HOŞ GELDİN EYLÜL! YAŞŞA TAHA!

Refik ERDURAN 22 Ağu 2016

Refik ERDURAN
Tüm Yazıları
Kimileri eylül ayını yazın sonu ve kışın habercisi diye hüzün timsali sayarlar. Oysa en güzel aydır. Ne terletir, ne ürpertir.

Kimileri eylül ayını yazın sonu ve kışın habercisi diye hüzün timsali sayarlar. Oysa en güzel aydır. Ne terletir, ne ürpertir. Altın sarısı dahil rengârenk yapraklarıyla ağaçlar en çarpıcı kılıklarına eylül günlerinde bürünür. En şiirsel mehtaplar onun gecelerinde olur. Hüznünüz varsa nedenini takvimde değil, kendi yaşantınızda arayın. Birkaç satırlık kişiselliğe izin verirseniz, azıcık dertleşeceğim sizinle. Ömrümün sonlarındayım. Geriye bakınca kaderin bana bağışladığı kozların hepsini -çocuklarım dışında- heder etmiş olduğumu görüyorum açık seçik. Kader de boş durmadı; cezalandırır gibi ömrüm boyunca ayağıma çelmeler taktı.

Uğruna çok kereler canımı tehlikelere attığım, varımı yoğumu hizmetine verdiğim inanç sistemi bir manyağın elinde tersine döndü, milyonlarca insanı ezerek yok etti, sonunda çöktü. İnsanları insanlaştıracak en güçlü, en güzel araç bellediğim tiyatroya hizmet için dünya cennetlerini bırakıp yurduma döndüm. Gördüm ki burada o uğraş da başka türlü manyaklıklar yüzünden çıkmazlara itilmekte. Annem, babam, ablam, dayılarım, amcalarım, yeğenlerim, yaşıt dost ve arkadaşlarım öldüler. Sevgili sporum avı bir çocuğumun ricasıyla bıraktım, hastalık yüzünden denizden uzaklaştım; keyif kalmadı yaşantımda.

En büyük mutsuzluğum ülkemin din yanlıları-karşıtları, muhafazakârlar-modernler, cahiller-okumuşlar gibi akılcı ayırım nedeni sayamadığım çizgilerle düşmanlıklara sürüklenmiş görüntüsü. Bu çok tehlikeli saçmalığa karşı basında yıllar yılı elimden geleni yapmaktayım. İşe yaramış görünmüyor. Hayata küssem ve kabuğuma çekilip melankolik sonumu beklesem şaşılmaz, değil mi? Yok öyle şey! Eksilerin yanında artıları da görebiliyorum hâlâ.

Güreşleri seyrederken 125 kilodaki umudumuz Taha Akgül’ü tanıyınca, daha zaferlerini görmeden dünyalar benim oldu. Ağır sıklet deyince insanın gözünün önüne kasları yağla örtülü, hantal, biraz bön bakışlı bir adam azmanı gelir. Taha çakı gibi bir delikanlı. Yakışıklının ötesinde hoş. Çok zeki, güreşirken bile gülümseyebilen bir yüzü var. Yani hemen menajeri olun, girin koluna, dünyanın başarılı model ajanslarına götürün; para kırarsınız. Son güreşinde rakibini yenip altını garantileyince yaptıklarıyla şaşırttı beni. Kollarını göğe kaldırarak şükretti, sonra secdeye vardı, arkadan çepeçevre dolaşıp bütün büyüklerini sevgi ve saygıyla kucakladı, annesinin babasının ellerini öptü. (Belki merak edersiniz: annesinin başı örtülü).

Bunları çeyrek yüzyıl önce seyretseydim hoşuma gitmezdi. “Spora din karıştırıyorlar” diye terslenmek gibi bir hışırlık yapardım herhalde. Çok değişmiş, Türk’ü olduğu gibi görmeye kendimi alıştırmışım. Atletlerin çoğu madalya töreninde ulusal marş çalınırken sözleri ya hiç söylemiyor ya da dudaklarını kımıldatarak katılım numarası yapıyorlar. Taha gümbür gümbür söyledi İstiklal Marşımızı.

Bir şey daha yaparak son dönemin yerli yersiz ordu karşıtlığı modasına uymadığını da ilan etti: Her fırsatta asker selamı verdi. Yani Taha kişilik çarpıklıklarından, özentilerden, her türlü maymunluktan uzak, tam bir Türk delikanlısı. Yine Kemal Tahir geliyor aklıma. Şampiyonumuzu birlikte izleseydik ne derdi biliyorum: “Ulan iyi, ulan aferin!”