Öncelikle "siyasi müttefik" yerine "dostlar" kavramının kullanılmasını, CHP'nin yeni dönemde hali hazırda birlikte hareket ettiği "Millet İttifakı"nda yer alan ve bu ittifaka dâhil edilmesi de arzu edilen siyasi partilerden çok bunların dışındaki "bazı güçler"e mesaj şeklinde okumak gerek.
CHP Kurultayı’ndan sonra, parti içi liste çekişmelerinin dışında tartışmalara yol açan iki konu öne çıktı.
Biri “dostlarla iktidara yürüyeceğiz” söylemi, diğeri “Kürt sorunu çözme” vaadi.
Ki aslında parti içi liste çekişmeleri de bu iki konuyla ilintili.
Yani “dostlarla iktidara yürüyüş” sürecinde, “Kürt sorunun çözümü” konusunda sorun yaratmayacak bir yapı oluşturma isteğiyle ilgili.
Dolayısıyla 37. Olağan Kurultay sonrasında CHP’nin yönetim kademesinin önemli ölçüde bu yeni döneme uygun dizayn edildiğini söylemek mümkün.
Öncelikle “siyasi müttefik” yerine “dostlar” kavramının kullanılmasını, CHP’nin yeni dönemde hali hazırda birlikte hareket ettiği “Millet İttifakı”nda yer alan ve bu ittifaka dâhil edilmesi de arzu edilen siyasi partilerden çok bunların dışındaki “bazı güçler”e mesaj şeklinde okumak gerek.
Bu mesaj, Kılıçdaroğlu’nun “Cumhurbaşkanı adayımız herhangi bir parti lideri olmayacak” sözüyle birlikte okunduğunda aslında hedefin iktidara yürümek olmadığı da ortaya çıkıyor.
Mantıken siz bir muhalefet partisi olarak iktidara gelirseniz, iktidardaki mevcut partiyi devirmiş olursunuz.
Ancak “Cumhurbaşkanı adayı herhangi bir partinin lideri olmayacak” dediğinizde amacınızın, kendi partiniz ya da ittifak yaptığınız siyasi partilerden herhangi birinin veyahut hepsinin birlikte iktidara gelme olmadığını, asıl hedefinizin mevcut iktidarı devirmek olduğunu ifşa etmiş olursunuz.
Dolayısıyla “dostlarımızla iktidara yürüyeceğiz” söyleminin doğrusu “dostlarımızla iktidarı devireceğiz”dir.
Söylemi bu şekilde düzelttiğinizde “dostlar”ınızın kim olduğu ya da olacağı da zaten ortaya çıkıyor.
Ki bunların Türkiye’deki mevcut muhalefet partilerinden ziyade uluslararası güç odakları ve o güç odaklarının piyonu terör örgütleri olduğu herkesin malumu.
Yapılmak istenen, bu uluslararası güçlerin beklentisi doğrultusunda söz konusu terör örgütleri ve onların siyasi uzantılarıyla, Türkiye’de iktidardan muzdarip muhalif çevre ve partileri birlikte hareket etmelerini sağlayabilmektir.
Türkiye’de iktidarın devrilmesi için böyle bir konsensüs sağlanması gerektiği yönündeki planları geçtiğimiz Şubat ayında ABD’deki RAND Corporation’ın “darbe raporu”nda görmüştük.
Dolayısıyla bu durum, CHP’nin yeni dönem siyasetinin, bu raporu hazırlayan ve hazırlatanların istek ve beklentileri doğrultusunda gelişeceğini gösteriyor.
Gelelim “Kürt sorununu çözme” vaadine ki aslında bu söylem de zaten bu süreci yürütmenin bir parçası.
Ancak yine de bununla ilgili açıklığa kavuşturulması gereken konular var.
Birincisi “Kürt sorunu” diye tanımlanan sorunun ne olduğu.
Bu konuda herhangi bir izahat yok.
İçeriği açıklanmayan sorunun çözümü konusunda ise “demokratik standartlar içerisinde” ve “Türkiye’nin bağımsızlığı çerçevesinde” şeklinde iki ifade var.
Bunlara da tek tek bakalım.
“Kürt sorunu” kapsamına giren sorunların bir listesi verilmediği gibi bu sorunlardan hangisinin nasıl çözüleceğine dair bir izahat da yok.
Dolayısıyla “Kürt sorunu” lafı tamamen hava da kaldığı gibi “demokratik standart” ifadesi de boş bir taahhütten öteye gitmiyor.
Ve en kritik mesele “Türkiye’nin bağımsızlığı çerçevesinde” ifadesi.
Kemal Kılıçdaroğlu bu konuda Kurultay’daki konuşmasında “Başta Kürt sorunu olmak üzere, tüm toplumsal sorunlarımız demokrasi temelinde ve TBMM’nin öncülüğünde çözülecek; Türkiye'nin tam bağımsızlığı, demokrasisi ve üniter yapısı güçlendirilecektir” şeklinde bir cümle kullanırken üç gün sonraki grup toplantısında “Ben buradan CHP Genel Başkanı olarak bu sorunu demokratik standartlar içerisinde Türkiye’nin bağımsızlığı çerçevesinde çözeceğime söz veriyorum” dedi.
Her iki konuşmada da “Türkiye’nin toprak bütünlüğü” ifadesinin olmaması dikkat çekici.
Kurultay’daki konuşmada zayıf da olsa “üniter yapı”dan söz edilirken grup konuşmasında bu da yok.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmaları, bu Kurultay’da PM’ye giren Eren Erdem’in Erbil merkezli Rudaw televizyonuna yaptığı açıklamada dile getirdiği “Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartnamesindeki şerhleri kaldıracağız” şeklindeki ifadesiyle birlikte değerlendirildiğinde amaçlananın, HDP ve dolayısıyla PKK’yı “dostlar” listesine almaya çalışmak olduğunu söylemek mümkün.
PKK’nın elebaşlarından Cemil Bayık da yaklaşık beş yıl önce yaptığı bir açıklamada, Türkiye’nin söz konusu şartnameye, üniter yapıyı bozacağı ve ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye atacağı gerekçesiyle koyduğu şerhleri kaldırmasının kendileri açısından en önemli önceliklerden biri olduğunu söylemişti.
Ancak PKK için bu şerhlerin kaldırılması da yeterli değil.
PKK için temel hedef önce Suriye’de elde ettiği egemenliği pekiştirmek ardından bunu Irak’a sonrasında da Türkiye ve İran’a yayarak tüm bu bölgelerin bileşiminden kendi denetiminde bir devlet kurmak.
Ankara’nın bu sözleşmedeki şerhleri kaldırması PKK açısından Türkiye konusundaki hesaplarının ilk adımı.
CHP, bu “iktidar yolculuğu”nda “dostlar”ına başkaca ne taahhüt eder, hangi taahhüt hangi “dostu” ne kadar tatmin eder bunu zaman gösterecek.
Ancak RAND Corporation’un “darbe raporu”nu hazırlayanların bu yolculuğun sorunsuz geçmesi için yeni bazı raporlar üzerinde çalışmaya başladıklarına kuşku yok diye düşünüyorum.
NOT: Okurlarımızın Kurban Bayramı’nı kutluyor, ülkemize ve tüm İslam alemine sağlıklı ve huzur dolu bir bayram diliyorum.