DEV BÜCÜR

Refik ERDURAN 17 Ağu 2016

Refik ERDURAN
Tüm Yazıları
Günlerdir kas seyrinden gına geldi. Evet, kas. Kol kası, bacak kası, ense kası… Hepsi kendilerine yüklenen görevlerin altından kalkmak için zorlandıkça zorlanmakta.

Günlerdir kas seyrinden gına geldi. Evet, kas. Kol kası, bacak kası, ense kası… Hepsi kendilerine yüklenen görevlerin altından kalkmak için zorlandıkça zorlanmakta. Her birinin kendi sesi olsa inim inim inleyecek ya da acı çığlıklar atacak. Bu gönüllü engizisyon tablosuna bakarken dehşete kapılmayana şaşılır. Olimpiyat “oyunlarından” söz ediyorum tabii. (Öyle deniyor ama, nesi oyun bunların? Düpedüz yarışma, çekişme, boğuşma! En müthiş gerginlik içinde yaşanıyor.)

Fiziksel kıyaslamalara niçin o kadar önem verildiğini anlamak da zor. Türümüzün hiçbir bireyi tazı kadar hızlı koşamaz, kutup ayısı kadar uzun yüzemez, pire kadar yükseğe zıplayamaz. Başka yaratıkların bizden çok daha başarılı oldukları alanlarda birbirimizle boy ölçüşmek niçin o denli heyecan vermeli? Söz konusu canlıların kas üstünlükleri hiçbirimize kompleks de vermemeli. Evrendeki en önemli uzuv beyindir. Hangi türün hangi türe üstünlük sağlayacağını her şeyden çok onun kullanımındaki başarı belirler. Öyle olmasaydı insan eşeğe değil de eşek insana binerdi.

Yalnız, bir dakika. Beyin belirleyicidir dedik ama, onun zekâ potansiyeli kaba güç gibi kullanılabilirse toplum hayatı yine orman yaşantısına döner. Satranç şampiyonları başa geçip hemcinslerini ezer. Öyle olmuyor. Niçin? Çünkü beynin içinde yalnız güç (akıl) yok. Duygular da var: Sevecenlik, şefkat, merhamet, yardıma koşma güdüsü gibi. Olimpiyat yarışmalarının en ilginç bulduğum görüntüleri sonuca ulaşma anlarındaki foto-finiş durumları değil. Ulaşıldıktan sonra yaşananlar: Zafer coşkuları, böbürlenmeler, azgınlıklar, yenilgilerin hüznü, küskünlüğü, gözyaşları, insan ruhunun sayısız tepki seçenekleri… Bunlara bakarken türümüzün harika çok-çeşitliliğini seyreder gibi oluyorum. Rio Olimpiyatı’nın tartışmasız en büyük yıldızı Simone Biles adında minnacık bir zenci kız jimnastikçi. Kalabalık (555 kişilik) Amerikan heyetinin en kısa boylusu. Hayat yarışına da birkaç adım geriden başlamış: Annesi alkolik ve uyuşturucu bağımlısı olduğu için kız çok küçükken yabancıların eline kalmış. Anneannesi ve kocası Ron durumu görünce kız beş yaşındayken onu evlat edinip evlerine almışlar. Simone “Babam kim, annem kim, beni kim doğurmuş” gibi sorularla uğraşarak büyümüş. Ergenliğe kadar kimsenin dikkatini çekmemiş jimnastik salonlarında. Bir yarışmaya sokmuşlar ama salondaki her sözü duyduğu ve olaya odaklanamadığı için kaymış, düşmüş, yer jimnastiğinde yüzükoyun kapaklanmış. Bitirememiş yarışmayı. O anda karar vermiş, “Ben bu işi başaracağım” diye. Azmi yeteneği ve disiplini ile birleşince başarmış da. Bugün yalnız Rio’daki madalyaları değil, son yıllarda katıldığı bütün yarışmaları kazanmış durumda. Tuhaf bir şey: Kimse onu kıskanmıyor, kimse aleyhinde bulunmuyor. Çünkü o kimseyi kıskanmıyor, kimseyi çekiştirmiyor. Tersine, başkalarının başarılarının sevincini coşkulu bir neşeyle paylaşıyor. Yenilenleri, düşenleri, geri kalanları öpüp okşayarak teselli ediyor. Keşke insanların çoğu ona benzeyebilse! Dünya çok daha tatlı bir yer olurdu. Havada rekor sayıda taklalar atmak da şart değil.