Recep Tayyip Erdoğan'a dava yoldaşlığı yapan ve AK Parti'den maddî menfaat elde etmeyen samimi seçmen tabanı bu konuda sağlam duruyor.

“Ben demiştim” demeyi pek sevmem ve keşke bugünlerde de kullanmam gerekmeseydi. Haksız olmayı o kadar çok isterdim ki! Maalesef haklı çıktım.

Yine bu köşedeki 9 Aralık 2018 târihli ve “Kültürel iktidar mı, iktidar kültürü mü?” başlıklı yazımda uzun uzun ele aldığım gibi, AK Parti’nin en büyük zâfiyeti olan “iktidar kültürü” zayıflığı 31 Mart yerel seçimleri sonuçlarıyla birlikte ortaya çıktı. Ancak hemen hatırlatmam gerekir ki, bu zâfiyet bir acziyetin sonucu değildir. Zira iktidar kültürünün yerleşmesi için en az üç nesil geçmesi gerekir. 9 Aralık 2018 târihli yazımda bu iktidar kültürünün CHP’de olduğuna da değinmiştim.

Önemli bir sınav

AK Parti’de zaman içinde gelişip üç nesilde olgunlaşacak olan iktidar kültürü, en büyük sınavlarından birini vermektedir. Onyedi yıllık merkezî yönetim ve yirmibeş yıla yaklaşan yerel yönetim iktidârında, Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsı üzerinden örnek vermek gerekirse, daha küçük boyutta sınavlar verildi. MİT Krizi, 17-25 Aralık Süreci, Gezi Parkı Olayları bu sınavlara birer örnektir. Bunların hepsi, Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmasıyla atlatılmıştır. 7 Haziran 2015 genel seçimlerindeki oy kaybı ve koalisyon kurma süreci de başka bir sınavdı. Bu süreçte birçok zayıf halka kendini belli etti. FETÖ’nün 15 Temmuz hâin darbe girişiminde ise aklı başında her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Recep Tayyip Erdoğan’a destek verdi. Zira hedef, her ne kadar Recep Tayyip Erdoğan gibi gösterilse de, Türk devletinin ta kendisiydi. Ancak o sürecin kritik saatlerinde sınavı geçemeyenler oldu.

31 Mart yerel seçimlerinde ortaya çıkan sonuçta, yenilgi yok ama alışılan net galibiyet de yok. Özellikle Ankara’nın net olarak CHP’ye geçmesi ve bunun yanında, İstanbul’da seçimlerin yenilenme ihtimâlinin olmasına rağmen hâlihazır Ekrem İmamoğlu’nun başkanlık koltuğunda oturması, AK Parti çevrelerindeki iktidar kültürünün zayıf noktalarını ortaya çıkardı.

Kim bunlar?

Recep Tayyip Erdoğan’a dava yoldaşlığı yapan ve AK Parti’den maddî menfaat elde etmeyen samimi seçmen tabanı bu konuda sağlam duruyor. Maddî bir beklentileri olmadığı için yerel yönetimlerde yaşanan sarsıntıda kaybetmekten korktukları bir akar yok.

Oysa özellikle “yandaş” yaftalamasına mâruz kalıp etiketlenen bir kesim var ki, şu anda Ekrem İmamoğlu’na “sevgi pıtırcığı” olarak bakma eğilimi gösteriyorlar. Cumhurbaşkanımızın “sendika değiştirenler” diye dikkat çektiği tipler medyada da var. Ekrem İmamoğlu’na mağduriyetin yaradığını, AK Parti teşkilâtının İstanbul’u çantada keklik görüp çalışmadığı ve yükü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sırtlandığını ve Binali Yıldırım’ın gölgede kaldığını söylüyorlar. Bâzıları da Ekrem İmamoğlu’nun “kendi üzerinde çalışmış adam” olarak tanımlayıp arkasındaki şer cephesini yok farz ediyor. Bâzı akıl tutulması yaşayanlar, YSK’nın İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerini iptal etmesi ve seçimin yenilenmesi durumunda Ekrem İmamoğlu’nun oylarını arttıracağını iddia ediyorlar. Bu, dolaylı olarak YSK’ya seçimleri yenilememesi yönünde akıl vermektir ve medya mârifetiyle AK Parti’nin altını oymaktır.

Henüz YSK’ya üç bavul ile teslim edilen somut belgelerin içeriği tam bilinmeden böyle bir tavır içine girmek, “AKP’li yaftası”ndan kurtulmak için yapılan ucuz ayak oyunlarından biridir. Değil Ekrem İmamoğlu’nun oylarını arttıracağını iddia etmek, Ekrem İmamoğlu’na methiyeler düzseler bile, “iktidar kültürüne sâhip kesim” tarafından vurulan damgayı silmeleri mümkün değildir.

