Dün sabah erken saatte kalkıp yürüyüşe çıktık. Tatil günlerinde neredeyse aksatmadığımız bu rutin bazen hanımla bazen de bir bütün aile olarak birbirimize dokunduğumuz anlar olduğunu düşünüyorum.
Bu dokunuşlar birbirimizle sınırlı değil. Sabaha dokunuyoruz. Sokağa, ağaçlara dokunuyoruz, hayata dokunuyoruz. Kuş seslerinin dokunmasına izin veriyoruz ve sabah erken saatte zayıflamak için tempolu yürüyüş yapanların kaygılarına dokunuyoruz. Mutluluğa, huzura ve İstanbul’un erguvanlarına dokunuyoruz.
Yürüyüşümüzü tamamlayıp korudan çıktığımızda hafif bir yokuştan inmeye başladık. Karşımızdan yaşlı bir kadın geliyordu. Ağır aksak adımlarla ilerliyor ve durarak dinleniyordu. Elinde ekmek ve domates, salatalık poşeti vardı. Dokunmadık ve devam ettik. Eşim yaşlı kadının zorlandığını fark edip geri döndü ve ona eve kadar eşlik etmeyi teklif etti. Köşe başında onları beklemeye koyuldum. Gerçekten çok yavaş ilerliyorlardı bizim tempomuza göre. Demek ki uzaklık veya zorluk bu kadar göreceli olabiliyor diye geçirdim içimden.
Onları beklerken korunun kapısındaki genç bir çift alışık olmadığım bir fotoğraf karesi oluşturdu. Kağıt toplayıcısı başka bir gencin yanına giden genç adam onunla fotoğraf çektirdi. Belli ki arkadaş değillerdi ve sebebini bilmediğim bir şekilde kağıt toplayıcısına dokunmak istemişti. İçimi mutluluk kapladı.
Eşim döndüğünde dokunduğu yaşlı kadın artık bizim için sıradan birisi değildi. İstanbullu ve Neriman ismindeydi. Çocukları vardı ama pek uğramıyorlardı ve apartmanda oturduğu daireye kadar eşimin kendisine eşlik etmesinden memnun olmuştu.
Bunu neden anlatıyorum? Dokunmak hayatımızı iyileştirir. Sadece yardımcı olanın değil, yardımcı olmaya çalışanın da. İyiliğin en büyük mükafatı iyilik yapmış olmaktır zira. Tatmayanların tahmin etmesinin güç olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan dokunmak bize başarıyı da getirir. Siyaset dokunma sanatıdır, perakende de öyle, insani yardım bunun zirve noktalarındadır. İletişim dedik mi dokunmaktan başka neyle tarif edebiliriz ki? Gazetecilik, insanların hayatlarına dokunma ve onları bir bütün haline getirmenin simyasıyla yaşamaz mı, anlam kazanmaz mı? Ya edebiyat ya müzik... Ruhlarımıza dokunmaya talip değil midir gayesi?
Hemen her şey dokunmaya dayanırken neden dokunma sanatından mahrum kalıyoruz? Neden en yakınlarımız başta olmak üzere hayatlara dokunmaktan imtina ediyoruz?
Dokunmayı uzaklarda arıyoruz. Onu sırça köşklerde sanıyoruz. Yanımızda ve gözümüzün içine bakıyor. Küçük bir dokunuşla farklı hayatların kapıları bize pencereler açıyor. Yaşlı bir kadının ağır adımları bize hayatı durup düşünmek için imkan sağlıyor. Dokunmayı denesek eminim daha renkli hayatlarımız olacak. Örneğin tuşlara dokunarak bu satırları okuyacak kişilerle bir araya gelmeye çalışıyorum. Siz de dokunabilirsiniz hayatlara ve hayatınıza...
İletişimi, siyaseti itmek için değil dokunmak için kullanmak pekala mümkün. Ötekileri problem değil de hayatımızın zenginliği olarak görmek de yine dokunmakla mümkün.
Hayata ve başkalarının hayatlarına dokundukça hayatımız anlam kazanacak. Zira dokunmak bizi bir yapar biri bin kılar.