Öncelikle geçen pazar günü tren kazasında hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet dilerim.
*Beşinci Kurucu
11 Temmuz Srebrenitsa Katliamı’nda ve 15 Temmuz hain işgal girişiminde şehit olan kardeşlerimizi de rahmetle anarım.
Geçen sene bu sıralarda bir akl-ı evvel “Yeni bir devlet kuruluyor!”, demişti. Kendi Neo-İtilafçı bakış açısından bu doğru olabilirdi ama 2300 küsûr yıllık Türk Devlet geleneği açısından kabul edilemeyecek bir önermeydi. Ben de bu arkadaşa bir yazıyla haddini bildirmiş ve doğru sözün “Devletin yeniden kurulması” olduğunu söylemiştim.
Bütün devletler kendi jeopolitiği tarafından belirlenen bir ana hat üzerine kurulur. O jeopolitiğin dayattığı tehditlere karşı korunabilmek ve fırsatları değerlendirebilmek için milli güç unsurları koordine edilir. Zaman içerisinde her devletin dayandığı jeopolitik değişebilir. Ya kendi fiziki sınırları ve/veya siyasi dinamikleri değişmiştir ya da çevresinin fiziki sınırları ve/veya siyasi dinamikleri değişmiştir. Bir üçüncü faktör olarak da küresel veya milli iktisadi yapıda ve ilişkiler ağında önemli bir değişim olmuştur. Böyle zamanlarda devlet yeniden kurulur. Türk Devleti gibi köklü kurumlar ortadan kaldırılmaz fakat yeniden örgütlenir. Eski rejimle yeni rejim arasında geçiş dönemi ne kadar kısa sürerse o kadar iyidir. Bu süre uzarsa, ister istemez, belirsizlik ve otorite boşluğuna yol açabilir.
Türk Devleti’nin mazisi Mete Han’a (Mete hükümdarın isminin Çince versiyonudur; dil bilimciler orijinalinin Bağatur / Bahadır veya Motun olduğunu iddia ederler, DMD) kadar gider, doğrudur. Ancak, ben burada analizimi Osmanlı ile başlatayım. Çünkü bütün kültürel ve ananevi yapısının oturması ve yerleşmesi ile Türkiye Türklüğünü Osmanlı ile başlatmak bana doğru gelmektedir. (“Selçuklu ne oldu?” derseniz o dönemin göçebelikten yerleşikliğe, Orta Asya kültüründen Akdeniz Kültürüne geçiş dönemi olarak adlandırırım. Tabiî ki bu, benim kişisel yorumum.) Buna göre Türk Devleti’nin bu topraklarda birinci kurucusu Osman Gazi’dir. Babasından aldığı bir göçebe aşireti bir Balkan ve Anadolu krallığının çekirdeği olan kudretli uç beyliğine dönüştürmüştür.
Devletin İkinci Kurucusu El Gazi Fatih Sultan Mehmet Han-ı Sânî’dir. Bir feodal ortaçağ krallığını devralmış bunu bir İmparatorluğa (Hammer’in ifadesi ile “Müslüman Roma İmparatorluğuna”) dönüştürmüştür. Devlet içinde devlet olan ailelere, devletin sınır boylarında merkezden azade yaşayan Müslim ve gayr-ı Müslim feodal beylere karşı çok kuvvetli merkezi bir idare kurmuştur. Kabine sistemini ilk defa oluşturup, devletin Devlet Başkanı Hükümetin ise Başbakan tarafından idare edileceği prensibini koymuştur ki, bu prensip, 17 Nisan 2017’ye kadar kesintisiz devam etmiştir. Türk Ordusunu profesyonelleştirmiş, çağının en yeni teknikleriyle teçhiz etmiştir. Köhnemiş ve para-servet ilişkilerine garkolmuş tarikatları bastırmış, mülklerini devletleştirmiş, devlet otoritesini yeniden kurmuştur. 30 yıl Avrupa ve Akkoyunlu İran’ının ittifakına karşı savaşmış ve bundan galip çıkmıştır. Fatih’in en büyük şansı çağının en güçlü devletini miras almış olmasıydı. Bu gücü başarıyla yenilemiş ve cihan imparatorluğuna giden yolu açmıştır.
