Bugün sizlere psikoloji bilimindeki en temel konulardan biri olan "aşağılık kompleksinden" bahsedeceğim.
Birkaç yazıda bunun üstünde durmak istiyorum. Tabii ki ben bir iktisatçıyım. Bu yüzden genelde günümüz toplumlarında ve özelde toplumumuzda karşılaşılan anormal durumları, bunların iktisadi ve siyasi izdüşümlerini anlatmak istiyorum. Bu sayede bizim toplumumuzda karşılaştığımız bazı sorunları da açıklayabileceğimi sanıyorum. Örneğin neden bizim toplumumuzda herkes kendi görüşünün veya inancının mutlak doğru olduğuna inanır ve herkesin kendisi gibi düşünmesini ister? Neden bizim gibi toplumlar Batı’dan (ve Batı ile özdeş gördüklerinden) nefret ederken içten içe Batı’ya bir hayranlık besler? Neden bizim toplumumuzda her görüşten insan “dünyayı bir gün bizim yönetmemiz gerektiği” iddiasını bilinçaltında taşır? Niçin hoşgörümüzle övünürken, toplumun her katmanında bir yabancı ve mülteci düşmanlığı içten içe ortak bir duygu olarak yükselmektedir? Bunlar benzeri soruların cevapları, bence, Alfred Adler’in psikoloji teorisine yetkinlikle kazandırdığı “aşağılık ve üstünlük kompleksi” kavramlarının toplumsallaşmasında bulunur.
İnsanın kendinden emin olması genelde güzeldir. Kendinden emin olmak, insanın “düşüncelerinin kesinlikle gerçeği yansıttığına, eylemlerinin kesinlikle doğru olduğuna” inanması demektir. Genelde kendinden emin olmak, insanın özgüveninin yüksek olmasına delalet eder, bu da gerektiğinde cesur kararlar alabilme ihtimalini arttırır. Özgüveni yüksek bireylerden oluşan bir toplum, daha rekabetçi ve daha demokrat bir toplum olur. Çünkü bu tür bireylerin sürü psikolojisine uyma ihtimali düşüktür, sistemin hatalarını gördükleri yerde yüksek sesle eleştirirler, iktidar erkini sorgularlar. Özgüveni yüksek bireylerden oluşan toplumların daha yaratıcı ve yenilikçi olmaları ihtimali artar. Çünkü yeni fikirleri ortaya sürecek filozoflar ve yeni bir estetik anlayışını geliştirecek sanatçıların toplumun yerleşik normallerine karşı aykırı bir tutum takınacak cesarete sahip olmaları gerekir. Bunlar güzel tarafları, ancak… Kendinden emin olmak her zaman özgüvenli bireyleri işaret etmeyebilir. Eğer kendinden emin olan insanlar özeleştiri ve kendilerini sorgulama özelliği, “diğerkâmlık – empati” yeteneği ve “tevazu” gibi hasletlere sahip değiller, hele bir de cehaletten mustariplerse, o takdirde bu gibi insanların kendinden emin olması patolojik bazı problemlerin göstergesidir. Şöyle anlatayım:
Her hocanın rastlamış olabileceği gibi 10 puanlık kağıt veren, çarşaf gibi sayfanın önyüzüne iki satır bir şey karalayan ve sonra da “Hocam, ben 100’lük kağıt vermiştim!”, diyen öğrenciler her okulda bulunmaktadır. Bu öğrenci tipi, kendi özeleştirisini yapmamış, neyi bildiğini bilmediği gibi neyi bilmediğini de bilmeyen öğrenci tipidir. Benzeri bir şekilde “kendinden önce başkasını düşünmek” demek olan diğerkâmlıktan ve “kendini başkasının yerine koymak” demek olan empatiden mahrum olan bireyler etrafındaki başka insanları kolaylıkla yaftalamaktadır. Bunun en güzel örneği, Türk toplumunda tarihten