"Bâzen vatan olarak elinizde sâdece diliniz kalır."
İngiliz asker, siyâsetçi ve devlet adamı Winston Churchill’i (1874-1965) az buçuk genel kültürü olan herkes bilir. 1915 Çanakkale Harbi’nde Birleşik Krallık Savunma Bakanı olan Churchill’in daha sonra başbakanlığa uzanan uzun bir siyâsî hayâtı olmuştur. 1940-1945 ve 1951-1955 yıllarında olmak üzere iki dönem başbakanlık yapmıştır.
2. Dünya Savaşı’na girerken söylediği şu sözü o kadar meşhur olmuştur ki, Londra’nın merkezindeki heykelinin kaidesine yazılmıştır: “Size acı, kan, ter ve gözyaşından başka hiçbir şey vadetmiyorum.
Ayrıca şimdilerde “selfie” çekerken işâret parmağı ve orta parmağı açarak yapılan “V” hareketi de Çanakkale’de canımıza kasteden Churchill’e âittir. İngilizce “zafer” anlamına gelen “victory” kelimesinin ilk harfini gösterir ve İngiltere’nin dünya siyasetindeki başarı ve zaferini simgeler. (Bu hareketi yaparak fotoğraf çektirenlerin amacı nedir bilmiyorum.)
Churchill yarbay rütbesine kadar yükselen bir asker ve Birleşik Krallığı’nın en tanınan başbakanlarından biri olmasının yanında başarılı bir edebiyatçıdır. O kadar ki Bernard Shaw, Andre Gide, T.S. Eliot, Bertrand Russell gibi isimlerin aralarında bulunduğu Nobel Edebiyat Ödülü’ne (1953) lâyık görülmüştür. Hatta bu ödüle Ernest Hemingway, Albert Camus, Boris Pesternak, Ivo Andric, John Steinbeck, Samuel Beckett gibi isimlerden önce lâyık görülmüştür.
İngilizce ve Shakespeare
Yazımızın ekseni Churchill’in edebiyatçı yönü ve İngiliz diline bakışıdır. Bleinheim Sarayı’nda doğacak kadar aristokrat bir İngiliz ve edebiyat ödülü alacak kadar İngilizce’ye hâkim biri olarak Churchill’in Shakespeare hakkındaki düşünceleri bir dilin o dilin konuşulduğu ülke ve kültür için ne kadar önemli olduğunu anlamamızda örnek teşkil etmektedir.
Bir asker, bir siyâsetçi, bir başbakan ve Nobel Edebiyat Ödülü sâhibi bir edebiyatçı olarak Churchill’e bir mülakat sırasında şu dizi soruları yöneltmişler:
- İngiliz sömürgelerini tercih edersiniz yoksa İngiliz donanmasını mı?
Churchill cevap vermiş:
- İngiliz donanmasını tabi ki. Donanma olmadan sömürgeleri elimizde tutamayız.
Sorular şöyle devam etmiş:
- Peki donanmayı mı tercih edersiniz yoksa İngiltere’yi mi?
- Elbette İngiltere’yi, çünkü o donanmayı İngiltere’deki tersânelerde yaptık.
- Peki İngiltere’yi mi tercih edersiniz yoksa William Shakespeare mi?
- Hiç tereddütsüz Shakespeare, çünkü Shakespeare olmasaydı İngilizce olmazdı. İngilizce olmasaydı İngiltere olmazdı.
İki dünya savaşı görmüş bir devlet adamı olarak silahların gücünü, ekonominin rolünü bilen Churchill’in “her şey bir yana Shakespeare bir yana” gibi tavır ortaya koymasını önemsemeliyiz.
Shakespeare’in ve dolayısıyla İngilizce’nin olmaması, İngiltere adına var olan her şeyin anlamını yitirmesi hatta hiçbir zaman anlam kazanamaması demektir.
Dil vatandır
Benzer bir yaklaşımı belki aynı târihlerde büyük şâirimiz Yahya Kemâl Beyatlı da ortaya koymuştur. Üsküplü bir Osmanlılı olarak, Balkanlar’ın elimizden çıkışına, Anadolu’nun işgaline şâhit olan ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde Varşova ve Madrid büyükelçiliği yapmış olan Yahyâ Kemâl de dilin millet ve devlet için önemini şu sözlerle ifâde etmiştir:
“Bâzen vatan olarak elinizde sâdece diliniz kalır.”[CC1]
Yüzyıl önce Anadolu’yu ordularıyla işgâl edenler emellerine ulaşamayınca, gizli mayınlar gibi arkalarında büyük bir tehdit bıraktılar. Zâten çok daha önceleri gibi askerî üs gibi “misyoner okulları”nı açmışlardı. Bu okullara verdikleri önemi şehir efsânesi olarak anlatılan şu olayla anlayabiliriz. İsmet İnönü, Atatürk’ün emriyle, Lozan görüşmeleri sırasında misyoner okullarının kapatılması maddesini gündeme getirdiğinde Churchill, İstanbul’un henüz işgâl altında olduğunu ve Yunan ordusunun Trakya’dan çekilmediğini hatırlatarak savaşın devam edeceği tehdidini savurmuştur.
Daha önemli maddeler için bu maddede tâviz verilir. Bunun yerine Ankara Yenişehir Lisesi açılır. Bu lisesinin eğitim kalitesi o zamanki Türk eğitim sisteminin de göstergesidir. Bu liseden mezun olanlardan Oktay Sinanoğlu, Amerika Birleşik Devletleri’nde üniversiteyi birkaç ayda bitirir.
Ne yazık ki, bu lisenin adı daha sonra – Atatürk’ün verdiği isim değiştirilerek – TED Ankara Koleji olur ve eğitim dili İngilizce yapılır. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir. Artık Türkiye Cumhuriyeti’nden resmî dil olan Türkçe ile eğitim yapan okul neredeyse yok gibidir.
Okullar böyle olunca en ücra köşedeki pazarın adı bile “market”, çarşının adı “shopping center” olur.
II. Elizabeth, kraliçemizmiş!
Binlerce benzer örnekten biri olarak şunu aktarmak isterim. Üsküdar’daki Valide-i Cedid Câmii’nin dükkanları arasında “Queen Coffee Shop” diye bir kahveci var. İçeri girip sâhibine dükkânın adının sebebini sordum. Bana önce Türkçe’ye tercüme etti. Kraliçe Kahve Dükkanı demekmiş!
Ben de sordum: Hangi kraliçe bu?
Adamın verdiği cevap dil vatanımızın sokak sokak işgâl altında olduğunu kanıtıdır: Bir tâne kraliçemiz var, Elizabeth.
Churchill’in Çanakkale’de dünyânın en güçlü donanmasının gökten cehennem gibi yağan top gülleriyle yapamadığını Shakespeare’in İngilizcesi kelime kelime yapıyor.
Avusturalya’daki milletvekilinin yemin töreninde “sömürgeci” dediği İngiliz kraliçesi, Türkiye’de câmilerin altında kendi adına kahve dükkanları açıldığı görse ne kadar sevinir!