YAPAY ZEKÂNIN EKONOMİ POLİTİĞİ – II

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Teknolojik değişim iktisadi açıdan "bir toplumun bilgi havuzundaki değişimin yansıması olarak yeni üretim teknikleri ve yeni ürünlerin icadına" dayanır.

Geçen yazıda yapay zekâ nedir sorusunu cevaplamıştım: İnsan zekâsını eksik boyutlu da olsa taklit eden, eksikliklerini de muhteşem hızı ve neredeyse sınırsız hafızası ile tamamlamaya çalışan makine zekâsı… Şüphesiz daha çok işin başında olsak da bilim-kurgu roman ve filmlerinde rastladığımız robotlara çok yaklaştığımızı anlıyoruz. Yapay zekânın gelişimi insansı robotlara, yani siborglara gider mi, yoksa şimdiden tahayyül edemeyeceğimiz bir gelişim süreci mi izler, bilemeyeceğim. Ancak işin iktisadi kısmı hakkında birkaç kelâm edecek düzeydeyim.

TEKNOLOJİK DEĞİŞİM, TEKNİK İLERLEME VE TEKNOLOJİ PARADİGMASI

 Teknolojik değişim iktisadi açıdan “bir toplumun bilgi havuzundaki değişimin yansıması olarak yeni üretim teknikleri ve yeni ürünlerin icadına” dayanır. Ana akım iktisat teorisinde yaygın olarak teknolojik değişimin bilimsel çalışmaların neticesinde akademinin ürünü olduğu vurgulanır ve iktisadi karar alma mekanizmalarından bağımsız olduğu varsayılır. Ancak Schumpeter’in görüşlerini takip eden iktisatçıların başını çektiği evrimci iktisat yaklaşımı, bununla paralel olarak ana akım iktisattan dallanarak gelişen içsel büyüme modelleri ve Mandel gibi bazı Marksist iktisatçılar teknolojik değişimin artık sadece akademideki çalışmaların sonucu olmadığını, aksine, büyük firmaların kendi kârlarını arttırmak için bilimsel araştırmaları finanse ettiklerini savunmaktadır. Bu ise bugünkü güncel gerçeklere daha uygun bir görüştür. Şöyle açıklayayım: Büyük firmalar (özellikle ilaç, kimya ve silâh sektörlerindeki büyük firmalar) bizatihi yeni icatlarda bulunmak için hem üniversitelerde araştırma merkezlerini paraya boğmakta hem de bizatihi kendileri araştırma merkezleri kurmaktadır. Yani bilimsel icatların ne yöne gelişeceği 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda olduğu gibi akademisyenlerin merakları doğrultusunda rastlantısal bir şekilde değil ama büyük firmaların üretim, pazarlama ve kâr hedeflerini tamamlayacak şekilde gelişmektedir. Büyük firmalara ek olarak, özellikle savunma sanayi, havacılık ve uzay araştırmaları sektörlerinde 20’inci yüzyılda bu yana ciddi olarak kamunun finanse ettiği araştırmalar da söz konusudur. Dolayısıyla artık diyebiliriz ki teknolojik değişimin dinamikleri hem büyük kapitalist firmaların hem de uluıs devletlerin strateji ve politikaları tarafından belirlenmektedir. 

