Habertürk'ten Nagehan Alçı pazartesi günkü yazısında, "O nedenle post 15 Temmuz'un yarattığı iklimi iyi değerlendirebilir, buradan sağlıklı bir "Mustafa Kemal sevgisi" üretebilirsek toplumdaki kutuplaşmanın da, birçok gerilimin de önüne geçebiliriz.
Habertürk’ten Nagehan Alçı pazartesi günkü yazısında, “O nedenle post 15 Temmuz’un yarattığı iklimi iyi değerlendirebilir, buradan sağlıklı bir “Mustafa Kemal sevgisi” üretebilirsek toplumdaki kutuplaşmanın da, birçok gerilimin de önüne geçebiliriz. Ancak bunu başarabilmek için öncelikle Mustafa Kemal Atatürk’ü, öfkeli, dogmatik Atatürkçülerin tekelinden kurtarmak gerekiyor...” demiş. Açıkçası ilk cümlede muhafazakâr insanlara seslenirken kendisiyle aynı fikirde olmadığımı belirtmeliyim. İkinci cümlede söylediklerine katılsam da ilk cümlenin doğasında bir problem var. O da, bugüne kadar zaten muhafazakâr tabanın Atatürk’le hiçbir zaman problemi olmadı ama Kemalistlerin Atatürk’ün adını kullanarak “Atatürkçülük” kisvesi altında yaptığı zorbalıklar muhafazakârlara hep zulüm olarak döndü. Kemalistler Mustafa Kemal’i hep dar bir noktaya sıkıştırarak muhafazakâr insanların Atatürk’ü sevemeyeceklerini ancak sekülerlerin bu hakka sahip olabileceğine dair algıyı her daim işlediler. Bu da Atatürk sevgisine ilişkin bir tekel yarattı. Bunu da Kemalistler son derece başarılı bir PR kampanyasıyla sürdürdüler.
Atatürk ve Cumhuriyet bu ülkenin ortak değeri. İki değer de kimsenin tekelinde olmadığı gibi tekel altına alınacak değerler değiller. Tekel altına alınan “Atatürk sevgisiyle” birlikte aslında “Atatürkçülük” bir kutuplaşma olarak topluma yansıdı. Alçı’nın yazısında bahsettiği gibi Türkiye toplumunda bunun dışında bir kutuplaşma olduğuna inanmıyorum. AK Parti’den önceki dönemlerde “Atatürkçülük” kullanılarak toplumun belli bir kesiminin sesi çıkarken bu sese aykırı bir duruş sergileyenler sindirildi. Oysa Mustafa Kemal’in kapsayıcılık anlayışı bununla ölçülebilir bir şey değildi. Tekel oluşturanlar bu gücü tek başlarına kullanarak tek tipçi bir yapı oluşturdular. AK Parti zamanında bu tek seslilik aşıldı, çok seslilik çoğulculuğu beraberinde getirdi. Şimdi herkesin düşüncesini özgür bir biçimde ifade etmesi kutuplaşma olarak algılansa da Cumhuriyetin 94. kuruluş yıldönümünü kutladığımız şu zamanlarda ilk kez bu derece farklı kesimlerin sesi çıkıyor. Bu da kutuplaşma olarak lanse edilse de çoğulculuğun getirdiği çok seslilikle bunu karıştırmamak gerekir.
Mustafa Kemal’i doğrularıyla yanlışlarıyla konuşabilmek beraberinde bir normalleşmeyi getirir. Ortak değerlerimizi pekiştirir. Onu belli bir dogmatizm içinde dar bir alana hapsetmek ise kutuplaşma olarak bize geri döner. Tartışılmayan, konuşulmayan her şeyin zararı çok olur. Sonunda oluşacak tekelleşmede de demokrasiden bahsetmek imkânsız hale gelir. Belli kavramları kutsamak, dokunulmazlık zırhını giydirmek yerinde saymamızın sebeplerini oluşturur. Oysa cumhuriyet gibi bir rejim demokrasiyle güzeldir. Adında cumhuriyet ifadesi geçen ama demokrasiden bahsedemeyeceğimiz İran, Kuzey Kore gibi ülkeleri nereye koyacağız yoksa? O nedenle tartışmadan korkmadan çağa ayak uydurmanın yollarını aramak yüzüncü yılını kutlamaya yaklaştığımız cumhuriyetin bize kazandırdığı en önemli özelliklerden biri.
