Geçen Cuma namazının hutbesinin konusu "âhiret inancı" idi. İslâm'ın şartlarından önce kabûl edilmesi gereken imânın şartları arasında yer alan "âhiret inancı" üzerinde tafsilatlı ama cemaati sıkmayan bir içeriği vardı hutbenin. En akılda kalan kısmı da, Kur'ân-ı Kerim'in birçok âyetinde tekrarlanan "Allâh'a ve âhiret gününe inananlar" ifâdesiydi. Yâni, âhiret inancı Allâh'a îman ile denk bir öneme sâhip olan bir îman akidesidir.
Bunun eğitim sistemimizle ne ilgisi olduğunu merak edebilirsiniz. Zira ilk bakışta “lâik” bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim sistemi ile âhiret inancının pek de ilgisi olmaması gerekir. Lâikliği dinsizlik zanneden Kemalistler açısından eğitim sistemimiz ile âhiret inancı arasında bir bağlantı yoktur, olamaz ve olmamalıdır. Varsa, bu durum, lâikliğe aykırıdır.
Her ne kadar seçimlere bir hafta kalmış olmasına rağmen,
eskiden olduğunun aksine, lâikliğe hiçbir vurgu yapılmamasına rağmen, bu durum,
artık lâikliğin bâzı kesimler açısından önemini kaybettiği anlamına gelmez.
Gelelim eğitim sistemimiz ile âhiret inancı arasındaki
bağlantıya, daha doğrusu bağlantısızlığa. Aşağıda okuyacaklarınızı şu cümle ile
özetleyebilirim: Bu eğitim sisteminden geçen birinin sağlam bir âhiret inancı olması
pek de mümkün değildir.
Bu özet cümlenin açıklaması şöyle:
Âhiret inancının içeriğine baktığımızda, dünyâ hayâtında
yaptıklarımızın karşılığını âhirette göreceğimize inanıyoruz. Kötülüklerimizin
karşılığı olarak cezâ, iyiliklerimizin karşılığı olarak da ödül ve mükâfat
göreceğiz. Kısaca, cehennem ya da cennete gideceğiz. Dolayısıyla âhirette
cehenneme değil de cennete gitmek istiyorsak, dünyâ hayâtımızda iyi bir insan
olmalıyız. Bunun, ahlâk felsefesinin önemli konularından biri olduğunu,
inançsız insanların da “iyi insan” olabileceği yönündeki tartışmaların bu yazının
konusu olmadığını belirtip devam ediyorum.
Peki, bizim eğitim sistemimiz, kendi içinde bir sonraki
eğitim seviyesinde “iyi bir yerde” olmak için “iyi öğrenci olma” anlayışını ve
davranışını ne kadar destekliyor? İlkokuldan sonra iyi bir ortaokula gitmek,
ortaokuldan sonra iyi bir liseye gitmek, liseden sonra iyi bir üniversiteye
gitmek gibi bir anlayışla çalışan eğitim sistemimiz, sonunda öğrencilere nasıl
bir ödül ve mükâfat vaad ediyor? Daha önemlisi bu vaadi gerçekleştirebiliyor
mu?
İyi bir üniversite için on iki yıl “iyi öğrenci” olanlar, on
altı yıllık eğitim hayatlarının son dört yılında da “iyi öğrenci” olduktan
sonra yâni üniversiteden sonraki âhir ömürlerinde, ne elde ediyorlar? Bu
sorunun cevâbının, “iyi bir iş” ve “iyi bir hayat standardı” olması gerekiyor.
Yâni dünyâda cenneti bulmak. Ama âdeta cennet ile cehennem arasında, arafta kalmışcasına,
girilmesi gereken KPSS, KPDS ve daha birçok sınav ve bu sınavlara “iyi puan”
almak gerekiyor. Üniversitedeki birçok öğrenci mezun olmadan, ders çalışmak
yerine, KPSS sınavına hazırlık kitaplarını hatmediyorlar.
Çocuklarına “iyi bir hayat” sağlamak için onları “iyi
okullara” gönderen veliler, on altı yılda harcayacakları parayı, bir yatırım
aracında değerlendirseler, çocuklarına sağlayacakları hayat standardının daha
iyi olma ihtimâli çok yüksek. Kısacası, eğitim sistemimizde attığımız taş
ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor. Taşı atarken yorulduğumuzla kalıyoruz.
Âdeta Hindistan’daki kast sisteminde sefil bir hayat
yaşayanları kandırmak için uydurulan reenkarnasyon inancındaki “bir sonraki
hayâtında kralsız” vaadi gibi, hep bir sonraki aşamada iyi olmak için çalışılıp
didinilen ama gelinen her aşamada hiçbir ödül ve mükâfat alınmayan bir eğitim
sisteminden bahsediyorum.
Millî Eğitim Bakanlığımız yıllardır derslik sayısı, sınıf
mevcudu, akıllı tahta, öğretmen atamaları, müfredâtın hafifletilmesi gibi
konularla haklı olarak ve kaçınılmaz olduğu için ilgilenirken, sıra bir türlü
yukarıdaki soruların cevabına gelemiyor.
Bir insanın hayâtının en verimli on altı yılını geçirdiği
eğitim ve öğretim döneminde zihnen böyle bir kısır döngüye giren bir insanın,
daha sonraki hayâtında âhiret inancına sâhip olması nasıl mümkün olabilir? Bir
taraftan dünyâ hayâtının âhiret hayâtının tarlası olduğu söylemi ile
kazandırılmaya çalışılan âhiret inancı ama diğer tarafta dünyâ tarlasında bir
türlü ektiği biçemeyen bir insan profili ve bu profili ortaya çıkaran eğitim
sistemimiz.
Böyle önemli bir konu üzerinde başta Millî Eğitim
Bakanlığımız olmak üzere Tâlim ve Terbiye Kurulumuzun çalıştığını biliyorum ve
bu konuda adımlar atılacağına eminim. Üniversite kazanmak ve sınavda başarılı olmak
odaklı ama gerçek hayattaki meslekî ve mânevî memnuniyeti görmezden gelme
lüksümüz yoktur. Zorunlu olan on iki yıldan sonra, üniversiteyi kazanan ama
daha sonraki aşamada “iyi” ve “başarılı” olma konusunda önünü görmekte zorlanan
ve bu yüzden üniversiteyi bırakan öğrencilerimiz, millî servet kaybının
yanında, sosyal sermâyenin boşa gittiğini göstermektedir.
Yukarıda belirttiğim gibi, bu durum sâdece ve sâdece lâikliği
dinsizlik zanneden Kemalistlerin memnun olacağı bir durumdur. Zâten onlar da,
hava almak için su yüzeyine çıkan balinalar gibi, memnûniyetlerini sık sık yurt
dışına giderek yaşamaktadır. Konu, hassas ve yapılması gereken müdâhale
âcildir.