Türkiye enteresan bir memleket…

Türkiye enteresan bir memleket… Üç yazı boyunca eğitim ve beşeri sermayeden bahsedelim dedik, gündem öyle bir doldu ve yazılacak o kadar konu çıktı ki, ben de “Gündeme dair kısa notlar düşeyim”, dedim bugün… Türkiye’ye nasıl bir eğitim sistemi gerektiğine dair görüşlerimi pazartesi paylaşacağım.

OVP – VERGİ ZAMLARI

Orta Vadeli Program açıklandı… OVP varsayımları ve hedefleri birbiriyle tutmayan, adeta aceleyle hazırlanmış gibi gözükmektedir. OVP’de önümüzdeki üç senede yüzde 5,5’luk bir büyüme hedefi konmuş, cari açığın düşeceği, bütçe açığının kontrol altına alınacağı ve USD kurunun 2020 itibariyle 4 TL civarında olacağı öngörülmüştür. Bir ülkede hem enflasyon, hem bütçe ve cari hesap açıkları bulunuyorsa, bu durumda ekonomiyi reel olarak büyütürken her üçünü aynı anda indirmek için deveye hendek atlatmak, şapkadan tavşan çıkarmak gerekir. Eğer bu enflasyon oranını, bütçe açığını ve cari açığı eş anlı olarak indirmek isterseniz kısa dönemde milli geliri düşürmeniz veya uzun dönemde büyüme oranını küçültmeniz gerekir. Çünkü büyüme oranı ne kadar yüksek olursa Türk ekonomisinin mevcut koşullarında (yani tüm üretimde yüzde 35, sanayi sektörlerinde yüzde 50 ve ihracatçı sektörlerde yüzde 60 ithal edilmiş yabancı ara girdiye dayalı yapı varsayımı altında) cari işlemler açığı da o kadar yüksek olur. Tek bir istisnası vardır: Büyüme ihracattaki ciddi bir artışla gerçekleşirse ve net ihracat pozitif değerde olursa, o takdirde cari açık düşeceği gibi hızla artan milli gelirle birlikte vergi gelirleri de artacak ve bütçe açığı kapanacaktır. İhracat da iki temel etkene bağlıdır: Kur düzeyi ve dış dünya talebi. Cari açık ve bütçe açığını aynı anda düşürebilecek ölçüde bir ihracat artışı yaratmak için ya TL’nin hızla değer kaybetmesi, ya dünya ekonomisinin bu üç sene ortalama yüzde 5 kadar büyümesi (ki en iyimser tahmin yüzde 3,5 kadardır DMD), ya da diğer ülkelerde Türk ürünlerine birden ciddi bir talep artışı olması gerekir. İçinde bulunulan savaş hali, terör faaliyetleri, Avrupa Çakma Birliği’nin belirsiz geleceği vb. etkenlerle dünyanın birden bu kadar hızlı büyümesi mümkün gözükmemekte, keza Türk mallarına dünyada birden ciddi bir talep artışının olması ve bunun 3 sene boyunca devam edebilmesi için gerekli olan hiçbir neden bulunmamaktadır. Geriye TL’nın reel değerinde hızlı bir düşüş olma ihtimali kalır. Yani, Dolar ve Avro’nun üç sene boyunca beklenenden daha hızlı artması beklenmelidir. Bu da OVP’nin dolar kuru hedefi ile uyuşmaz. Diyelim ki bütün olmazlar bir araya geldi ve TL değer kazanırken yüksek hızlı büyüme ve açıkların kapanması aynı anda gerçekleşti, o takdirde, enflasyonun yükselmesini durduramazsınız. Öyle ki, enflasyonun yıllık yüzde 10-15 bandında kalması bile mükemmel bir sonuç olarak karşımıza çıkabilir. Bu halde bir de, dolaylı vergilerin arttırılması, ÖTV, KDV ve MTV’ye fahiş zamlar bırakın OVP’yle uyumu, en basitinden İktisat 1. Sınıf talebesinin sahip olduğu bilgi düzeyiyle bile kabul edilemeyecek vahim bir hatadır. Sen tekelcilerden, rantiyelerden, faizcilerden, komisyonculardan, emlak spekülatörlerinden vergi alma / alama, sonra gel devletin yükünü çiftçinin, emekçinin, emeklinin, garibanın ve fukaranın omzuna yükle: Çakır’ın dediği gibi “Ne güzel İstanbul be!”