Aynı şey tarihsel gerçekler için de geçerli. Bana göre Türkiye’nin en başarılı araştırmacıları arasında yer alan İTÜ’den tarihçi arkadaşım Dr. Barış Ertem cumhuriyetin ilanını şu şekilde anlatıyor: “Cumhuriyet, meclisin 2. yasama döneminde ilân edildi. Kayıtlı 325 vekil var. Ama Cumhuriyet, 158 vekille ilân edildi. ‘Hayır’ diyecek vekiller gel(e)medi. İstiklâl Harbi kadrosundan, Mustafa Kemal’in silah arkadaşları Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Rauf Orbay da, gel(e)meyen vekillerdendi. 29 Ekim tarihi, bu dört isim mecliste olmayacağı için özellikle seçilmişti. Onlar da, CHP'den ayrılarak, ilk muhalif parti olan Terakkiperver Fırka'yı kurdu. (CHP'ye) muhalif ilk parti Terakkiperver Fırka, kurulduktan 7 ay sonra, ‘Şeyh Sait İsyanını kışkırtmak?’ suçuyla İstiklâl Mahkemesi kararıyla kapatıldı. Mustafa Kemal'le yan yana savaşmış bu dört isim, partileri kapatıldıktan bir yıl sonra da, Mustafa Kemal’e suikast planlamak iddiasıyla İzmir'de idamla yargılandı. Suçlamalar asılsız olduğundan, dördü de beraat etti. Ama Atatürk'ün vefatına kadar siyasetten tümüyle dışlandılar. İşte tek parti böyle doğdu.”
Cumhuriyet ancak bu tarihsel gerçeklerimizi kabul ederek ve onu en iyi şekilde yüzüncü yıla hazırlayarak ilelebet payidar kalır, yoksa gece kulüplerinde taburenin üstüne çıkıp İzmir Marşı söylemenin kimseye faydası yok.
Edip Uğur’un davadan anladığı bu mudur?
Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Edip Uğur sonunda istifa etti. İstifa konuşması tartışmasız bugüne kadar istifa eden belediye başkanları arasındaki en kötü konuşmaydı. Uğur, “seçimle gelen seçimler gider anlayışı rafa kaldırılmıştır.” dedi. Uğur’un unutmuş olduğu bir şey var ki o da Cumhurbaşkanı Erdoğan sayesinde belediye başkanı olduğu. Eğer gerçekten durum böyle değilse bir sonraki seçimlerde bağımsız aday olsun ve bu durumu test edelim. Seçilirse uzun bir özür yazısı yazacağıma söz veriyorum.
Bir de “ailem tehdit edildi” diyor Edip Uğur. Aslı astarı olmayacak bir şekilde insanları zan altında bırakmak bırakın davayı ahlak kurallarına yakışmaz. 17-25 Aralık darbesinden sonra FETÖ’ye hala daha “hocaefendi” diyen Edip Uğur onu bunu bıraksın da önce buna cevap versin.
Doğan’dan BirGün’e…
Biliyorsunuz Nevşin Mengü’ye en sonunda patronu Aydın Doğan bile tahammül edememiş kovmuştu. Mengü’nün yeni adresi belli oldu: BirGün… “Lümpenin, sığlığın, terbiyesizliğin iktidarı” diyecek kadar gözü dönmüş, seçilmişlere saygısı olmayan bu demode kadına BirGün çok yakışmış gerçekten. İstese bu kadarı olmazdı!