Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tahran'daki Suriye görüşmelerinin sonunda İran Cumhurbaşkanı Ruhani'ye Farsi şair Hafız'ın sözlerini hatırlatmış: "Sen ki başkalarının mihnetinden keder duymuyorsun, sana Ademoğlu demek yakışmaz."
Söz yerinde ağırdır derler, ağır bir hatırlatma olmuş.
Bulabildiğim kadarıyla şiirin diğer kısımları şöyle: “Âdem oğulları bir vücudun âzaları gibidirler. Çünkü hepsi aynı cevherden yaratılmışlardır. Vücudun bir yerinde bir dert, bir ağrı hâsıl olursa diğer âzanın kararı kalmaz. Onlar da rahatsız olurlar. Sen ki başkalarının mihnetinden keder duymuyorsun, sana Ademoğlu demek yakışmaz.”
İran’ın katledilen Suriyeli masumların kanlarıyla kirlettiği masaya böylesi bir söz uygun düşerdi. Erdoğan, İran’ın bahçesinde yetişmiş bir gülün dikeniyle acıyı hissetmesini istemiş olabilir.
Diplomasi matematiğin sözlere dökülmüş halidir, formüllerin anlaşmalara aktarılmış biçimidir. Diyebilir miyiz? Neden olmasın?
Türkiye, İran ve Rusya, Tahran’da bir masanın etrafında İdlib’deki son durumu müzakere etti. Masada Suriye’nin olmaması fiili olarak Suriye diye bir ülke olmadığının da ifadesi. Osmanlı sonrası bayrak tasarımcılarının böldüğü topraklardaki sembolik devletlerden biri daha son kullanım tarihini tamamlıyor. Suni devletin sınırlarını çizen İngiltere ve Fransa ise ortalıkta görünmüyor. Belki başka bir odada yeni haritayla meşgul oluyorlardır.
Şiir denilince Cumhurbaşkanı taşı gediğine yerleştirmiş ama anlaşma masası tabirini duyunca benim aklıma da şiir geliyor ama İran şiiri değil de İkinci Yeni’den Edip Cansever.
“Masa da masaymış ha” şiiri var ya… İşte o şiirle birlikte geldi Cansever.
Bugüne kadar Suriye meselesinin hallolması için kaç masanın kurulduğunu kaçına hangi maddelerin konulduğunu bilmiyorum. Savaş silahla yapılıyor ve bu basit gerçek masada yer almıyor. Herkes işine geldiği şekliyle masanın üzerine bir şeyler yerleştiriyor.
Masada milyonlarca Suriyeli var. İç göç yaşamış kendi yurdunda mülteci olmuş milyonlarca Suriyeli.
Dünyanın iki yüzlülüğü var masada.
Rusya’nın stratejileri, İran’ın kanlı elleri, Türkiye’nin yardım eli var.
Masaya gelenlerin haddi hesabı yok. İsrail’in hesapları, Amerika’nın gölgesi hep masanın üzerinde. Yüklendikçe yükleniyoruz masaya, belki bu seferki masa konulan her şeyi taşır diye… Olmuyor. Masa bu kadar ağırlığı taşımıyor. Bir yerinden göçüveriyor ve olan yine Suriyeli mültecilerin umutlarına oluyor.
Türkiye’nin kuzey ve doğu komşuları, güneyini parsellemeye çalışıyor. Sahada döktükleri kanlar masanın üzerine konulunca masa tartmıyor bu ağırlığı.
Bir de İkinci Yeni için toplumsal dertlere kulak asmıyor denir. Yok efendim bu şairler pek bir soyutmuş.
Edip Cansever yaşıyor olsa Tahran’daki masayı nasıl tanımlardı bir hayal edelim bakalım. Hata varsa af ola…
Adam barış umudu içinde
Masaya tüm iyi niyetini koydu
Çocukların çığlıklarını,
Annelerin feryadını koydu masaya…
Silah seslerini ve bir ağıdı koydu.
Böyle olsun istemedi sonra…
İstemediklerini kaldırdı masadan…
Umuda biraz daha yer açtı.
Öbürü silahıyla itekledi masadakileri,
Koyabildiğince menfaat koydu…
Biri masaya iyi niyetini,
diğeri tüm kanlı emellerini koydu.
Adam masaya yarını koydu,
Diğeri geçmişi
Sonra çaresizlik geldi masaya
Masa çatırdamaya başladı ortadan
Yazık oldu masaya
Edip Cansever bugünleri iyi ki görmedi diyorum. Yoksa Tahran’daki masayı görünce iyimserliği kaybolabilirdi. Bir adamın soyut somut tüm varlığını sığdırdığı masada Suriye’nin umutlarını yerleştirmenin imkanı yok.