Bu ve benzeri iddialarla, değirmenlerini başka derenin suyu ile döndürme hesapları yapıyor olabilirler. Ben, Ekrem İmamoğlu’nun seçimin yenilenmesi durumunda oylarını arttıracağına inanmıyorum ve Binali Yıldırım’ın kazanacağını düşünüyorum. Ancak onların iddia ettiği gibi Ekrem İmamoğlu oylarını arttırarak kazanacak olsa bile bundan çekinmek de “iktidar kültürü zâfiyeti”dir. Zira “iktidar kültürü” yenilmeyi de taşıbilmeyi ve dik durabilmeyi gerektirir.

Rol model

İktidar kültürünün nasıl yerleşeceği konusunda rol modeli çok uzaklarda aramamız abesle iştigâl etmek olur. Gözümüzün önünde, ülkesi ve halkı için gecesini gündüzüne katıp, davâsından zerre kadar şüphe etmeyip “aşkınan koşan yorulmaz” diyen bir Recep Tayyip Erdoğan vardır. Gezi Parkı olayları sırasında, birileri “mesajı aldık” deyip çapulculara tâviz verme yolunu seçerken, Recep Tayyip Erdoğan hiçbir şey yokmuş gibi öncelen plânlanmış olan programını değiştirmeyip Kuzey Afrika gezisine çıktı. Bu gezi sırasında hem Türkiye hem de dünyâ kamuoyuna vücut diliyle verdiği mesaj, içselleştirilmiş bir iktidar kültürü idi. Ne diklendi, ne de umutsuzluğa kapılıp tâviz verdi.

Recep Tayyip Erdoğan’ın yanından yöresinden ayrılmayıp onunla aynı kareye girerek fotoğraf çektirenler, mazbatanın Ekrem İmamoğlu’na verilmesine ama YSK nihâî karârı vermemiş olmasına rağmen, hız düşürüp şerit değiştirme eğilimindedir. Bu gibilerin şerit değiştirmekle kalmayıp yön değişmemeleri için hiçbir garanti yoktur. Mazbatalı da olsa kesinleşmemiş bir yerel yönetim değişikliğinde böyle yalpalamak, mazallah bir merkezî yönetim değişikliğinde yeni isimlere biat etmenin işâretidir.

Bu gibi isimler, Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında yöresinde dolaşırken ondan gerçekten öğrenmeleri gereken şeyleri öğrenmiyorlar da, ne öğreniyorlar çok merak ediyorum. Bu iş, kulislerde fısıltı gazeteciliği yapıp bir yerlere mesaj vermekle olmuyor. Bu toprakların irfan sâhibi insanları, Recep Tayyip Erdoğan’ın sâdece televizyondan tâkip edip onu rol model alabiliyorsa ve şimdi yalpalamaya başlayanlar bunu beceremiyorsa bu kişilerde “idrak yolları enfeksiyonu” bir hayli ilerlemiş olmalıdır.

“Seçilmiş son başbakan”

Lafa “ayrıştırma” ve “kutuplaşma” ezberleriyle başlayıp, eleştirdiği tarafı “ben-merkezli kibirli bir dil ile tevâzudan kopmak” ile itham eden ve sonra da “ben Türkiye Cumhuriyeti’nin son seçilmiş başbakanıyım” diyerek ayrıştırmanın ve ben-merkezciliğin âlâsını yapan Ahmet Davutoğlu da, soyadı “-oğlu” diye biten diğerleri gibi sesini yükseltmeye başladı. Yeni parti çalışmalarını sağır sultânın duyduğu Ahmet Davutoğlu, “partimiz” dediği AK Parti hakkında “değerlerinden uzaklaştı” iddiasında bulunuyor.

10 Ağustos 2014’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından “atanmış başbakan” olduğunu unutup 1 Kasım seçimlerinin sonuçlarıyla kendini “seçilmiş son başbakan” olarak vitrine koyan Davutoğlu’nun Karar gazetesinde yayınlanan röportajda satır arasında verdiği en belirgin mesaj şudur: “Ben 1 Kasım 2015’de yüzde 49 alan bir partinin genel başkanıydım. Bunu yeniden yapabilirim. Cumhur İttifakı’nın en güçlü alternatifi ben olabilirim.”

Davutoğlu, aklınca “dost acı söyler rolü” oynayıp sütre gerisinden atış yapıyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkanı olduğu ve kendisinin de üyesi olduğu AK Parti’ye verdiği sözüm ona tavsiyelerle felâket tellâllığı yaparak iktidar kültürüne sâhip olmadığını gösteriyor. Bir vakıf üniversitesinin bölüm başkanı iken paraşütle siyâsete girip önce “atanmış” sonra da “seçilmiş” başbakan vasfını kazanan Davutoğlu’nun başta Suriye siyâseti olmak üzere yaptığı hatâlar ve ülkemizi içine soktuğu zor durumlar, buradan köye yol olurken, karşısındaki öğrencilere ders anlatır gibi bir tavırla ülke ve AK Parti adına konuşmasının sonuçlarını hep berâber göreceğiz.