Bizim sağ cenahta – özelikle milliyetçi cenahta – Rusya ve İran'a karşı bir rezerv söz konusudur.
Bizim sağ cenahta – özelikle milliyetçi cenahta – Rusya ve İran’a karşı bir rezerv söz konusudur. Hemen konuya gireceğim. Bu iki ülkeye karşı özellikle Türk milliyetçilerindeki şüpheyle yaklaşma eğilimi Türkiye’nin menfaatlerine de, tarihine de, jeo-politiğine de, mantık ilkelerine de uymamaktadır. Buradaki tavır genelde yılların birikimiyle oluşan duygusal tepkilere bağlıdır ve üç ülkede de emperyalistlerin kaşıyabileceği uygun yaralar açmıştır. Aynı rasyonel olmayan bakış açısı birbirlerine ve Türkiye’ye karşı İran ve Rusya’da da mevcuttur. Bu üç ülkenin güç birliği etmesi bütün dünya dengelerini değiştirecektir. Pekiyi, neden bu üç ülke bir araya gelmez de kafa kafaya tokuşurlar? Cevaplamaya çalışayım.
Malum Osmanlı’nın son döneminde en sert yenilgileri Rusya’ya karşı aldık. Rusya’nın jeopolitiği kendi güneyindeki sıcak denizlere ulaşmasını gerektirmekteydi. Yol üzerinde ise biz vardık. Dahası, Rusya’nın kaşıyabileceği Slav ve Ortodoks nüfus da büyük oranda bizim hükmümüz altında idi. Kırım ve Romanya’nın kaybı, ardından 93 Harbi, felâketli yıllar… Erken dönem Cumhuriyet kadroları için bunlar çok taze anılardı. Atatürk’ün Lenin’le kurduğu karşılıklı saygıya dayalı ve anti-emperyalizm temelli sağlıklı ilişkiyi İnönü ve Stalin sürdüremedi. II. Dünya Savaşı sonrası, Türkiye Moskova’nın gazabından Washington’a sığındı. Neticede Türkiye, İstiklal Harbinde en önemli desteği sağladığı büyük komşusuna karşı bir cephede, hem de cephenin ön hattında siper aldı. Soğuk Savaş’ın maliyeti hem Türkiye hem de Rusya için büyük olmuştur. Türkiye Kuva-yı Milliye düşüncesinden ve Cumhuriyet ideallerinden sapmış ve Amerika’ya bağımlı bir ülke olmuş, Rusya’da ise hedeflenen sosyalist ideallerden büyük sapmalar gerçekleşmiş ve sonu da hüsranla bitmiştir. Böyle olmaması ve her iki ülkenin dayanışma içinde olması gerekirdi. Soğuk Savaş dönemine giden süreçte “Kim haklıydı, kim haksızdı?”, diye sormayacağım. Bunda her iki tarafın da hataları olabilir, bu konularda hükmü Hasan Köni hocamız daha yetkince verecektir.
İran’a gelince… İran ve Anadolu’da hakim olan devletler tarih boyunca hep rakip olagelmişlerdir. Bunun sebebi jeo-politik olarak açıktır: Her iki ülke de Asya’yı Avrupa’ya bağlayan ana ticaret yollarının üstünde ve birbirlerine sınırdaş olarak uzanmaktadırlar. Her iki ülkenin tek bir imparatorluk altında birleştiği dönemlerde bu İmparatorluklar dönemlerinin süper güçleriydi: Pers İmparatorluğu, İskender İmparatorluğu, Emevi ve Abbasi Saltanatı, Büyük Selçuklu Devleti, İlhanlı Türk – Moğol İmparatorluğu Timur İmparatorluğu. Her iki coğrafyada iki güçlü devlet olduğunda gerek kendi aralarındaki gerginlikler gerekse de dış güçlerin yarattığı fitne ile hep kafa kafaya tokuşmuşlardır. Bundan kazanan her zaman diğer devletler olmuşlardır, kaybeden de İran ve Türkiye. Bizde milliyetçilerin İran’a karşı tavrında Şiilik en büyük etkendir. Bunun ne İslami, ne siyasi, ne de ekonomik olarak haklı bir gerekçe olmayacağı açıktır. Benim “Beyazlatılmış Türk” tabir ettiğim kesimler içinse İran’daki irtica ve şeriatçı yönetim karşı olmanın gerekçesidir. Bu da gereksiz ve içi boş bir söylemdir. İran’ın bize tehdit teşkil etmesinden çok, bizim İran’a bir tehdit teşkil etmemiz söz konusudur. Çünkü İranlılar Türkiye’de ne etnik açıdan, ne dini açıdan, ne de ideolojik olarak bir etki sahibi olamazlar, ancak Türkiye hem etnik açıdan hem de ideolojik olarak İran’ı sıkıştırabilme imkânına sahiptir. Bu yüzden de, İran yönetimleri her zaman Türkiye’ye karşı şüpheyle yaklaşmışlardır. Burada da, tarihimizdeki en samimi ve sıcak ilişkiler Atatürk ve Şah arasında gelişmişti. Atatürk’ten ve hele İslam Devriminden sonra ilişkilerimiz eski yakınlığında olmamıştır.
