Teknoloji, değişim ve gelişim her zaman çok güzel. Hayatımızı kolaylaştıran, konforumuzu artıran, bilgiye daha rahat ulaştığımız bir çağdayız.
Bir tuşla hatta ekrana dahi dokunmadan sesli iletilerle istediğimiz herhangi bir argümana görsele rahatlıkla ulaşabilmek nasıl bir kolaylık, özellikle ömrünü medya dünyasına adamış basın emekçileri için büyük rahatlık. Tabii, her güzel kazanımın getirdiği başka sorunlar da var. Türk Dil Kurumu’nun ifadesi gündeme damgasını vurdu: Kalabalık yalnızlık.
Peki, dijital iletişim çağında milyarlarca insan aynı anda birbirine bu kadar kolay ulaşabilirken, neden kendimizi bu kadar yalnız hissediyoruz? Yanı başındaki aile bireylerine, aynı sokağında yaşadığı komşularına, akrabalarına, dostlarına hasret kalan insanlar... Yaradılış gereği, bir varlıkla sohbet etmek, temas kurmak, onunla aynı evreni ve duyguyu paylaşma isteğinde olan insan neden bu boşlukta? Sadece görsele odaklanmış, duyguyu ve insani derinliği yaşamayan, aynı dili bile konuşsa duygusunu aktaramayan ya da başkasının duygusunu ve varlığını önemsemeyen milyarlarca canlı...
"Canlı" diyorum ama duygusunu öldürmüş, merhametini hızla kaybeden, vicdanını askıya almış bir topluluk. Kendisini çok yalnız hisseden, ancak başkasının yalnızlığına merhem olmak, onunla derttaş olmak gibi bir derinliği olmayan insanlar... Yalnızlık sorununu dile getiren, ama bunu yaparken bile bencilce bir tavırla sadece kendisini mutlu etmek için bütün insanlığı yalnızlığa mahkûm edenler... Konfor her zaman iyi gelmiyor, demek ki. Emek olmayınca, mücadele olmayınca, hatıra da değere de önem verilmiyor. Kolay ulaşabilmek, bilgiyi de insanı da duyguyu da değersizleştiriyor. "Bize ait" diye paylaştığımız, ancak üzerinde onlarca dokunuşla değiştirdiğimiz, adeta dijital estetizm operasyonu yaptığımız görsellerle varlığımızı beyan ettiğimiz biz olmayan bizden çok uzak fotoğraflarla birbirimizi beğendiğimiz sanal bir alem.
Beğendiğimiz görseller bize ya da onlara ait değil. Sahi daha ne kadar uzaklaşacağız birbirimizden? Dijital çağ elbette çok güzel. Ama dostluğun, göz göze bir bardak çay içmenin, muhabbetleşmenin güzelliğini kim hatırlatacak? Güzeldi eskiden her şey daha güzeldi..., ifadelerini hep büyüklerimiz anlatırdı. Biz ise bazen abarttıklarını düşünürdük. Şimdi, onlara ne kadar büyük bir haksızlık ettiğimizi daha iyi anlıyorum. Bir araya gelmek, beraber olmak, birlikte hayatı paylaşmak ne kadar da kıymetliymiş oysa. Aynı sofrada akşam yemeği yiyen aile bireyleri...
Karşılıklı evlerinde, uzaktan uzağa değil de aynı balkonda bir fincan kahveye eşlik eden komşular... Zor zamanımda yalnız olmadığımı hissettiren samimi dostlar... Çağın neresindeyiz? Teknoloji daha ne kadar ilerleyecek? Bilinmez. Bu uçsuz bucaksız yolculuk devam ediyor. Ancak insan dediğimiz, duygu dolu bu varlık, manevi açlığını doyurmadıkça hem kendisine hem de yanı başındakilere hep gurbet kalacak.
Milyonlarca, milyarlarca insan içinde yalnızlar... Hem de çok yalnız. Daha doğrusu, çok yalnızız. Peki siz de konuşabilecek birkaç dosta hasret kalmadınız mı?