Geçen yıllarda Küçük Prens'in yazarı Saint-Exupery'nin ölümünün yetmişinci yılı münasebetiyle edebi bir çılgınlık yaşamıştı. Neredeyse Küçük Prens'i basmayan yayınevi kalmamıştı uluslararası telif haklarının serbest kalmasından dolayı.
Yazarların ölümünden yetmiş yıl sonra kalitesiz yayıncılar tarafından talan edilmeleri hazin bir durum. Kitaptaki çevirilerde Atatürk için kullandığı ifadenin aksettiriliş biçimi de diğer bir tartışma konusuydu. Dünyaca kabul edilmiş bir yazar olmasaydı çiğ çiğ yenebilirdi, verilmiş sadakası varmış. Konuya tekrar giriş yapalım ama o kısmına değil.
Önce alıntı: “Küçük Prens’in geldiği gezegenin “Asteroid B-612″ olduğu konusunda yabana atılamayacak kanıtlarım var. Bu gezegeni bir zamanlar teleskopla ilk kez gören biri olmuş: 1909’da bir Türk gökbilimcisi. Bu konuda hazırladığı raporu Uluslararası Gökbilimciler Kurultayı’na sunmuş. Ama başında fes, ayağında şalvar var diye sözüne kulak asan olmamış. Büyükler böyledir işte.”
Sonra kılık kıyafet değiştirmiş de herkes onun dediğini dinlemiş. Nasrettin Hoca’nın “ye kürküm ye” fıkrası gibi. Zaman içinde bazı yargılar hiç değişmiyor. Geçenlerde sosyal bir deney gerçekleşmişti zengin Kuzey ülkelerinden birinde. Kıyafeti düzgün olan biri bileti olmadığı iddiasıyla belediye otobüsüne binmek istiyor. Kabul ediliyor hepsinde. Aynı kişi evsiz kılığına bürünüp ricada bulunuyor, belediye otobüsü şoförleri şahin kesiliyor. Ye kürküm ye. Otobüs dediğimizde aklıma hemen Rosa Parks geliyor. Çağrışım işte. Belediye otobüsünde zencilere ayrılan yere oturmayı reddedip büyük bir devrimin fitilini ateşlemişti. O yasağı koyanların, uygulayanların hatırlanacağını hiç sanmıyorum. Ama Rosa Parks insanlık yaşadıkça ismi hatırlanacak cesur bir kadın.
Lafı uzatmadan son örneğe getireyim. Kanadalı bilim kadını Donna Strickland, Nobel fizik ödülü layık görülmüş. Yanında iki erkek daha var ama olsun, üç fizik ödülünden birine bir kadının layık görülmesi iyi bir şey. Aziz Sancar da 2015’te kimya alanında almıştı. Yıllardır unuttuğumuz değerimizi Küçük Prens’te yaşanana benzer şekilde hararetle hatırlayıvermiştik. Donna Hanım’ı Kanadalılar yeni mi tanır bilmiyorum ama Nobel ödülü almadan kısa bir süre öncesine kadar adına bir Wikipedia sayfası açılmasına izin verilmemiş. Hani şu “özgür ansiklopedi” Wikipedia… Nobel verildikten sonra apar topar izin vermişler. İnternet üzerinde iş yapmak, ansiklopedi açmak kişileri hemen “ilerici” yapmıyor. Donna Hanım sonunda o alınmadığı belediye otobüsüne binmiş oldu.
İğneleri batırdığımıza göre sıra çuvaldıza gelsin. Dünyanın ilk üniversitesini kuran Fatıma el-Fihri’nin adını neredeyse büyüteçle arıyoruz eserlerimizde. Bin yıldan falan bir süre önce dünyanın ilk üniversitesini kuran ve bir anlamda Endülüs’ü mayalayan bu kadını sukut suikastına maruz bırakıyoruz. Önce Avrupa ve Amerika’da isminin tedavüle girmesi mi gerekiyor? Nobel komitesinin ismini zikretmesi mi gerekiyor? Yaptığımız hatanın farkına varabilmek için Fatıma el-Fihri’nin hayatının “Küçük Prenses” ismiyle bir Fransız tarafından kitap yapılması mı gerekiyor. Ya da en iyisi canımızı sıkmayalım ve “Büyükler böyledir işte” deyip mevzuyu kapatalım.