Türkiye Cumhuriyeti târihinde 10 Kasımların tek bir gündemi vardır.
Türkiye Cumhuriyeti târihinde 10 Kasımların tek bir gündemi vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl Atatürk’ün 1938 yılının 10 Kasım’ında vefat etmesi, hem devletin hem de sivil halkın birinci gündem konusudur. Hayat durur âdeta. Âdeta değil, kelimenin tam anlamıyla saat 09:05’te çalmaya başlayan sirenlerle birlikte 1 dakika da olsa, hayat durur. Birçok Amerikan filmde stüdyoda canlandırılan sahnelere benzeyen bir görüntü oluşur ve 1939 yılından beri insanlar 1 dakika saygı duruşunda beklerler.
Bu yaşanan olaylar arkasında âdeta bir devletin kuruluş felsefesi ve kuruluş hikâyesi yatmaktadır.
Atatürk 09:05’te mi vefat etti?
Resmî târihimizde ve ilkokuldan başlayarak İnkılâp Târihi ders kitaplarında Mustafa Kemâl Atatürk’ün ölümü saat 09:05 olarak anlatılır. Aslında tam olarak öyle değildir. Uzun zamandır hasta olan Atatürk, hastalığının ağırlaşması sebebiyle 1938 yılının 29 Ekim kutlamalarına da katılamamıştır. Siroz hastalığı iyice ilerlemiştir. 10 Kasım günü emr-i Hak vâki olur ve Mustafa Kemâl Atatürk, her fâni gibi günahları ve sevaplarıyla ruhûnu teslim eder.
Şimdi gelelim “tam öyle olmayan” bölüme. Bu anlatacaklarım, zamânın başbakanı Celâl Bayar’ın torunu Prof.Dr. Akile Gürsoy’dan bizzat duyduklarımdan oluşmaktadır. Atatürk’e karşı olağanüstü bir sevgi besleyen Celâl Bayar, 10 Kasım’ın ilk saatlerinde, 03:30 sularında Atatürk’ün öldüğü haberini alır. Bir kriz yönetimi örneği göstererek, bu olayın halka duyurulması konusunda bir karar verir ve ölümün saat 09:05’te vuku bulduğu şeklinde ilan edilmesini ister. Zirâ, Atatürk’ün ölümü gelecek 10 Kasımlardan itibâren devlet töreni ile anılacaktır. Bu törenin 03:30 yerine, 09:05 yapılması daha uygundur. Mesâî başlamış ve herkes işine ulaşmış olacaktır.
Erken Bir 10 Kasım
Aklım memleket meseleleriyle meşgul olmaya başladığından beri “Keşke Atatürk bir on sene daha yaşasaydı” diye düşünürüm. Cumhuriyet yeni kurulmuştur. Son yıllarını “Hasta Adam” geçiren 600 yıllık bir devletin bakiyesi üzerine kurulan Cumhuriyet, âdeta ağır bir ameliyat sürecindedir. 1938’de ameliyat hâlâ devam etmektedir ve Cumhuriyet ameliyat masasındadır. Bu ameliyatın baş cerrahı da, Mustafa Kemâl Atatürk’tür. Atılan adımların yerli yerine oturması, zaman içinde ortaya çıkacak eksikliklerin giderilmesi, fazlalıkların ve yanlışlıkların düzeltilmesi, geçici olması düşünülen uygulamaların yenileriyle güçlendirilmesi sürecinin Atatürk’ün tâkibinde sürmesi gerekmektedir. Ancak, Cumhuriyet ameliyat masasındayken, ameliyatı yapan baş cerrah ölmüştür.
Atatürk 1948’de Ölseydi!
Târih “keşke”lerle çalışmaz. Ama bir kurgu oluşturalım ve Atatürk’ün 1938’de değil de, 1948 yılında 67 yaşında vefat ettiğini düşünelim. Türkiye, ameliyat masasından kalmış, en kötü ihtimâlle nekahat döneminde olacaktı. Târihimizde “Millî Şef” dönemi hiç yaşanmamış olacaktı. Belki gerçek anlamda çok partili demokrasiye 1950’de değil, 1940’ların başında geçecektik. Atatürk’ün CHP Aydın il başkanı olarak tanıdığı Adnan Menderes’in Türkiye’ye kazandırdıkları kaybedilmeyecekti. “Başbakan asan ülke” olmayacaktık. Özal’ın 1980’lerde kazandırdıklarını belki 1960’larda elde edecektik. Recep Tayyip Erdoğan’ın son on beş yılda kazandırdıklarını belki 1980lerde elde etmiş olacaktık. Muhtemelen “Seni ben bile kurtaramam” lafları edilmeyecek, “bir sağdan bir soldan” çocuklar idam edilmeyecek; 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül askerî darbeleri hiç yaşanmayacaktı. 28 Şubat, sâdece her hangi bir Şubat ayının son günü olarak bilinecekti. Ve şu anda 2023 hedeflerine çoktan ulaşmış, 2053 hedeflerine yaklaşmış, dünyânın en büyük on ekonomisinden biri olan bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık. Belki de günümüzde Türkiye’de kültürel iktidar sorunu bile çoktan aşılmış olacaktı.
Elbette “Hayır, olandadır” demekten başka yapacak bir şey yok. Takdir-i ilâhî böyle tecelli etmiştir.
2019’dan Sonra Erdoğansız Olma Lüksümüz Yok
Türkiye Cumhuriyeti, 1938’de nasıl bir ameliyat hâlinde idiyse, son on beş senede yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi daha güçlü bir hâlde ayağa kalkmak için ameliyat masasına yatırmıştır. Bu sefer, ameliyatın baş cerrahı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Türkiye’nin bu süreci başarıyla geçmesi için, son dikişi yine Recep Tayyip Erdoğan’ın atması ve Türkiye’nin yoğun bakımdan Recep Tayyip Erdoğan’ın gözetiminde çıkması gerekir.
Bâzılarının sımarık bir hevesle istediği gibi, Recep Tayyip Erdoğan’ın 2019’daki seçimlerde aday olmaması veya olunca da seçilmemesi Türkiye’nin ikinci erken 10 Kasımı olur ki, buna devletimizin ve târihimizin tahammülü yoktur.