PİŞMANLIĞIM

Refik ERDURAN 17 Haz 2016

Refik ERDURAN
Tüm Yazıları
Uzayan polemikten hoşlanmam. Okuru sıkar, tarafları hırçınlaştırır, bilgi kirliliklerini artırarak kamuoyunun kafasını bulandırır. Ancak -nadiren- ona yansıtılması gerekli gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açtığı da olur. Şimdi öyle bir durum karşısındayım.

Uzayan polemikten hoşlanmam. Okuru sıkar, tarafları hırçınlaştırır, bilgi kirliliklerini artırarak kamuoyunun kafasını bulandırır. Ancak -nadiren- ona yansıtılması gerekli gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açtığı da olur. Şimdi öyle bir durum karşısındayım. Benim kanıtlarla açıkladığım gerçekler yüzünden koltuğunun tehlikeye düşebileceğini gören entrika uzmanı genel müdür çok yönlü bir kampanya tezgâhladı. Tetikçilerinden muhabir hanım tam gazete sayfasına yayılan curnal yazısının sonunu şöyle getirmiş: “Erduran tarafını seçmiş görünüyor.” Neymiş o taraf? Yanıt yazının başlığında: “Devletin tarafında”. Hanım karıştırıyor. Demek istediği “iktidar partisinin tarafında”. Beyaz kesimin ağzıyla daha açık söylenirse, “Tayyipçi” diyor… Peki, gerçek ne?

Ben Türk alt ve orta sınıfının yanındayım. Kimin devreye girmesiyle gerçekleşirse gerçekleşsin, onları güçlendirerek önlerini açan her gelişme makbulüm. Gençliğimde sorulsa, “İşçi sınıfının yanındayım” derdim. Sonra somut gelişmelerle yüzleşirken gördüm ki o biraz havada kalan bir slogan. Kimin tarafındayım? Kimsenin! Ben “tarafta” değil, kendi bağımsız yolumdayım. Herkese “tuhaf” görünmem de ondan. “Tayyipçiliğe” gelince… Cumhurbaşkanımızı İstanbul Belediye Başkanı iken tanıdım. Yalnız söylediklerine değil, tutumuna baktım. İddia edildiği gibi diktatör ruhlu falan olmadığını gördüm. Çok yazdım: Zaten istese de “Hitler” olamaz. Çünkü ordunun yüzde yüz desteği sağlanmadan diktatörlük kurulamaz.  

İktidar partisi altta kalanlara el uzatıp onların para, sağlık, eğitim durumlarına olumlu katkılar sağladıkça, bravo. Ters yola girip onlara herhangi bir yönden zarar verenler olursa, yuh. Yararlı işler yaparken kendi ceplerini de dolduran becerikli açıkgözler yok mudur? Vardır elbette. Her yerde vardır. Amerika’yı Amerika yapanlar da öyleleridir. Yasa dışına kaymış yolsuzlukların peşini bırakmamak basının işlevlerinden biri. İç kavgalardan vakit ayırıp o göstersin kendini.

Tetikçi hanım basınla bir söyleşide en büyük pişmanlığım sorulunca dile getirilmiş şu yanıta takmış: “Babamın bana bıraktığı büyük serveti Türkiye Komünist Partisi için harcamak”. (Yalnız miras kalanı değil, kendi kazandıklarımı da). Bunu çok yadırgadığına göre, sorayım: “Siz o partiye kaç lira katkıda bulundunuz, hanım kızım?” Efendim, TKP diye ciddiye alınacak bir güç hiçbir zaman olmadı. Olamaz da. Çünkü ona yetki verecek emekçi sınıfının ülkemizde güçlenip bilinçlenmesine vakit olmadı. Kendilerini o hayaletin yöneticiliğine atayan kişiler arasından yalnız safdiller değil, hainler de çıktı.

Moskova’daki -gerçek komünistlerin düşmanı, çift yüzlü “parti başkanı”- Laz İsmail’den fetva alarak arkadaşlarını polise gammazladılar, gençleri “fişlenip emrimize girsinler” diye felakete ittiler, türlü rezillikler yaptılar. Vedat Ali kitabında yazdı: “Partiye” armağan edilen pırlantaları bir “yönetici” kendi metresine vermiş. Dahası var mı? Bugünkü aklım olsa, elime geçen parayı yine ülkeme hayırlı gördüğüm kurumlara verirdim. Ama gerçekten işe yarayacak olanlara. Örneğin, zar zor geçinen Devlet Tiyatroları sanatçıları yardımlaşma sandığına!