 Yeni teknolojiler ve yeni ürünler icat edildikçe, bunun ekonomik üretime (gerek firma gerekse ülke bazında) yansıması için bunların inovasyon yatırımına dönüşmesi gerekir. İnovasyon yatırımları ile hem üretim süreci daha ucuza ve daha bol üretim yapacak şekilde ilerlerken, aynı zamanda yeni ürünlerin üretilmesine ya da mevcut ürünlerin yenilenerek çeşitlenmesine yol açar. İşte bu da iktisat teorisinde teknik ilerleme denilen süreçtir: “Üretim fonksiyonunda aynı miktarda çıktıyı daha az girdi ve maliyetle, ya da aynı miktarda girdi ve maliyetle daha fazla miktarda veya daha çok çeşitte çıktıyı üretmeyi sağlayan gelişmeye teknolojik gelişme adı verilir.” Genelde teknolojik gelişme firma veya sektör ölçeğinde değerlendirilir. Teknolojik gelişmeyi tetikleyen inovasyon yatırımlarını bireysel veya kurumsal girişimciler yapar. Burada piyasa trendlerini önceden görebilme, üretim süreci ve ürün yapısını bu trendlere uygun olarak değiştirebilme kabiliyeti önemlidir. Tabii ki, inovasyon yatırımları ciddi anlamda ekstra risk içerir. Bu riskin değerlendirilmesi de yine, girişimcinin ödevidir. 

Teknolojik değişim ve onun sonunda farklı sektör ve firmalarda ortaya çıkan yeni üretim süreçleri ve yeni ürünler, ekonomi ölçeğinde yeni bir teknoloji paradigmasını oluşturur. Her teknoloji paradigmasında ana lokomotif sanayiler yeni üretim teknolojisini kullanan ve yüksek büyuüme potansiyeli olan sektörlerdir. Yine her teknoloji paradigmasında öne çıkan ürünler olur, bu ürünler yeni teknoloji paradigmasının sebep olduğu yeni tüketim tarzını yansıtırlar. Her paradigma da temel enerji kaynağı ve temel ara girdi de vardır. 

ESKİ VE YENİ TEKNOLOJİ PARADİGMALARI AÇRASINDAKİ DİNAMİK İLİŞKİ

Pekiyi bir teknoloji paradigmasında sadece yeni sektörler ve teknolojiler mi vardır? Hayır. Bir önceki teknoloji paradigmasının temel sektörleri varlığını kuvvetle devam ettirir, belki onlarda da üretim teknolojisinde ve ürün çeşitliliğinde yenilikler olabilir. Dolayısıyla önceki teknoloji paradigmalarından kalan sektörler varlıklarını önemleri azalarak da olsa devam ettirirler. Bu ilişki mevcut teknoloji paradigmasıyla bir önceki arasında ciddi bir karşılıklı etkileşim olduğunu gösterir. Pekiyi, bu ilişkiye dayanarak gelecekte ki teknoloji paradigması hakkında ipuçları elde edebilir miyiz? Elbette… Örneğin yapay zekâ mevcut teknoloji paradigmasındaki en yeni üründür, varlığını da şu anda içinde bulunduğumuz dijital teknoloji paradigmasındaki gelişmelerin sonucuna borçludur. Benim ve bir çok bilim insanının tahmini yapay zekânın bir sonraki teknoloji paradigmasındaki temel ara girdi (ve hatta temel sermaye malı) olacağıdır. Ancak tek başına yeni bir ürün bir teknoloji paradigması oluşturmak için yeterli midir? Tabii ki hayır… Örneğin yapay zekâya dayalı akıllı evlerin olduğu, akıllı arabaların ve uçan taksilerin şehirlerde cirit attığı, ameliyatların sıfır hata ile robot cerrahlar tarafından yapıldığı bir dünya tasavvur edin. Bu dünyadaki yüksek otomatizasyon bugünkünden çok daha yüksek bir enerji kullanımı gerektirecektir. Daha bol ve daha ucuz, aynı zamanda sürdürülebilir bir enerji kaynağı olmadan yeni bir paradigma oluşmaz. Bu verdiğim örneklerin varlığı için tek başına yatay zekâ yeterli olur mu? Hayır… Uçan taksilerin, akıllı evlerin, hatta tam otomatize olmuş şehirlerin varlığı için sadece yapay zekâ yetmez, nano teknolojiye dayalı nano mühendislik, ilhamını doğadaki doğrusal olmayan sistemlerden alan biyo teknoloji olmadan bunlar tek başına mümkün değildir. O zaman diyebiliriz ki, nano teknoloji paradigması dijital teknolojiden sonraki paradigma olacak ve temel ara girdi ve sermaye ürünü de yapay zekâ olacaktır. Bunların muhakkak sürdürülebilir, bol ve ucuz bir enerji kaynağına ihtiyaç vardır. Bu uranyum haricinde, örneğin hidrojen gibi, çok bulunan ve nispeten ucuz bir elementin nükleer enerji üretiminde kullanılması ile sağlanabilir. Çünkü bu saydığımız yeni teknoloji paradigmasının özellikleri nükleer enerjiye ihtiyacı da ön plana çıkarıyor. Ancak mevcut nükleer teknoloji dünya üzerinde çok kıt olan bir elemente (uranyuma) dayanmakta, bu yüzden, sadece belli sayıda ülkenin nükleer teknoloji (o da kısıtlı olarak) kullanmasına imkân tanımaktadır. Hidrojen örneği ise dünyada en rahat bulunacak elementlerden birisine işaret etmektedir. Böyle bir teknik gelişme sağlanırsa, yani yakıtı hidrojen olan nükleer enerji santralleri hayata geçirilirse, o zaman yeni, bol ve ucuz bir enerji kaynağı bütün insanların kullanımına açılabilecektir. 

