Şahsiyetin sağlamlığı ise kişinin yetiştiği çevrenin özelliklerinin yanı sıra, içinde yaşanan zamânın özelliklerini iyi bilmek ve bu özelliklere karşı sosyal hayatta bizzat tecrübe sâhibi olmak ile gerçekleşir.
“Dinî görünümlü” gruplarla ilgili yazı dizimize, Ayasofya gündemi sebebiyle ara vermiştik. Ancak dolaylı olarak bir daha görmüş olduk ki, din ile ilgili her konu, siyâsî, ekonomik veya sosyal bağlantısı olsa bile, hem ulusal hem de uluslararası gündemde yer bulmakta zorlanmıyor.
Dinî inancımız olsun ya da olmasın, ister çok küçük bir toplum olsun, isterse ulusal veya (Avrupa’nın Hristiyan olması gibi) coğrafî boyutta olsun, insan topluluklarını anlamak için bu toplulukların inanç özelliklerini iyi tahlil etmek gerekir. Bu tahlil iyi niyetli amaçlarla kullanılabileceği gibi, İslâm coğrafyasındaki bölümlerin altyapısını oluşturmak için yapıldığı gibi kötü amaçlarla da kullanılabilir.
Şimdi gelelim Madde-3’e. Bu maddenin içeriğini, bir dinî (görünümlü) grubun başındaki kişinin ehliyeti oluşturmaktadır. Her şeyden önce ehliyet için şahsiyetin gerekli olduğunu aklımızın bir köşesine yazmamız gerekir. Zira her insan topluluğunda olduğu gibi dinî (görünümlü) grupların başındaki insanların da şahsiyetleri sağlam değilse, bulundukları makamın sağladığı imkân ve avantajları hayır için değil şer amaçlı kullanabilir. İyi niyetlerini kaybetmeseler bile, yakın çevresindekiler bu imkân ve avantajları onlar üzerinden ve onlar adına kötü amaçlara hizmet etmek için kullanabilir.
Şahsiyetin sağlamlığı ise kişinin yetiştiği çevrenin özelliklerinin yanı sıra, içinde yaşanan zamânın özelliklerini iyi bilmek ve bu özelliklere karşı sosyal hayatta bizzat tecrübe sâhibi olmak ile gerçekleşir. Eskilerin tâbiriyle “konakta büyüyen”, “pamuklara sarılı” bir hayat yaşayan, güncel hayâtın gerçekliğinden uzak kişilerin bu sağlamlığa sâhip olmaları mümkün değildir. Buna, Osmanlı’yı yıkılışa götüren uygulamalardan biri olarak, oda hapsinde tutulan şehzâdelerin daha sonra devletin başına getirilmesi târihten bir örnek olarak verebilir.
İyi niyetli ama tecrübesiz olduğu için bulunduğu makamın hakkını veremeyenlerin yanı sıra, esas tehlikeli olan kişiler ise, gerekli donanıma ve tecrübeye sâhip olmasa bile, âdeta bir “medya projesi” gibi kendini “iyi satan” kişilerdir. Günümüzde görmeye maalesef alıştığımız, iki kitap okuyup kendini psikolog hatta psikiyatr zanneden ve televizyon ekranlarında “şov” yapan kişiler gibi, “dinî görünümlü” grupların başında “sahte dinî kimlik” sâhibi kişiler oldukça fazladır.
Bir kişinin tamâmen hâlis niyet ve insânî ihtiyaçlar ile girdiği bir sosyal grubun dinî kimliği öne çıkartan söylemleri varsa, bu grubun başındaki kişinin ehliyeti olup olmadığını anlamak kısa sürede mümkün değildir. Bu kişiler kendilerini iyi gizler, iyi rol yaparlar ve falcılar gibi karşıdakinin duymak istediğini söylerler.
Ehliyet sâhibi olmadığı hâlde, bir şekilde “dinî görünümlü” bir grubun başında bulunan kimseler, âdeta “müşteri kaçırmamak” için “müşteri her zaman haklıdır” sözünü şiar edinmiştir. İlk günlerde olağandışı ve gerçekliğe ters bir iyimserlik gösterirler. Çok kabullenici ve gönlü geniş bir imaj sergilerler. Bunu yaparken “Lâ mevcûda illallah” (Allah’tan başka mevcut yoktur) ve “Lâ fâile illallah” (Allah’tan başka fâil yoktur”) gibi kulaktan dolma sözleri, gerçek anlamını bilmeden ağızlarına sakız yapmışcasına kullanırlar. Zâten “kullanmak” çok iyi becerdikleri şeydir. Etrâfındaki insanların iyi niyetlerini, zâfiyetlerini kullanmak en kolay ve en çok yaptıkları şeydir. İnsanların iyilik yapma ve “verici olma” isteklerini, kendi menfaatleri için kullanırken, “kıvam arttırıcı” olarak Allah’ı ve Peygamberi kullanmaktan geri durmazlar.
Ancak tüm bu suistimâli yaparken, oynadıkları oyun anlaşılmasın, foyaları meydana çıkmasın diye kendileri için hakarete varan sıfatlar kullanıp mütevâzı görünmeyi ihmâl etmezler. Buna en bâriz örnek olarak, FETÖ elebaşının kendine sık sık “kıtmir” (Ashâb-ı Kehf’in köpeğinin adı) demesini verebiliriz. Kendileri için “köpek” sıfatını kullanırken bile, Ashâb-ı Kehf gibi, Kur’ân-ı Kerim’de bahsi geçen bir referans kullanarak, satır arasında kendilerine kutsal bir kisve ve imaj oluştururlar.
Burada ustaca kullandıkları psikolojik bir yöntem vardır. Bir kişi kendi kusurlarını ve engellerini kendisi dile getiriyorsa veya bunları bir espri konusu yapıyorsa, başka kişilerin bunları kullanma imkânını ortadan kaldırmış olur. “Aranızda en aşağılık benim”, “en günahkârınız benim”, “içim pislik dolu” gibi sözlerinden sonra tâkipçilerinin “estağfirullah” demesi, bu aşağılama ifâdelerini tersine çevirir.
Nasıl anlaşılır?
Ehliyetsizliği gizlemenin bunun gibi birçok yöntemi vardır. Kişiler kendi yöntemlerini geliştirebildikleri için, bunları gözlemlemeden bilmek mümkün değildir. Ama bu kişilerin ehliyetsizlikleri, irfân sâhibi kişiler tarafından kısa sürede görülebilir. Şöyle ki, bu kişiler, belli bir süre sonra kendilerini tekrarlamaya başlarlar. Aynı şeyleri değişik kelimelerle anlatıp yeni bir şey anlatıyormuş havası oluşturmaya çalışırlar. Madde-9’da daha ayrıntılı olarak ele alacağım ama burada ilgili olduğu için değinmeden geçemeyeceğim. Özellikle “sohbet” denilen ama daha çok “monolog”, “nutuk” veya “vaaz” şeklinde gerçekleşen toplantıların ardından sorulan sorulara verilen cevapların benzerliği de ehliyetsizliğin ve yetersizliğin bir göstergesidir.
Daha önceki yazılarda ısrarla belirttiğim bir hususu tekrarlayarak bu yazıya son vereyim. Bu gibi grupların başındaki kişilerin ehliyetsizliğini anlamak hemen mümkün olmadığı için, bu gruplarla temasa eden kişilerin “kendilerini kaptırmamaları” en etkili korunma yöntemlerinden biridir. Sabırlı olmak birçok sorunun önüne geçecektir. Peygamber Efendimiz’in dediği gibi “Men sabera zafera” (Sabreden zafere oluşur.)