Teşbihte hata olmaz deyip bir benzetmeyle başlayayım.
Teşbihte hata olmaz deyip bir benzetmeyle başlayayım. Boynu dâhil hiçbir yeri düzgün olmayan deve gibi, her yeri yamuk, yalan-dolan ve yanlış olan FETÖ’nün eşyânın tabiatına aykırı bir tarafı gözden kaçıyor. Dolayısıyla sanki doğalmış ve ortaya çıkmazı kaçınılmazmış zannediliyor.
Yıllarca bu milletin mânevî değerleri üzerinden doğru şeyleri savunuyor gibi yapıp taraftar kazanan, taraftarlarını önce suistimâl eden ve sonra da ihânet edecek hâle getiren FETÖ ve bu kalleş terör örgütünün lideri olan zat ile ilgili şu tespiti yapmak yerinde olur:
FETÖ isimli terör örgütü, kendini “hizmet” olarak nitelendirip, önce her hangi bir dinî cemaat kimliği ile tanındı. Bu kimliği ile mağdur edebiyatı yaptı ve Kemalist-ulusalcı kesim tarafında laikliğe tehdit olarak “parlatıldı”. 28 Şubat’taki “balans ayarı”ndan sonra kendini “câmia” olarak adlandırdı. Kendilerince dinî kimliklerini ikinci plâna itip “laik”, “hümanist” bir kimlik takındılar. Herkese hitap ediyorlarmış gibi bir hâllere girdiler. Hatta “kâr payı” adı altında önce finans kurumu, sonra bal gibi faizli bankacılık yaptılar. Hedeflerine giden her türlü yolu mübah gördüler. Şeytan’a âdeta “Allah’ım bunlar varken bana ne gerek var” dedirttiler.
Kuliste kostüm değiştiren profesyonel aktör ya da aktriste taş çıkartırcasına ustaca ama âdice yapılan bu şeytânî değişimler, çıkar ilişkisi veya şantajla kullandıkları medyanın da desteğiyle pek de fark edilmedi. Bukalemun gibi ortama uydular ama buna “tedbir” dediler. İstediklerinde mağduru oynadılar, istediklerinde “hesap sorma” kılıfı altında zâlim oldular. Şantaj yaptılar. “Himmet” adı altında haraç topladılar. Haksızları haklı duruma getirdiler. Ama hep gölgeleri gözüktü. Dışarıdan bakınca, sanki her şey doğal akışı içinde gelişiyordu. Hatta yine dışarıdan bakınca, birçok dinî cemaat gibi onların da “hocaefendi” dedikleri birileri vardı. Onun da güya ceketinden başka bir şeyi yoktu. Mütevazılık, artık inanılmama seviyesine ulaşmıştı. Zâten başlarındaki zat hâricinde mütevazıymış gibi yapmaya gerek duyan da pek kalmamıştı. Nasıl olsa her şey o zatta bitiyordu; onun yaptığı şeyler, peşindekilerin hatâlarını örtüyordu. Ayrıca peşindekilerin şeytana uymaları, onu daha da yüceltiyordu.
Kısacası uyan râzıydı, uyulan da râzıydı. Zâten istediği şey de buydu. Artık her şey gün gibi ortada olduğu için, FETÖ’nün rezilliklerini daha fazla hatırlatmaya gerek yok. Gelelim, yukarıda bahsettiğim gözden kaçan meseleye.
Tarikatların isimleri ve kurucuları
15 Temmuz ihânetinde “tiyatro” türküsünü söyleyenler, mal bulmuş Mağribî gibi, FETÖ’nün yanına tüm dinî cemaatleri hatta tarîkatları da koymakta vakit kaybetmediler. Ancak 15 Temmuz gecesi bankamatiklere koşanlar ne kadar vatanseverse, tarikatlara toptancı bir söylemle attıkları iftira o kadar doğrudur.
FETÖ, “Fetullah” isimli zat tarafından bizzat kurulmuş bir terör örgütüdür. Oysa ki, İslâm târih ve literatüründe klâsik târikatlar olarak bilinen tüm tasavvuf ekollerinin en büyük ortak özelliği, adını taşıdıkları kişi tarafından kurulmamış olmalarıdır. Yâni örneğin Mevlevîlik Mevlânâ Celâleddin Rûmî tarafından kurulmamıştır. Ortada bir kuruluş ilânı, modern benzetme ile, bir kurdele kesme merâsimi, kuruluş târihi falan yoktur. Örnekleri artıracak olursak Rifâîlik, Ahmed’er Rifâî; Kādirilik, Abdülkādir Geylânî; Bektâşîlik, Hacı Bektaş Velî; Bayramîlik, Hacı Bayram Velî; Nakşibendîlik, Bahauddin Şâh-ı Nakşibendî tarafından kurulmamıştır. Mezkur ve diğer tüm klâsik tarîkatlar, bu isimlerin hak öğretilerini tâkip eden talebeleri tarafında zamân içinde ekolleştirilerek bir yol hâline getirilmiştir. Bu yüzden de “yol” mânâsına gelen “tarik” kelimesi kullanılır. Mevlevîliğin ekolleşip bugün anladığımız şekliyle bir tarîkat olması, Hz. Mevlânâ’nın Hakk’a yürümesinden sonra, oğlu Sultan Veled tarafından oluşturulmaya başlamış ve yüzyıllar içinde olgunlaşmıştır.
FETÖ’nün aykırılığı ve yapaylığı
Bu açıdan bakıldığında, FETÖ adlı terör örgütüne adını veren zâtı tâkip edenlerin “Fetullahçı” olarak adlandırılmaları, doğru bir adlandırmayla, onların bir dinî cemaat olmadıklarının en kesin tespitidir. Hiçbir tarikat veya dinî cemaate yaşayan kişinin adı verilmez. En azından ismi verilen kişiler, kendileri hayattayken, etrâfındakilere ve tâkipçilerine kendi isminden mülhem bir isim vermemiştir.
Kendilerini “mâsum dinî cemaat” veya “hümanist hizmetçiler” diye adlandıran bu terör örgütü üyeleri de, hapiste çürüyüp gidecekler öncelikli olmak üzere, yurtdışında firârî hâin olarak yaşayanlar, değil ekolleşip bir isim almak, bu kadar yapay oldukları için bir nesil sonra yok olup gideceklerdir.
Kendi ömrü süresi içinde kendi fıkıh anlayışını oluşturmaya cüret edecek kadar kantarın topuzunu kaçıran, bırakın târikat veya cemaat olmayı, Müslümanlıkla bile yetinmeyip tüm dinleri diyalogla kucaklayıp onları aşarak, “kâinat imamlığı” gibi şizofrenik bir makamı dillendiren bir oluşumun istisnâsız her bir üyesi ve sempatizanı ileri seviye bir sosyopati hastasıdır. Böyle bir hastalığa sâhip olmaları, cezâî ehliyetleri olmadığını göstermez; suçu olanlar yargılanıp en ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Eşyanın yapısına ve toplumsal yapıların doğal oluşum ve gelişim şekline aykırı, tamâmen yapay bir yöntemle oluşturulan FETÖ, âdeta sosyolojik evrimi, adlî ve askerî darbe dâhil her türlü yolu deneyerek hızlandırıp amaçlarına devrimci bir değişim hızıyla ulaşmayı amaçlamıştı.
Onlar doğal değiller ama kırk yıllık plânlarını başlarına yıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek sâhipleri, sonuna kadar doğaldır. Bu, o kadar güçlü bir doğallıktır ki, bu doğallık Türkiye’ye sâdece bir ülkenin adı olmaktan çok daha büyük anlamlar kazandırmaktadır.