Aynı topraklarda aynı duyguları aynı acıları hisseden, sevinçleri ortak olan bir milletiz.
Aynı topraklarda aynı duyguları aynı acıları hisseden, sevinçleri ortak olan bir milletiz. Zaten bir milleti millet yapan hasletlerin en temel değerlerinden biri de duygu birliğidir. Hatta en önemlisi duygu birliğidir diyebiliriz. Çünkü duyguları ortak olmayan bir milletin dili, dini, mezhebi bir olsa da duygu birliği yoksa görece aynı toprak altında yaşayan ruhsuz canlılardan farkı yoktur. Zira millet olmanın düsturu birlikte hareket edebilmek ve ortak duygularda buluşabilmektir. Bu duygu birlikteliği de en çok kriz anlarında ortaya çıkar. Özellikle de biz Türk milleti olarak büyük tehlikelerde, acılarda kolektif hareket edebilen bir milletiz. Bu birçok güzel yanlarımızdan, belki de en güven verici yanımızdır.
Birliğe hizmet etmek
Yaşadığımız şu acı günlerde hepimiz büyük sınavlar veriyoruz. Kimse bir parmak arkasına saklanamıyor. Yalancıların mumu yatsıya kadar yanıyor. Siyasiler, medya, sivil toplum kurumları, göz önündeki tanınmış isimler herkesin maskesi varsa düşüyor. Millet kimmiş ortaya çıkıyor. Milleti makamında uyuyor, zannetmek gafletine düşenler kendilerine aynada bakmakta tereddüt edenlerdir. Millet tüm kurumlarıyla gencinden yaşlısına, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin acıları sarmak için var gücüyle kardeşinin yanındadır. Bu tablo karşısında kimse benlik yarışında olamaz, olmamalı. Olanları zaten millet görüyor. Kim ki bu zamanda birliğe hizmet ediyor, kim ki iş birliğine yanaşıyor, kim ki işin ucundan tutmak için çabalıyor, kim ki benim de aşta tuzum olsun diyerek sessiz, sedasız çabalıyor işte o bu milletin evladıdır.
Devlet tek kişi değildir
Türk devlet anlayışında tek başına başı buyruk hareket etmek gibi bir nevi derebeyi anlayışı yoktur. Hiç de olmamıştır. Tarih sahnesinde bu tarz baş olmaya yeltenenler Türklerin tarihinde yer alamamışlardır. Türk devlet yapısı istişare, akıl ve irfan üzerine kuruludur. Bey de olsa tüm kurumlarıyla hareket eder. Beyin yolu ya da günümüzden bahsedersek devletin yolu toplumun da yoludur. Zaten yoldan çıkan beyi toplum kesinlikle alaşağı eder. Çünkü böyle bir lider Tanrı’nın da korumasından çıkar. Kötü tabiatlı beyin sonunu bekleyen acı, keder ve korkunç bir sondur. Türklerde devleti oluşturan millet olduğuna göre devletin tek başına hareket edebilmesi neredeyse imkânsızdır. Zaten aksi hareket eden liderleri yakın tarihimizde de gördüğümüz gibi sistem silmiştir.
Devlet milletiyle birlikte
Devlet uyanıktır, milletiyle hemhâl bir şekilde sahadadır. Bugün deprem bölgelerinde liderlerimiz, bakanlarımız tüm kurumlarıyla sıkıntısı olan vatandaşıyla aynı nefesi alıp vermektedir. Günlerdir sahadan ayrılmayan devletin temsilcileri milletiyle kaynaşmaktadır. Milletin diğer fertleri de aynı acıyı tıpkı bir bedendeki organın hastalandığında hissettiği acı gibi canı yanmaktadır. Deprem bölgesine oluk oluk yardım akmaktadır. Bölgede ünlü, ünsüz birçok vatandaşımız hatta milliyeti farklı olan ama ülkemizde yaşayan insanlar gönüllü bir şekilde yardım etmektedir. İnsanlık tek acıda birleşmiştir. Aynı duyguda tek yürek olduk. Ayan beyan her şeyin ortada olduğu bu günlerde acı çeken canların kalbinde vatan olarak atıyoruz. Biz bu sıkıntıdan güçlenerek çıkacağız. Aramızdaki ayrık otlarını temizleyeceğiz ve göğe doğru yükseleceğiz vesselam.
