Kenan, Beren direnmeyin boşanın! Biz kimleri kimleri boşadık.

Onlar da sizin gibi sosyal medyadan, oradan buradan az ''Yok öyle bir şey. Seviyoruz! Mutluyuz!'' demedi. Biz inanmadık, onlar yanak yanağa fotoğraflar koyup ikna etmeye çalıştılar. ''Avukat falan gün almışsınız'' dedik. Çıkıp el ele röportaj falan verdiler, yine olmadı. Bak Mustafa Sandal ile Emina'ya. Ne dediler ne yaptılarsa inandıramadılar. Sonuç, bitti.

Siz uslu da durmuyorsunuz. Ayrılma tezinizi çürütmek yerine resmen harlıyorsunuz. Sosyal medya paylaşımlarınız, silip koyduklarınızla sanki uzatmaları oynuyoruz diyorsunuz. Üzülerek yazıyorum ama küçücük bir şansınız bile yok. Magazin masalarına da düştünüz artık çok geç. Tecrübe ile sabit onlar dediyse doğrudur. Bu ne demek biliyorsunuz. Akşam artık evinizden kim çıktıysa kulaktan kulağa anlatmış sizi. Tüm İstanbul bayağıdır sizi konuşmuş ve siz epey bir zaman sonra o masaya düşmüşsünüz demek. Bekara boşamak kolay. Size zor. Bir de hiç yetmez gibi olan bitenler milleti ikna çabası ''boşanmıyoruz'' diye. Günah size, uzatmayın boşanın herkes rahatlasın. Olmadı bir de karı koca olmadan deneyin. Bakın arkanızda sırasını bekleyenler var. Özcan Deniz boşanacak daha sıranızı savın gitsin.

Gerçek ölüm!

Ölümünden 10 yıl sonra kara kaplı defter tekrar açıldı. Michael Jackson'un çocuk yaşta cinsel istismarda bulunduğu iki kişinin açıklamaları ile hazırlanan ''Leaving Neverland'' adlı belgeseli dünya koşuyor. Yaşamı boyunca çocuklara cinsel istismarda bulunduğu suçlamaları ile karşı karşıya kaldı. Michael Jackson bahsi geçen iddialar için "Yatağımı erkek çocuklarıyla paylaştım, ancak bunda cinsel yön olmadı." açıklamasını yapmıştı. Ve bu suçlardan o vakit aklanmıştı. Şu an çıkan belgeseli izlerseniz Michael Jackson'a doğduğunuz günden şu ana kadar öğrendiğiniz tüm bipli kelimeleri sıralayıp, hiç ara vermeden beddua bölümüne geçersiniz. Adam mezarında ters dönene kadar da susmazsınız. Bu belgeselle beraber dünya ikiye bölündü. Bir taraf ''ne gerek vardı ölen adamın arkasından'' derken, diğer taraf ''gerçekleri ölüm bile susturamaz'' diyor. Bana sorarsanız da susturmamalı. Özellikle de böyle büyük bir günah varsa, ört bas edilmemeli. Oldu sen yap et sonra öl, biz de ölünün arkasından konuşulmaz deyip susalım. İnsanoğlu ilginç, kör ölünce badem gözlü oluyor. Hak eden de etmeyen de yaşarken görmediği saygıyı görüyor ölünce. Saygıyı yaşarken hak etmeyene ölünce göstermek nasıl bir mantık, benimde bunu aklım almıyor.

O güne kadar...

Karmakarışığız! Çözemiyoruz kendimizi. Neyi isteyip istemediğimizi bilmiyor haybeye vakit kaybediyoruz. Hoşlanma ile aşkı birbirine karıştırıp boşuna üzülüyoruz. Kim dost, kim düşman ayrımı yapmıyor, herkese aynı davranıyoruz. Kendimizi tanıyamıyor yanlış işler seçip, para kazanmak uğruna eziyet çekiyoruz.

Hayatımız kendimizi tanıdığımız gün düzelmeye, kolaylaşmaya başlıyor. Hatalarımız o gün azalıyor. Belki daha çok gülmüyoruz ama daha az ağlıyoruz. Hayatımıza aldığımız insanlar da artık bizimle daha az yoruluyor. Artık görmeye başlıyoruz, beraber eğlenebildiklerimizin dostumuz olmadığını. Önüne gelen her omuzda ağlanmayacağını doğru omzu bulduğumuz gün fark ediyoruz. İşte o omuza da kan bağın olmadan kardeş demeyi o gün öğreniyoruz. Güzel muhabbet etmek istediğimizde başka başka insanlarla değil de illa ''O'' olmalı dediğimiz gün, dostumuzun da adını koymuş oluyoruz. Evde boyadığın eski sandalyeyi şans eseri biri satın alınca, paranın tek yolunun her sabah bin lanetle gittiğimiz iş olmadığını anlıyoruz. Saygının önünde sevgi eğilince hangi adama aşık olacağımızı anlıyoruz. Durumun aslı astarı şu ki; bizi mutlu eden işi de aşkı da kendimizi tanımadığımız sürece bulamayacağız. Ve en önemlisi hayatımızda ki insanlar doğru raflarda olmadığı sürece, bizde kimsenin hayatında doğru yerde olamayacağız.