bugüne kadar gelmiş Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Laik – Dindar, Sağcı – Solcu gibi ayrımlarda görmekteyiz. Bu sorunların her biri kendinden önce karşıdakini düşünememekten ve kendini karşıdakinin yerine koyamamaktan kaynaklanmaktadır. Son olarak, sahip oldukları ve başardıkları ile böbürlenmemek ve kendini başkalarından üstün görmemek anlamında tevazu sahibi olmak da önemlidir. Bencil ve kendini beğenmiş insanların özgüven gösterisi sağlıklı bir davranış değildir. Eğer kendini bilen ve kendisiyle barışık, başkaları ile empati kurabilen ve mütevazi bireyler aynı zamanda özgüven sahibi ise bu hem bireysel ruh sağlığı işaretidir hem de toplumsal barışa katkı sağlar. Ancak bu özelliklere sahip olmayan bireylerin kendinde emin olması Adler’in deyimiyle “üstünlük kompleksi” göstergesidir. Bu ise “aşağılık kompleksine” karşı geliştirilmiş ve ruh sağlığını bozacak şekilde aşırıya kaçmış bir savunma mekanizmasıdır. İsterseniz aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi kavramlarına bir göz atalım.
Aşağılık kompleksi özgüven eksikliği, kişinin kendi hakkında şüphe ve belirsizlik içinde olması ve buna bağlı olarak normal dışı aşırı duygulara sahip olmasıdır. Genelde, daha çok, bilinçaltıdır; bu duruma maruz kalmış bireylerin kompleksi telafi etmek için ya göz alıcı başarılara imza attıkları ya da aşırı asosyal davranışlar geliştirdikleri görülür.
Üstünlük kompleksi bir aşağılık kompleksini telafi etmek amacıyla geliştirilen aşırı kaçmış bir savunma mekanizmasıdır. Bu kavram kendi psikoloji okulunun bir unsuru olarak Adler tarafından geliştirilmiştir.
Her aşağılık kompleksi üstünlük kompleksine yol açmaz. Ama her üstünlük kompleksinin altında, muhakkak, bir aşağılık kompleksi yatmaktadır. Bazen insanlar, bu komplekslerini doğru yönlendirmeyle aşarak, kompleksin geçerli olduğu alanda başarılı bile olurlar. Aşağılık kompleksini aşamayan insanlardan sadece bir kısmı üstünlük kompleksi geliştirir. Bunun en güzel örneği Hitler’dir. Hitler gençliğinde sanatçı olmak istemiş fakat konservatuara “yeterli yeteneğe sahip olmadığı” için kabul edilmemiştir. Viyana ve Münih sokaklarında beş parasız bir aylak olarak yaşadığı eziklik ve başarısızlığı aşmanın yolunu Ari ırkın ve Almanların üstünlüğü düşüncesinde bulmuştur. Gerçi o devrin Alman muhayyilesinde bu ve benzeri görüşlerin dayandığı üstünlük kompleksi kitlelere yaygın bir biçimde bulunmakta, Fichte, Hegel, Treitscke ve Nietsche gibi filozoflar tarafından dillendirilmekteydi. İşte bir insanın bilinçaltında oluşan bir kompleksin, bütün bir halka sirayet etmesinin sonuçlarını da bu sayede bütün dünya çok acı ve zalim bir tecrübeyle gözlemlemiş oldu.
Görünen o ki, 21’inci asrın başında Kasabanın Şerifi benzeri politikacılar, Mustafa Öztürk’ü sosyal medyada linç eden lümpenler, kendini “iktidarın sözcüsü gören” yazarlar “üstünlük kompleksinden” mustariptir. Bazı durumlarda, bir insanın üstünlük kompleksi kitlelere bulaşmaktadır. Bu ise toplumsal barışı zedeleme tehlikesi taşımaktadır. Pazartesi kaldığımız yerden devam ederiz.