DÜŞÜK FAİZ – YÜKSEK KUR MODELİ

Sayın Cumhurbaşkanı bir çok alanda olduğu gibi ekonomide de tek başına bir mücadelenin içindedir, bir çok yetkili Sayın Cumhurbaşkanı’nın sözlerini kulak arkası etmekte ve kendi bildiklerini okumaktadırlar. Faiz meselesi buna bir örnektir. Türkiye, uzun yıllar boyunca yüksek faiz – düşük kur modeliyle yabancı tefeci ve simsarlara ciddi bir gelir aktarmıştır. AK Parti iktidarı ile birlikte belirlenen en büyük hedeflerden birisi de bu gidişe dur demekti. Hem içerde hem dışarıda mevzilenmiş üretmeden servet elde etmeyi hedefleyen asalak bir zümrenin Türk milletinin kanını emmesinin önüne geçmek gerekirdi. Bunun için görece düşük faiz ve yüksek kur rejimine geçilmesi elzemdir. İhracata dayalı hızlı bir büyümenin (sadece) başlangıcı böyle bir değişimi gerektirmektedir. Tabiî ki, her politikanın bir maliyeti olduğu gibi bu politikanın da kısa dönem maliyeti yüksek enflasyondur. Uzun dönemde bu politikanın köklü bir eğitim reformu ve büyük oranlı teknoloji yatırımları ile desteklenmesi gerekir. Cumhurbaşkanımız, bu hafta daha önce de belirttiği gibi, faizlerin yüksek olduğunu, bu vaziyette büyüme ve istihdamın yara alacağından bahsetti. Ama kimin umurunda: Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı’nın idare-i maslahatçı bürokratları, ekonomi medyasının finans kapitale göbekten bağlı “Beyazlatılmış Türkleri” ve Türkiye’deki holding bankacılığı sistemi kulaklarını tıkamaktadır… Bu çarpık yapının ifşa edilmesi gerekir.

BEYAZLATILMIŞ TÜRKLERİN KARA YÜZÜ

Adana Büyükşehir Belediye’sinin düzenlediği film festivalinde sunucu hanımlardan biri, birçok uluslararası ödül almış ve son dönem Türk sinemasının önemli değerlerinden biri olan yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun elini sıkmadı, sırtını döndü… Sonra da twitter hesabından şöyle bir açıklama yaptı: “Eşitler arası bir selamlaşma ve yakınlaşma ritüeli olan el sıkışmayı; kendinden olmayanları ötekileştirenle, fakiri zengine böldürenle, güçlüleri tutup zayıfları hor görenle yapmayı reddediyorum. Yüreğime ve sevgiye düşman olanla, gözlerim ve ellerim dost olamaz.” Dinime küfreden bari Müslüman olsa… Buradan Sayın Kaplanoğlu’na sesleniyorum: “Hiçbir sanatsal üretimi olmayan, DJ’likten bozma bir sunucunun sizin elinizi sıkmaması sizi üzmesin. Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz… Siz tabiî ki kendinizi herhangi bir sanat eserine emek vermemiş bir sunucu ile eşit görmemelisiniz… Cahil ve görgüsüz bir kadının, kültür ve sanat dünyamıza hakim olan türedi bir zümrenin gözüne girmek için sizi hedef seçmesi, sizin emek ve eserinizin değerini düşürmemektedir. Müsterih olunuz.”

METAL FIRTINA VE YENİDEN SADABAT PAKTI

Yanılmıyorsam 2004 yılıydı… Timaş yayınlarından çıkan ve Orkun Uçar ile Burak Turna tarafından yazılan Metal Fırtına kurgu romanı 2007-8 yıllarında Kuzey Irak ve Suriye üzerinden ABD’nin Türkiye’yi işgal etmesini ve Türkiye’nin emperyalist güce karşı vatan savaşını anlatmaktaydı. Romanın sonunda başta Rusya olmak üzere bölge ülkelerinin işbirliği, Başbakan Erdoğan ve kahraman Türk ordusu ve milletinin inançlı direnişi ile emperyalist güç bertaraf ediliyor ve Başkan Bush görevinden alınıyordu. Gerçek çoğu zaman kurgu gibi olmaz. Şimdi de farklı şekilde cereyan ediyor… Evet, bir vatan savaşı veriyoruz. Hiç kuşkusuz bu savaşı ABD ve hempalarına (PKK, FETÖ, IŞİD, vatansız ve kimliksiz iş birlikçiler ve bir kısım “Beyazlatılmış Türkler”) karşı veriyoruz… Savaş 2008’de Ergenekon ve Balyoz’la başladı, MİT Başkanı’nın tutuklanma teşebbüsü, Gezi Ayaklanması, 17-25 Aralık Yargı Darbesi, Kobani Ayaklanması, Hendek Savaşları ile devam etti ve 15 Temmuz İhaneti ile zirveye çıktı. Sonra Cumhurbaşkanı’nın liderliğinde Türk Ordusu PKK’yı hendeklere gömdü, FETÖ’cü hain ve casusları Türk milleti ordusuyla beraber bertaraf etti, Fırat Kalkanı harekâtı ile Amerikan Koridoru’nu kesti. Emperyalist gücün kışkırtmasıyla ilk önce Katar enterne edilmeye çalışıldı, karşılarında Türkiye’yi buldular. Sonra Kuzey Irak Fitnesi çıkarıldı… Bugün Türkiye, Rusya, İran ve Irak aynı cephededir… Daha önce bir yazımda yazdığım gibi yeni bir Sadabat Paktı’na doğru emin adımlarla gidilmektedir. Emperyalist Güç hızla mevzi, zaman ve kuvvet kaybetmektedir. Ve ABD başkanının suyu ABD’ de ısınmaktadır. Romanın kurgusu daha uzun bir zaman diliminde olsa da gerçekleşmektedir. Neden sonu da benzemesin?

Neyse… Laf lafı açıyor… Pazartesiye görüşürüz.