İlk iki-üç hafta bazı bocalamalar yaşayan Rusya, daha sonrasında kontrolünü ele geçirdiği savaşta adım adım hedeflerine doğru ilerliyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik başlattığı işgal savaşı dördüncü ayını geride bırakıyor.
İlk iki-üç hafta bazı bocalamalar yaşayan Rusya, daha sonrasında kontrolünü ele geçirdiği savaşta adım adım hedeflerine doğru ilerliyor.
İlk dönemler kent savunması savaşı yürüten Ukrayna tarafı ise özellikle son bir aydan bu yana “gerilla savaşı” tarzında bazı bölgelerde oluşturduğu direniş noktalarında savaşı sürdürmeye çalışıyor.
Bu direniş savaşının, Rusya’yı ele geçirdiği bölgelerden çıkaramayacağı hatta ilerlemesini de durduramayacağı çok açık.
Buna karşın savaşın ilk iki ayında Moskova ile anlaşma konusunda kapıları açık tutan ve bu yönde daha uzlaşmacı mesajlar veren Zelenskiy yönetimi, talepleri konusunda çıtayı yükseltmeye başladı. Bunun en bariz göstergelerinden biri geçtiğimiz hafta Brüksel’de açıklamalarda bulunan Ukrayna Savunma Bakanı Oleksii Reznikov’un, savaşın gidişatı ile hiç de uyumlu olmayan, ''Kırım dahil tüm topraklarımızı özgürleştireceğiz'' şeklinde sözleri.
Zaten iki ülke arasındaki müzakereler ve barış görüşmeleri çoktan durmuş durumda.
Barış konusunu ağzına alan da yok artık.
Aksine savaşın yıllar sürebileceğine dair ardı ardına en üst düzeyden açıklamalar geliyor.
Bu konuda en dikkat çekici açıklamayı geçtiğimiz hafta NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg yaptı.
Stoltenberg, "Savaşın yıllarca sürebileceği gerçeğine hazırlanmalıyız" dedi.
Bununla da yetinmedi.
“Maliyeti ne olursa olsun, Ukrayna’yı desteklemekten vazgeçmemeliyiz” ifadeleri kullandı.
Stoltenberg’in açıklamalarının meali şudur; “Bu savaş yıllarca sürecek, sürdürülmeli ve maliyeti ne olursa olsun sürdüreceğiz. Çünkü planlarımız bu yönde.”
Bu konuda, Stoltenberg’in açıklamalarının ABD’nin hesap ve planlarının dile getirilmiş hali olduğunun altını çizelim.
Bu, Biden yönetiminin Transatlantik İttifakı güçlendirme planlarının bir parçası.
NATO Genel Sekreteri görevi uzatılan Stoltenberg, ABD’nin bu planının sözcülüğünü yapıyor.
ABD, konuda yalnız değil.
İngiltere de her geçen gün daha “şahince” bu savaşa ve savaşın uzamasına müdahil oluyor.
Başbakan Boris Johnson geçtiğimiz hafta içinde Kiev’e bir çıkarma yaparak Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ile görüşmesi sonrası yaptığı açıklamada uzun sürecek bir çatışmaya hazırlanmak gerektiğini ve savaşı sürdürebilmeleri için Ukrayna’ya daha fazla silah desteği sağlayacaklarını söyledi.
Ukrayna’yı, Ukrayna halkını düşünen yok.
Sadece ABD ve müttefiki batılı ülkeler değil.
Zelenskiy yönetimi de epey süredir ülkelerini ve halkını düşünmekten çok bu güçlerin hesap ve planlarını hayata geçirme doğrultusunda hareket ediyor.
Savaşın gidişatı ile örtüşmeyen üst perdeden açıklamalar ve barış görüşmelerine pek sıcak bakmayan yaklaşımları bunu gösteriyor.
Öte yandan savaşın Ukrayna ile sınırlı kalmayacağı da giderek daha fazla anlaşılıyor.