YENİ TEKNOLOJİ PARADİGMASININ GETİRDİĞİ: YARATICI YIKIM 

Benim Hocamın Hocasının Hocası Joseph Alois Schumpeter’in iktisat literatürüne yaptığı en meşhur katkılardan biridir “yaratıcı yıkım”. Schumpeter’in görüşleri ve bunlardan yola çıkılarak oluşturulan evrimsel iktisat modelleri iktisadi sistemlerin zaman içerisinde doğrusal olmayan ve çok değişkenli süreçler olarak sürekli değiştiğini söyler. Ülkelerin siyasi yapılarındaki değişim toplumsal yapı değişimine, toplumsal yapı değişimi tüketim ve yaşam tarzındaki değişime, yaşam tarzındaki değişim üretim yapısındaki değişime, o da teknoloji paradigmasındaki değişime dayanır. Her teknoloji paradigması bir öncekinin ektiği tohumlar ve attığı temeller üzerinde yükselir, ancak eski teknoloji paradigmasının içindeki bazı ürünler, bazı sektörler ve hatta bazı kurumlar yenisinde de yaşarken, bazı sektörler çöker, bazı ürünlerin üretimi tamamen durur, tüketim ve yaşam tarzımızda da bu yüzden köklü değişiklikler olabilir. İşte yeni bir teknoloji paradigmasının sonucunda yeni sektör ve yeni ürünler yeni iş alanları, yeni meslekler anlamına gelirken, çöken sektör ve üretimi sonlanan ürünler de işsizlik ve servet kaybı anlamına gelir. Daha ileri bir yapıya geçmek için kapitalist üretim sistemi değişime ayak uyduramayan sektör, ürün ve kurumları tasfiye eder: Tıpkı bir yılanın derisini değiştirmesi gibi… Bu değişime Schumpeter yaratıcı yıkım (creative destruction) demektedir. Ben de başka bir kavram daha ekliyorum: yıkıcı inşa (destructive construction)… Nasıl yeni bir teknoloji paradigması için yenilikçi girişimcilerin yaratıcı hamleleriyle eskisini tasfiye ederse, aynı zamanda yıktığının yerine de yenisini inşa etmek zorundadır. Firmaların, bireylerin ve devletlerin zamanı dondurması ve değişimi durdurması mümkün değildir. Ancak değişimi iyi tahlil edip kendilerini yeni teknoloji paradigmasının getirdiği fırsat ve tehditlere göre yenilemeleri gerekir.

İçinde bulunduğumuz değişim sürecinde devletler hangi politikaları ve firmalar hangi stratejileri geliştirmeleri? Bireylerin kariyer planlamaları ne olmalı? Bunları da pazartesi yazarız…