye Cumhuriyeti devletinin siyâsî ve ekonomik sınırlarından daha öte bir öneme sâhiptir.