Bunun işaret fişeğini de İngiltere ordusunun yeni Genelkurmay Başkanı Patrick Sanders çaktı.
Sanders, göreve gelir gelmez ordu birliklerine, “Rusya ile bir kara savaşına hazır olun” talimatı verdi.
Sanders, söz konusu talimatında nükleer savaş ve 3. Dünya Savaşı imalarında bulunmaktan da geri durmadı.
Hasılıkelam ABD’nin, İngiltere ile birlikte Avrupa coğrafyasını adım adım büyük bir savaşa doğru sürüklemek istediği anlaşılıyor.
ABD’nin amacı tüm Avrupa’yı Rusya ile korkutarak kendi tahakkümü altına almak ve Putin döneminde büyük bir güç kazanan Moskova’yı frenlemek ve güç kaybına uğratmak.
ABD’nin bir sonraki hedefinin benzer yöntemlerle Çin’in büyümesini durdurmak ve tüm dünyaya, dünyanın tek süper gücünün kendisi olduğunu kabul ettirmek olacağına kuşku yok.
Rusya ile yüksek gerilimden hatta savaştan en büyük zararı Almanya ve Fransa’nın göreceğini bilen İngiltere’nin ise Avrupa’daki en büyük gücün kendisi olduğunu kabul ettirme hesapları yaptığı düşünülebilir.
İşte, böylesine büyük savaş senaryolarının dillendirilmeye başladığı bir atmosferde önümüzdeki hafta ortasında İspanya’nın başkenti Madrid’de oldukça kritik önemde bir zirve gerçekleştirilecek.
İki gün sürecek NATO Zirvesi’nde esasen ABD’nin İngiltere ile birlikte yürüttüğü bu planların hayata geçirilmesinin zemini oluşturulmaya çalışılacak.
İsveç ve Finlandiya’nın üyelikleri de bu planın bir parçası.
Bilindiği üzere şu an için bunun önündeki en büyük engel Türkiye.
Zira Ankara, her iki ülkenin terör örgütü PKK ve Suriye kolu PYD/YPG’ye verdiği destek nedeniyle veto kartını masaya sunmuş bulunuyor.
Bu zirvede söz konusu ülkelerin Türkiye’nin vetosunu aşmak için her yolu deneyeceklerine kuşku yok.
Ankara, şu ana kadar talepleri yerine getirilmeden bu tutumdan geri adım atmayacağına dair oldukça net mesajlar verdi ve vermeye devam ediyor.
Ancak, yukarıda zikretmeye çalıştığımız, geçtiğimiz hafta içinde yapılan söz konusu açıklamalardan sonra Türkiye’nin, talep listesine “NATO üyelerinin yeni bir dünya savaşına yol açması muhtemel kışkırtıcı yaklaşımlardan kaçınması, bölgede barış ve güvenliğin sağlanması için müzakerelere öncelik verilmesi” gibi maddeler eklemesi gerektiğini düşünüyorum.
Ne yazık ki tüm Avrupa hatta dünya böyle büyük bir savaşa adım adım götürülürken ne Avrupa kamuoyundan ne de dünyadan kayda değer hiçbir tepki gelmemektedir.
Hali hazırda ABD’nin NATO üzerinden hayata geçirmeye çalıştığı bu savaş planları önündeki en büyük ve tek engel Türkiye’nin “veto kartı”dır.
Bu kartın, gerek uzun yıllardan bu yana teröre destek veren ülkelerin burunlarının sürtülmesi, gerek planları bize ait olmayan bir savaşa müdahil olmamamız, gerekse de bölgemizin ve dünyanın yeni bir kaosa sürüklemesinin önlenmesi açısından oldukça önemli ve değerli olduğunu düşünüyorum.
Bu kart, sadece Türkiye’nin terörle mücadele konusunda haklı taleplerinin karşılanması için değil giderek dünya barışı için de bir hazine değerine dönüşüyor.
O nedenle bu kartı sonuna kadar elde tutmakta büyük yarar var.