Selahattin Demirtaş 'ın yüreğindeki isyanlardan, anlatmak istediklerinden, bilinçaltına yerleşen "off the record travmalardan" ne kadar anladık?
Selahattin Demirtaş ‘ın yüreğindeki isyanlardan, anlatmak istediklerinden, bilinçaltına yerleşen “off the record travmalardan” ne kadar anladık?
Ve ne kadar sahip çıkıp daha ötesi için cesaret verdik “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mesajlarından?
Birkaç hafta önce yine sosyal medya üzerinden paylaşımlar yapmıştı Demirtaş ülkenin acılarını paylaşmak adına… Anında HDP başta olmak üzere herkes tarafından yaylım ateşine tutulmuştu!
O zaman da köşeme taşımış ve şimdi ki gibi ‘seni çok iyi anlıyorum ve ülkenin huzuru evlatların geleceği için daha fazlasını bekliyorum’ diye seslenmiştim Selahattin Demirtaş’a…
Ve İstiklal Caddesi’nde yaşanan patlama sonrasında Demirtaş’tan acıyı paylaşan bir mesaj daha geldi… Bu kez Demirtaş’a yöneltilen tepkiler daha azdı… Zira Demirtaş buna alışkındı, vaktiyle çok niyetlenmişti, iyi de yüklenmişti; “Türkiye Siyasetçisi” olmayı… Olmadı veya oldurmadılar adı her neyse unutmak istiyoruz ülke olarak çünkü acıları katmerlemek bize hiçbir şey kazandırmadı onlarca yıldır…Kabukları kaldırmak, kaşımak, kanatmak kazandırmadı tam aksine daha daha fazla acıyı bıraktı hanelere!
Geçtiğimiz hafta (12 Kasım Cumartesi) “Kürtler Ne İstiyor Çalıştayında” konuşmacı olarak yer alıp bölge, ülke, Kürtler, Türkler, Biz Olmak cümlelerimi aktarmak üzere Ankara’daydım… Diğer konuşmacıların açtığı pencerelere aykırı bir perspektif ile “Yeni Nesil Kürtlerin” beklentilerini aktardığım konuşma bu yönde yapılan bir ilkti…Zira onlarca yıldır aynı cümleler eşliğinde çözüme ulaşamadıysak elbet vardı bir yanlışlık ve yeni yaklaşımlar, yeni çözüm işlemleri, yeni köprüler gerekiyordu artık…
”Kürtler de şapkayı önüne koyup hatalarıyla yüzleşmek zorunda ülkenin huzuru adına” derken daha nicesiyle Kürtlerin payına düşen iğneleri de bir bir masanın üstüne koydum…
Evet Kürtler de elini taşın altına koymalı ve şikayet, eleştirmek, istemek boyutundan çıkmalı artık! Kürtler de payına düşen hatalarıyla yüzleşmeli, gerektiği yerde özür dilemeli, varsa telafi yolları onları aramalı zira bu terane gitmiyor artık!
Ve 12 Kasım’da sabaha karşı Selahattin Demirtaş babasının rahatsızlığı nedeniyle özel izinle Diyarbakır’a getirildi… Babasını gördü, helalleşti, döndü… Kimselerin haberi yoktu! İyi ki de yoktu! Niye olsun ki? Zira “art niyetlice bir o yana bir bu yana çekiştirilen zihinle beraber yürekte fazlasıyla yorulup yıpranırken aslında hiç de olmak istemediği bir kişiye dönüşebiliyor insan…” Demirtaş’a vesile, sadece hasta babasını ziyaretti ve öyle de oldu… Kürtlerin meşhur deyişi; ”akıl veren çok olur ekmek veren yok olur” misali çoğu kez çoğu insan elbirliğiyle hazırlar mutsuzluk, huzursuzluk ve kaos masasını! Sonra da iş hesap ödemeye gelince ortada zerreleri görülmez…
Bu ziyaret sonrasında fazlasıyla olumlu mesaja şahit oldum bölgeden ve ülke genelinden… Dünyanın sonu gelmemişti tam aksine yürekler derin bir nefesle yeşermişti…
Bundan sonra mı? Bundan sonra “Selahattin Demirtaş ev hapsine” geçebilir mi sorusu var zihnimde…
Sonrasında teröre karşı, şiddete karşı, masumların ölümüne karşı Selahattin Demirtaş ile birlikte HDP’li vekiller de aynı safta yer alıp “EDİ BESE” der mi diye soruyorum kendime…
Hatta olabilir mi demiyorum “Türkiye ve evlatlarımız paydasında” buluşarak daha fazlası olmalı diyorum…
80’ler 90’lar Türkiye’sine denk gelen çocukluk ve gençlik yıllarımda zihnime kazınan “Kürt Travmasını” 2000 sonrasında atlatmaya başlamışken, huzurun kapısından geçmişken, daha fazlasını siyasetle elde etmeyi hedeflerken geçmişin travmalarını evlatlarımıza taşımaya hakkımız yok diyorum…