SÖZLER İNSANIN AYNASIDIR
Depremde babasıyla göçükten kurtulan çocuk hemen soruyor; “Dünya’da sadece biz mi kaldık baba?”. Bu sözler film repliği gibi geliyor kulağa. Ama yaşanan tarifsiz acılar, çaresizlikler, pişmanlıklar bir film olamaz. Film sadece bir imajdır ve özelliği gereği bir bilinç taşımaz. Sözler filmler gibi etkili bir görsel şölen sunmaz. Sözler tıpkı burada çocuğun babasına söylediği gibi insanı düşünmeye, anlamaya, hissetmeye zorlar. Zahmetsiz değildir sözler. İçinde derin bir yaşanmışlık vardır. O nedenle söz boşuna sarf edilmez. Kimse boşuna bir şey demez. Dediği her şey kişinin karakterinin, içinin yansımasıdır. Ama imaj toptancı bir bakış açısına götürür. Bu yüzden biz insanın dış görüntüsünden çok sözlerine bakarız. Çünkü sözler insanın aynasıdır. Şu yaşadığımız acı günlerde herkes sözlerini söyledi. Ama artık susma ve sözleri hazmetme zamanıdır. Allah’tan tüm göçenlerimize rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyoruz. Dileriz bir daha böylesine derin acılar yaşanmasın.
NE ETTİYSEK KENDİMİZE ETTİK
Çatlayan duvarlara yazılmış alınyazımız. İnsan bir an sonrasını kestiremiyor. Buna rağmen kahvesini yudumlar, kırık camlar ve patlamış duvarlar arasında. İnsan aklını yitirir aklına sahip çıkmazsa. Çünkü Tanrı aklımızı bize emanet etmiş; düşün, taşın, eyleme geç diye. Üzerimize şimşek gibi düşen yığınlar, bizim ettiklerimiz. Şimdi biçiyoruz, neye lanet edelim. İnsan yaptıklarından sorumludur. Omzumuza yüklediğimiz yükler bizim. Dünyaya saldığımız zulüm, bizim nefsimiz. Taşan nehirler, yanan ormanlar, çığlık çığlığa insanın kafatasında çınlayan sesler bizim. İnsan boynu bükük çaresiz. Hiç düşünmez mi sonunu! Oysa ne kadar da güçlüydük. Taşı yonttuk. Demiri şekillendirdik. Madenleri çıkardık. Kaderimizi elimize aldık. Ayet ayet gökyüzüne çıktık. Yıldızlara meydan okuduk. Ama sonun geleceğini bile bile umursamadık kaderimizde açılan çatlakları. Artık dünya insana sırtını döndü. Bunca sarsıntı bunca isyan neden sanıyoruz? Gökten gelen emir yerle birleşmez mi! Nasıl da kolayca emaneti terk ettik! İnsan kendine etti neyi ettiyse. Şimdi topluca altında kaldık yalnızlığımızın.
İNCELDİĞİ YERDEN...
ÖZLEM YILMAZ MERİÇ
İnsan hayatı pek çok emeğin yumak olmuş haline benzer. Hayatın yününü derler toplar, binbir zahmete girerek eğirmeye didinirsin. Bir avuçtur elde ettiğin yumak ama niteliklidir de onca zahmete bakılınca... Biz bu yünü eğirirken ellerimiz nasır tutar, çerini çöpünü ayıklayacağım, hep aynı oranda incelteceğim diye zahmet üstüne zahmet çeker, elde ettiğimiz o yumakla iyi şeyler dokumak isteriz. Bu emeğin ipi de, örgüsü de güzel olsun sıcak tutsun isteriz. Bazen öyle olmaz... İnsan yoruluverir, tükeniverir, dayanamaz olur. Gücünü, özenini aynı şekilde veremediğinde bir ince bir kalın çıkmaya başlar insan hayatının yumağındaki ip. Yer yer o kadar seyrelir ki "amaaan, inceldiği yerden kopsun" demek isteriz. Kopar da... Gereğinden fazla incelmesini göze aldıktan sonra pek çok ip kopar. Elinde kalanı ne yapacağını bilmeden yılgınlıkla verdiğin bu kararın da bir bedeli olur ama artık umursanmaz.
