Geçen hafta Cumartesi günkü yazımda orantısız büyümeden bahsetmiştim.
Geçen hafta Cumartesi günkü yazımda orantısız büyümeden bahsetmiştim. Birden fazla sektörün bulunduğu bir ekonomide dengeli büyümenin gerçekleşmesi için sektörlerin ekonomi içindeki paylarının birbirleriyle orantılı olarak dağılması gerekmekteydi. Eğer bazı sektörler haddinden fazla büyüyorsa, bu durumda, diğer sektörler de olması gereken düzeyin altında büyürler. İşte bu durumda orantısız büyüme gerçekleşmekteydi. Sektörler arası orantısız büyüme sonuçta, er ya da geç, krizlere zemin hazırlamaktaydı. Bizim ülke olarak tecrübe ettiğimiz 1994 ve 2001 Krizleri bu açıdan en güzel örnekleri teşkil ediyordu.
Sektörlerin orantısız büyümesi incelenirken tabii ki üretim fonksiyonları da sektörlere göre değişiyordu. Burada iktisatçıların çoğunluğu sermaye ve emek gibi üretim faktörlerinin ülke içinde bir sektörden diğer bir sektöre hiçbir verimlilik kaybı olmadan aktarılabildiğini varsayar. Bir başka deyişle bir ekonomide tek tip bir sermayenin ve tek tip bir emeğin kullanıldığı varsayılır. Böyle bir varsayım ilgili iktisadi büyüme modelinin parametre ve simülasyonlarının hesaplanmasında araştırmacıya analitik kolaylık sağlar. Orantısız bir büyüme süreci modellense bile, böyle bir yaklaşımla, kaynakların etkinsiz dağılımı ihmal edilir. Halbuki kaynakların, yani emek ve sermayenin, sektörlere etkinsiz dağılımı hem gelir dağılımı bozukluğuna hem de verimsizlik artışından kaynaklanan sebeplerle kişi başı gelirin düşmesine neden olabilir. Bugün orantısız büyümenin kaynak ve gelir dağılımı etkilerinden bahsedeceğim.
Her sektörde fiziki ve beşeri sermaye o sektördeki üretime özel bir şekilde üretilir. Fiziki sermaye üretimde kullanılan her türde makine ve teçhizatın genel adıdır. Örneğin et kombinalarında kullanılan salam - sucuk – sosis üreten makineler ile tekstil sektöründe kumaş dokumada kullanılan makineler birbirinden çok farklıdır. Et kombinasındaki bir makineyi tekstil fabrikasında dokuma tezgâhı olarak kullanamazsınız veya tam tersi. Bazen bir sektörde kullanılan makineler diğer sektörde de kullanılabilir. Ancak burada da ilgili makinenin verimliliği düşer. Örneğin bir muhasebe firmasında muhasebe işlemlerinin kaydı için kullanılan bir bilgisayar iktisat fakültesinde araştırma için kullanılabilir. Hiçbir yeni program yüklenmezse, bu bilgisayar ancak rapor ve makale yazımı için kullanılır. Ancak ciddi bir araştırma için bu bilgisayarın kapasitesinin arttırılması ve iktisadi araştırma için gerekli matematik ve ekonometri programlarının yüklenmesi gerekir. Yani sonuç olarak her sektörde o sektör için özel olarak üretilmiş makineler kullanılır.
Beşeri sermayeye gelirsek… Üretim sürecinde istihdam edilen emeğin bilgi ve eğitim düzeyi beşeri sermaye olarak adlandırılır. Beşeri sermayeyi ağırlıklı olarak kullanan nitelikli işgücüdür. Nitelikli işgücü de, ömür boyu aldığı eğitimde belli bir sektöre özel bilgilerle donanır. Örneğin ben dört yıllık üniversite eğitiminden sonra bir senesi İngiltere’de iki senesi Türkiye’de olmak üzere yüksek lisans eğitimi ve üç buçuk senelik bir doktora eğitiminden geçtim. Önümüzdeki 15 Ocak’ta akademisyen olarak 24 senemi tamamlayacağım. Bütün bu süreç içinde bir iktisatçı olarak bana gereken bilgi ile donatıldım. Ancak bu bilgiyi üniversite dışında medya ve finans sektöründe kısmen kullanabilirim, onun dışında diğer sektörlerde bu bilgi birikimim pek bir işe yaramaz. Başka bir örnek de piyanisttir. İyi bir piyanist çocukluktan itibaren an az 20 senelik bir eğitim sonucunda yetişir. Konser vermek dışında bir piyanist ancak piyano dersi vererek bu bilgisini tam verimle kullanabilir. Diğer sektörlerde ise piyano eğitimi hiçbir fayda sağlamaz.
Bunları niye anlatıyorum? Beşeri ve fiziki sermaye uzun yıllar yapılan yatırımlarla oluşur ve her biri ancak belli sektörlerde istenen verimlilikle kullanılabilir. Eğer bir ülke orantısız büyüme ile karşı karşıya ise, o zaman, gereğinden hızlı büyüyen sektörlerde çalışan nitelikli işgücü ve beşeri sermayeye, yine bu sektörlerde kullanılan fiziki sermayeye aşırı yatırım yapılmış olur. Öte yandan diğer sektörlerde kullanılan fiziki ve beşeri sermayeye ise eksik yatırım yapılır. Orantısız büyümenin özelliği ancak belli bir süre devam edebilmesidir. Bu süre sonunda orantısız büyüyen sektörler muhakkak bir kriz veya istikrar programıyla sahip olması gereken paya düşecektir. Bu durumda, bu sektörlerde kullanılan nitelikli işgücü işsiz ve makineler de atıl kalacaktır. Çünkü bunların başka sektörlerde çalıştırılması ya imkânsız ya da çok maliyetlidir. Sonuçta uzun zaman ve emek harcanan yatırımlar ziyan olacaktır. Bu duruma biz iktisatta “aşırı yatırım” adını veriyoruz.
Bütün sektörlerde ortak olarak kullanılan faktörler de vardır. Bunlar alt yapı sermayesi ve niteliksiz işgücüdür. Eğer bir ülkede hükümet politikaları veya küresel ekonomiden kaynaklanan sebeplerle kaynaklar bu faktörlere aşırı miktarda aktarılırsa, yine problem çıkar. Örneğin dağa taşa yol yapıp, talep olmayan yerlere hava limanı inşa ederseniz, buna karşın bu altyapıyı kullanacak fabrikaların sayısını aynı oranda arttırmaz ve bu fabrikalarda çalışacak nitelikli işgücünü yetiştirmezseniz, bu sefer alt yapıya aşırı yapmış ve kaynakları israf etmiş olursunuz. Benzeri şekilde “bir çocuk yetmez üç çocuk olsun” derseniz, nüfus artışını teşvik edip bu nüfusa nitelik kazandıracak eğitim yatırımı yapmazsanız, dahası “bu kadar yetmiyor, dış dünyadan da niteliksiz ve vasıfsız işgücü ithal edelim” deyip ülkeyi niteliksiz işgücü havuzuna döndürürseniz, bu ülkede sadece niteliksiz işgücünün yoğun olarak çalışacağı sektörlere yol verirsiniz. Bunlar da, sizi, daha yüksek katma değerli üretime değil daha düşük katma değerli üretime götürür. Her iki durumda da ülkenin uzun dönemde kişi başı geiridüşer. Herkes ama özellikle maaşlı çalışan emekçiler fakirleşir. 2013 yılından bu yana son on yılda Türkiyenin yaşadığı da budur.
Pazartesi günü “Seçime Giderken CHP” adlı yazımı yayınlayacağım. Görüşmek üzere…