Yedi Bilge, "Yedi Güzel Adam"ın yeni ismi olabilir mi? Pekâlâ olabilir. Biz başından beri yediye takılmadık. Üçe, beşe, kırka da takılmadık. Bunların simge anlamlı olduğundan asla kuşku duymuyorum. Bir simgeydi "Yedi Güzel Adam"dan kast edilen. Sonsuzluğa olan yolculuğun şiirsel ifadesiydi.
Yedi Bilge, “Yedi Güzel Adam”ın yeni ismi olabilir mi? Pekâlâ olabilir. Biz başından beri yediye takılmadık. Üçe, beşe, kırka da takılmadık. Bunların simge anlamlı olduğundan asla kuşku duymuyorum. Bir simgeydi “Yedi Güzel Adam”dan kast edilen. Sonsuzluğa olan yolculuğun şiirsel ifadesiydi.
Her birisinin verdiği ömürlük emeklerin karşılığında yedilerin çoğaldığını, kırklar meclisinin sayısız sofralara konuk olduklarına kâiniyim. Dolayısıyla büyük düşleri olanların büyük şiirleri olur. Bu yedi bilgede ki sır, ötelerin ötesinden yani maveradan haberler taşıyarak ötelere hazırlıklı olmanın da bir öğretisidir. Meselemiz Allah’a kul olmanın bilinciyle yeryüzünde ki yaşama süremizi erdemlice kullanmaktır. Bütün gayret, çaba, emek budur.
“Yedi Bilge”, yaratılışımıza uygun bize örneklerdi. Kalemin ve sözün, nasıl kullanılması gerektiğini, sanatın, estetiğin, şiirin ve edebiyatın toplumsal işlevinin önemini kavrattılar. İnsan haklarının ve özgürlüklerinin insan olma nedeniyle nasıl da değerli olduğuna dikkatlerimizi çektiler. Yine edebiyatın, edeple yapılması gerektiğini hem hayatlarıyla, hem söylemleriyle, hem yazdıklarıyla bize örnek oldular. Görülüyor ki toplumun yıldızları olabilmek için; kişinin emek vermesi icap ediyor. Dava adamlığı, mücadele örnekliği, hayatın bütününde var olmalıdır. Aksi takdirde tavizler, düşünceyi, inancı, başarıyı zayıflatır. “Yedi Güzel Adam”, bu anlamıyla çağın karmaşasına karşı, insansızlığa, insafsızlığa karşı, kapitalizme, emperyalizme karşı, sömürüye ve aldatmaya karşı durmuşlardır. Yaşadığımız hayatın geçici olduğuna her eylemlerinde hissettirmişlerdir. Şiir, her daim hakikatin sözcüsüdür.
Üstat Necip Fazıl, edebiyatı, şiiri, karanlıktan aydınlığa çıkış yolu olarak kullanmış ve bunda çığırlar açmıştır. Bu açılışı “Çöle İnen Nur” abidesiyle “Bir Adam Yaratmak” oyunuyla hayatın denemelerinde insanın yeni, bir ruh terbiyesine ihtiyaç duyduğunu hatırlatarak “İdeolocya Örgüsü”nü başyapıt olarak ellerimize veriyor ve “Çile”ye işaret ediyordu. Sezai Karakoç, sanat ve edebiyatı bir medeniyet birikimi ve kurtuluşunu “Ruhun Dirilişinde” yalnızca “İslam” ve “Kıyamet Aşısı” yapma çabasında bulmuştur. Bu nedenledir ki “Edebiyat Yazıları” yazarak “Fizik Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi”yle “Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı”nı sorgulamışlardır. “Nuri Pakdil, Müslüman’ın Müslüman’ca durması, yaşaması gerektiğine inanarak “Klas Duruş”la ahitlerimizde doğru olmamızı “Biat” kültürüyle bize öğretmiştir. “Bir Yazarın Notları”yla, “Batı Notları”nı önemsetmiştir. Bunları yaparken “Bağlanma” unsurunun teslimiyet gerektirdiğine dolayısıyla hayat ümit ve “Korku” içerisinde geçerken “Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş” var diyordu. Bunu bir “Derviş Hüneri”yle taçlandırıyor ve “Umut” hayatın azığı oluyordu. Önderin yolunu en iyi, en güzel, sanat, edebiyat ve şiir anlatabilir. Cahit Zarifoğlu, “Yaşamak” sorumluluk istere dikkat çekerek geçip gittiğimiz yollara “Yoldaki İşaretleri” belirledi. “İns”in hikâyeleri aslında her birimizin hikâyeleriydi ve “Bir Değirmendir Bu Dünya” dedi. Dikkatli olunması gerektiğine, inançla hayata devam edilmesine zemin hazırladı ve şiir, “Alınyazısı