Sıkça duyuyorum bu cümleyi. Artık bütün emekler gözden çıkarılmış gibi. Kimsenin yün eğirirken elleri nasır tutmamış gibi ve o elleri gören kimseler olmamış gibi... İnceldiği yerden kopuveriyor tüm bağlar. Halbuki daha kopma emaresi yokken tutuvermek lazım işin ucunu. Kimseyi bu cümlenin başında emeklerini harcarken ve vazgeçmiş bir halde bırakmamak lazım. Her bir ilişkinin, her bir yaşantının bağını şu çaresiz cümle ile koparmamak lazım. Öyle büyük emekler ve bedellerden sonra insan öyle bir kolaylıkla deyiverir ki bunu bu aslında kocaman bir vazgeçiştir. Hüzünlü bir yanı vardır. Öylece kesip atamamışsındır da inceltmişsindir, kendiliğinden kopsun demişsindir. Belki bir şansı olur, ihtimali olur kopmaz demişsindir. Hem umursamamışsındır hem de olmasın diye çok dua etmişsindir.
Bağları sağlamlaştıralım, şu cümleyi kimseye kurdurtmayalım isterim. Bunca zahmetin içinde oluşan o kıymetli her bir bağın, bulunduğumuz yerde bir anlamı var. Kopanların yerine yenileri gelirken gidenlerin hüznü de salınır usul usul zamanın içine. Yeniden başlamak gücümüz de tükenmeye başlar böylelikle. Yorgun insanların eğirdiği ipte incelen zayıf bir ip olmayın, o yumakla hiçbir şey örülemiyor ve kimseyi ısıtacak niteliği olmuyor. Hayatın ne kadar kısa olduğunu, ne kadar kolay yarım kalabildiğini göstermedi mi bize zaman. Kısacık hayatta bu kadar vazgeçişe sebebiyet vermek niye? Yattığımız yatakta bile kalkamama ihtimalimiz varken, bugün sevdiklerimizle yediğimiz yemeğin ertesi gün aynı kişi sayısıyla yenmeme ihtimali varken çatımız, yuvamız, arkadaşlarımız orada bizi mütemadiyen beklemezken bağları koparacak raddeye getirmek niye? Yüreklerin yanıp, ümitlerin bitiği şu zor zamanlarda "inceldiği yerden kopsun" dedirtmek büyük özür... Farkındalığınız olsun, şimdi sağlamlaştırma zamanı. Elimizde ne kaldıysa sarılma zamanı. Emeğin karşılığı sağlamlık olmalı, sıcacık kuşatan bir battaniye gibi ısıtmalı. Yoksa bunca zahmetin ne manası var...
Demem o ki, herkes heybesini iyi doldursun, hayat bizi bir sallıyor tutunacak tek bir bağ bile kalmıyor. O gün şen bir kahkaha, heyecanlı bir konuşma, sıcak bir dokunuş, bir sis bulutu gibi etrafa yayılıyor. Hem görüyor hem de ulaşamıyorsun... Sesler, kahkalar perde perde kalkarken geriye sadece bir avuç anı kalıyor.
“HAYIRSEVERLİK VE DAYANIŞMA”
Yine sosyal medyada bir batılının sözü şu günlerde ortalıkta paylaşılıyor. Şöyle ki; “Hayırseverlik dikeydir, Dayanışma yataydır”. Hemen de beğenip paylaşırız. Düşünmeden edemiyorum. Batının sosyal yapısı sınıflandırmalara ayrılmıştır. Ruhbanlık, aristokrasi, burjuva, asiller, köylüler, köleler gibi sosyolojik olarak sınıflandırılırlar. Böyle bir toplumda parası olan zenginler, asiller ve diğerleri parası olmayan aşağıda olanlara hayırsever davranarak yardım ederler. Burada hayırseverlik bir nevi üsten bir bakışla yapılır. Üst sınıftan olmanın görevi gibi düşünülür. Böylelikle alt sınıftakilere bir hükümranlık kurulur. Evet doğrudur. Ama batının ahlak anlayışına göre doğrudur bu cümle. Köylüler ve köleler de kendi aralarında ancak birbirlerine yardım ederek, dayanışarak ayakta kalmaya çalışırlar. Öte yandan hayırseverlik bir duygunun adıdır. Türk kültürel kodlarımızda sınıf ayrımı yoktur. O yüzden hep devlet millettir deriz. Bu tanımlama da sınıfsızlığın bir yansımasıdır. Bizde devlet ve millet dayanışma içindedir. Ama bunu hayırsever olduğu için yapmaz. Hayırsever olmak zaten Töre’nin, Müslümanlığın kodlarında vardır. O yüzden bir şeyi paylaşırken hangi kültürel kodlamaya göre düşündüğümüzü kontrol ederek paylaşmalıyız ya da paylaşmamalıyız.