Aslına bakılırsa, Türk kültürü açısından bize en yakın ülke İran’dır. Şiirimizden devlet yönetimimize, kullandığımız dini ıstılahlara kadar sayısız ortak yanımız mevcuttur. Dahası, İran’ın yarısı Türk’tür ve 20’inci asra kadar Türk hanedanları tarafından idare edilmiştir. Bugünkü dini lider, Pastarlar’ın komutanı, birçok eski Cumhurbaşkanı, mollaların çok önemli bir kısmı Türk’tür. Belki de sayın Cumhurbaşkanı’nın tercüman olmadan rahatlıkla konuşabildiği nadir ülkelerin başında İran’ın gelmesinin en önemli sebebi de budur. Rusya’ya gelince… “Rus’u kazırsan altından Tatar (Türk) çıkar”, der bir Fransız atasözü. Bilelim ki, Batı “Türk’ü” ne kadar kendine alternatif, rakip ve düşman görmekteyse, en az o kadar “Rus’u” da kendine alternatif, rakip ve düşman görmektedir. Dahası Katolik - Protestan alemi için Müslüman neyse Ortodoks da odur. Rus kültürünün arka planında, edebiyatında, gelenek ve göreneklerinde ve idare sisteminde Türk kültürünün etkileri çok baskındır. Bugün dahi, Rus yönetiminin kilit noktalarındaki yetkililerin ve Putin’in yakın çalışma arkadaşlarının önemli bir kısmı Kazan Tatarıdır.
Son bir yıl içinde bu üç ülke daha önce hiç olmadığı kadar yakınlaştı. Bunun sebebi, her üçünü de tehdit eden Atlantik merkezli emperyalist güçtür. Rusya “Çarların”, İran “Şahların” ve Türkiye de “Padişahların” jeopolitiğine yeniden dönmüşlerdir, ama bir farkla: Üç ülke de tarihte birbirleriyle kapışmanın getirdiği sonuçları görecek kadar tecrübe sahibidir, üstelik bugünkü iş birliğinin sağladığı imkânların neler olduğu ta Paris ve Berlin’den bile görülmektedir. Zannetmiyorum ki Beştepe, Kremlin ve Sa’dabat Sarayı Berlin ve Paris’in görebildiğini göremesinler. Zaten Kasabanın Şerifi’nin panik hali bu gerçeği bize doğrulamaktadır.
Büyük imparatorlukların varisi üç büyük devlet, kahramanları gangsterler, kanun kaçakları ve üç kâğıtçılardan oluşan türedi bir devletin ayak oyunlarına artık pabuç bırakmamalıdır. Üç ülkenin iş birliği belki bir serbest ticaret bölgesi ve kalıcı bir askeri ittifakla da perçinlenebilir. Tarihin önemli bir dönemecinde ticaret yolları da eski güzergâhına dönmektedir. Burada ki iş birliği sadece bu üç ülkeye değil bütün Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya’da refah, huzur ve barış sağlayacaktır. Yeter ki, Atatürk’ün izlediği yolda bu ülkelerle karşılıklı saygıya ve eşit statülere dayalı ilişkilere girelim. Son bir söz de bizdeki arkadaşlara: Turan’ı kurmak isteyen milliyetçi kardeşim, Turan’ı Rusya olmadan kuramazsın! İttihad-ı İslâm isteyen muhafazakâr kardeşim: İran olmadan Müslümanları birleştirmezsin! Türkiye’nin tam bağımsızlığını isteyen Atatürkçü kardeşim: Kasabanın Şerifini bu coğrafyadan kovmadan tam bağımsız olamazsın, İran ve Rusya olmadan da Kasabanın Şerifini kovamazsın!
Hayırlı Cumalar…