Saati” gibi “Yedi Güzel Adam”la “Korku ve Yakarış”a ulaştı. Aslında hayat “Sebep Ey” diyen Erdem Bayazıt’ın “Sana, bana, vatanıma, tüm insanlara” yönelik çağrısından başka bir şey değildi. İnanç, erdemlice yaşanması gerekliydi. Hayat ölçümüz olan kuran ve sünnet üzere yaşadığımızda yeryüzünde ki bütün mazlumların da sesi olunabilir rahmet buradan doğabilirdi. Bu nedenle “Gün Doğmadan” şiirleriyle Sezai Karakoç, “Işık Doğudan Gelir” ve “Bu Ülke”ye dair eseriyle “Tanrı beni bu eser için yarat” diyen Cemil Meriç önemliydi. Vahyi anlamak için edebiyatta, sanatta, şiirde gerekliydi. Bayazıt, “İpek Yolundan Afganistan” a yolları arşınlarken Hindikuş dağlarından mesajlar vererek, “Gelecek Zaman Risalesi”ni de hazırlamıştı. Bu çağrı geçmişin izlerinden gelen, derinlerden gelen bir iman çağrısıyla, emperyalizme karşı duruşunda bir çağrısıydı. Bu nedenledir ki “Müslüman’ca Düşünme Üzerine Denemeler” yazmalıydı Rasim Özdenören ve “Müslüman’ca Yaşamak”ı bize öğütlemeliydi. Bunları yaparken yalnızca “Ruhun Malzemeleri”ni “İki Dünya” algısı içerisinde vermesiydi. Meselemiz bir medeniyet meselesi olunca “Edebiyat ve medeniyet”e ulaşmanın ancak “Hicret”le mümkün olduğuna işaret edense Mehmet Akif İnan’dı. “Hicret” yeni bir yola girmek, yeniden doğmaktı. Devlete giden yolu aramaktı. Bunu öğretirken “Mescidi Aksa”yı gördüm düşümde diyerek, ümmet bilincine dikkatlerimiz çekiyordu. Arif Ay “Hira” diyordu. Alâeddin Özdenören bize “Güneş Donanması”yla seslenerek “İnsan ve İslam” bir bütün halinde vardır, ikisi ayrı şey değildir anlayışına dikkat çekerek “Yalnızlık Gide Gide” çözülür azizim demiştir. “Şiirin geçitleri” ne gelindiğinde ise “Devlet ve İnsan” merkeze almış ve hicret sonrası ulaşılmış olan menzilde karar kılmıştı. “Edebiyat ve Suç” sorgusunu ise İsmail Kıllıoğlu yapmış ve ardından Fethi Gemuhluoğlu’nun “Dostluk Üzerine” muhabbetine dalıp gitmiştik. Devlet insan ilişkilerinde teknoloji ve seküler yalnızlığa karşı “Teknolojinin Ötesi”nden haberler veren Nazif Gürdoğan’dı. Bunu yaparken “Kirlenmenin Boyutları”na dikkat çekerek “Hicaz ve Endülüs” alanlarıyla büyük bir coğrafyamızın varlığından haberdar etmiş, “İki Dünyanın Hesaplaşması”nda doğu batı ya da İslam ve karşıtı bir medeniyet hesaplaşmasını da gündemimize taşımıştı.
Geriye dönüp bakmalı, nereden gelip nereye doğru gittiğini görmelidir insan. Atasoy Müftüoğlu, Metin Önal Mengüşoğlu, Ragıp Karcı, Mehmet Atilla Maraş, Mustafa Özçelik, Şakir Kurtulmuş, Nurettin Durman, Şeref Akbaba, Mevlüt Ceylan, A.Vahap Akbaş, Mustafa İslamoğlu, Ferman Karaçam, Ali karaçalı, Ebubekir Eroğlu, Mehmet Ocaktan, Osman Sarı, Turan Koç, İsmail Kıllıoğlu, Ramazan Dikmen gibi isimlerini yazamadığım dostlarımız da bu eserlerle ve bu güzel adamlarla yol aldılar. Şimdi güzel adamlar çoğaldı elbette. Bu nedenledir ki kast edilen yedi, yalnızca bir simge anlamıyla daha da önemli hale dönüşüyordu. “Dört inanmış adam”, kırk Müslüman, beklenen nesil “Asım ve Mehmet” hep aynı türkünün, söylemin ve aşkın anlatımıydı.
Anladık ki bizden öncekiler yüklerini alıp gittiler. Şimdi sıra bizdedir. Bizler de aynı yolda, aynı imanla ve aynı heyecanla yüklerimizi hazırlamayı sürdüreceğiz inşallah.
Bu duygularla, ihmal ettiğim, unuttuğum, isimlerinden bahsedemediğim bütün dostlarımdan, güzel insanlardan, affımı dileyerek bir rahmet esintisine, muhabbetine, sevgisine, dostluğuna her zamandan daha çok ihtiyacımızın olduğunu söylemektir.
Bağışlanmayı dileyerek, “iki dünya” çerçevesinde “Müslüman’ca Yaşamak” istiyorum-uz vesselam.