ARTI EKSİ
ARTI
Depremzedelere sahip çıkılıyor
İstanbul’a gelen depremzedeler mahallelere yerleştiriliyor. Esnaf, mahalleli duyarsız kalmıyor. Sosyal medya marifetiyle daha üzerinden 24 saat geçmeden depremzede ailenin A’dan Z’ye bütün eşyası, ihtiyaçları dayanışma ruhu içinde alınıyor, yerleştiriliyor. Öte yandan Suriyeli bir aile iki çocuğunu enkaz altında kaybediyor. Bu aileye de hemen Ankara’da bir ev kiralanıyor ve bir yıllık yakıt, su ile kirası karşılanacak şekilde hayırseverler desteği alıyor.
EKSİ
Şehirleşme uzmanlarını çıkarın
Depremin ilk gününden beri ana akım medya TV’lere aynı jeologları aynı deprem uzmanlarını ve inşaat mühendislerini çıkarıp duruyor. Bu uzmanların da görüşleri önemli elbette ama artık olaya daha üstten bakmanın zamanı gelmedi mi? Depreme bir de şehircilik perspektifinden bakılmalı. Olaya sadece yer kabuğu, fay hattı, inşaat statiğinden bakamayız. Büyük bir bakış açısına ihtiyacımız var. Sağlam binalar yapılsa da büyükşehirlere toplanan nüfuslarla nereye kadar randıman alınabilir. Lütfen artık şehircilik uzmanlarına da yer verelim. Depremlerle birlikte yeniden inşaa edilecek şehirlerin insan onuruna yakışır bir şekilde yapılaşmalı. Rastgele inşaat, mimari, şehirleşme bitmeli. Bu yüzden şehircilik uzmanlarına çok iş düşüyor.
“BEN DE İSA PEYGAMBER’İ SEVİYORUM”
Afet bölgeleri misyonerler için münbit yerlerdir. Özellikle Antakya gibi kozmopolit bir yerde misyonerlik faaliyetleri her zaman olmuştur. Normal zamanlarda da vardır bu tür faaliyetler. Ancak kriz zamanları insanların duygularının en yoğun olduğu sevgiye, kucaklanmaya en çok ihtiyaç duyulduğu zamanlardır. Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir vaize hanımın sosyal medya videosunu izledim. Hristiyan misyonerlerin üzerinde “İsa seni seviyor” diye kart dağıtıldığını söylüyordu. İnsanlara temiz pak elbiseler içinde güler yüzle yaklaşıldığını ve Hıristiyanlığa davet edildiğini endişe içinde, heyecanla dile getiriyordu. Ben de şunu demek istiyorum ki bir Müslüman olarak ben de İsa’yı seviyorum. Musa’yı, Davud’u, Zekeriya’yı hasılı bütün peygamberler, nebiler haktır. Ancak sinsice yapılacak bütün faaliyetlerin altında samimiyet olamaz. Müslümanlıkta misyonerlik yoktur. Ancak kalpleri ısındırarak davet vardır. Bu yüzden bizler de endişe etmek yerine Müslümanlığın gerektirdiği hassasiyeti yerine getirelim. Güler yüzle, sevgiyle, barış diliyle insanları kucaklayalım. Gerekli kurumlarımız yasa dışı faaliyetlere de gerektiği önlemi alacaktır.