Devletin üçüncü kurucusu El Gazi Sultan Mahmud Hân-ı Sâni’dir. II. Mahmud Yeniçağ imparatorluk yapısının ve iktisadi sisteminin artık fırsatları değerlendiremeyip tehditlere göğüs geremediği bir çağda kendi devletini yeniden kurmuştur. Devir 19’uncu yüzyıl başı, sömürgeci ve sanayileşmiş Batı Devletleri’nin büyük bir hırsla dünyaya saldırdığı, sanayi kapitalizminin bütün imkânlarını kullanarak küresel egemenliği ele geçirdikleri devirdir. Fatih’ten kalma toprak düzeni ülkenin bu çağda geri kalmasına sebep olmakta, eğitim düzeni Türk Devletinin ihtiyacı olan insanları yetiştirmemekte, ordusu eşkıyalaşmış bulunmakta, ülkenin her tarafında âyân adında eşkıya bozması “paralel devletler” türemiş haldeydi. II. Mahmud Vakâ-yı Hayriyye ile ilkönce orduya çekidüzen verdi, devşirme düzenini kaldırdı, ordu ve bürokrasinin hiyerarşisini 19’uncu yüzyıl merkezi devletlerine benzer şekilde sil baştan yeniledi, milli orduyu kurdu, bürokrasiye adam yetiştirecek modern okullar açtı, âyanları tasfiye etti, devlet yönetimine ve siyasete karışan darbeci tarikatların kökünü kazıdı. Devlet otoritesini yeniden inşa etti. Maalesef en büyük şansızlığı, hem tarihsel ve sosyolojik sebeplerle sanayileşememiş ve kapitalistleşememiş bir ülkenin başında olması hem de rakiplerinin en güçlü olduğu dönemde bunları yapmak zorunda kalmasıydı. Bu yüzden, onun ve haleflerinin gerçekleştirdiği yenileme hareketi, imparatorluğun çökmesini sadece geciktirmiştir. Ama Türk Devletini bir milli devlet haline getirecek, gerekli aydın ve entelektüelleri yetiştirecek, halk idaresine giden yolu açacak değişimler o ve halefleri (Sultan Mecid, Sultan Aziz, Sultan Hâmid ve tabiî ki Tanzimat paşaları) tarafından gerçekleştirilmiştir.
Devletin Dördüncü Kurucusu Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bütün yenilenme hareketleri ve üst yapı reformlarına rağmen gelişememiş ve savaş yorgunu bir toplumu bir araya getirmiş, en umutsuz anda Gazi Meclis’i kurup Batı’nın emperyalist güçlerine ve içimizdeki işbirlikçi hainlere karşı verilen İstiklal Harbi’ne komuta etmiş, düşmanı denize dökmüş, artık bir anlamı kalmayan Saltanat ve hilafeti kaldırmış, tamamen bir çıkar şebekesine dönen tarikatları, tekke ve zaviyeleri kaldırmıştır. Etnik ve dini bahanelerle çıkartılan isyanları bilâ tereddüt bastırmış, devlet otoritesini “milli hakimiyet” esasında ve “Meclis üstünlüğü” ilkesinde yeniden kurmuştur. Sanayi için temel sermaye birikimini yapacak ihtisas bankalarını kurmuş, karma ekonomik modelle hızlı bir kalkınma sürecini başlatmış, Merkez Bankası’nı kurmuş ve milli para düzenine geçmiş, kamu maliyesini kapitülasyon ve iltizam çıkmazından kurtarmış ve tek maliye sistemine geçmiştir. Tevhid-i Tedrisat kanunu ile eğitimi ülkenin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yeniden düzenlemiş, Türk kültür ve sanatının gelişimi için devrimci politikalar uygulamıştır. Atatürk yıkılmış ve tarumar olmuş bir ülkeyi devralmış durumda iken bu başarıları yakalayabilmesi açısından tarihte eşsiz bir kıymeti haizdir. Aziz Atatürk’ün başlattığı Türk İnkılabının en önemli ilkeleri şu sözlerde gizlidir: “Hakimiyet bilâ kayd-u şart / Egemenlik kayıtsız şartsız Milletindir.”, ve “İstiklâl / bağımsızlık benin karakterimdir.”
9 Temmuz Pazartesi günü ülkemizde bir yeni dönem başladı. Bu yeni dönem Türk Devleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden örgütleneceği, 21’inci asır boyunca oluşabilecek tehditlere göğüs germesini ve fırsatları değerlendirmesini sağlayacak bir yenilenmenin hayata geçirileceği dönem olacaktır. Tarihte yukarıda zikrettiğim dönemlerin bir benzerini yaşamaktayız. Bu dönemlerin ortak vasfı devlet yapısının değişen jeopolitiğe uymaması, tehditlere göğüs gerebilecek ve fırsatları değerlendirebilecek bir gücünün kalmaması ve dış emperyalist güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin saldırısı altında olmamızdır. Değiştirilen rejim bazılarının iddia ettiği gibi Atatürk Cumhuriyeti değildir. Ama Soğuk Savaş döneminde 27 Mayıs ile başlayıp 15 Temmuz ile sonlanan NATO’cu Darbeler silsilesinin milletçe başımıza geçirdiği amorf bir yapıdır. Ülkemizin yeni bir büyüme ve kalkınma dönemine girmesi için yapılacak çok şey, boğuşulacak büyük problemler vardır. Bunlara bir sonraki yazımda değineceğim. Burada sorumluluk ağır, mesai zor ve işimiz aceledir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın liderliğinde, Allah’ın izniyle, gerekli düzenleme ve örgütlenmeler süratle yerine getirilmelidir. En büyük şansımız, mevcut beşeri sermayemiz ve küresel sisteme entegre olmuş ekonomik yapımızdır. Bu minvalde, büyük tehditlerle karşı karşıya olmakla birlikte, büyük fırsatlara da sahibiz. Devletimiz güçlü, ekonomimiz birikimli ve insanımız dinamiktir. Eğer bu zor ve meşakkatli işten başarı ile çıkarsa, Sayın Cumhurbaşkanı’mız tarihe Devletin Beşinci Kurucusu (Bani-i Hamis) olarak geçecektir. Allah yolunu açık etsin. Hayırlı Cumalar.