DARBE DÖNEMLERİ BİTİYOR MU?

Tarık ÇELENK 21 Tem 2016

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
İyi hatırlıyorum birkaç yıl önceki YAŞ tartışmaları esnasında zamanın Genel Kurmay başkanı dahil birkaç paşanın protesto istifaları sonrası Taraf gazetesi unutulmayacak kinayeli manşetini koymuştu "Daha karpuz kesecektik".

İyi hatırlıyorum birkaç yıl önceki YAŞ tartışmaları esnasında zamanın Genel Kurmay başkanı dahil birkaç paşanın protesto istifaları sonrası Taraf gazetesi unutulmayacak kinayeli manşetini koymuştu “Daha karpuz kesecektik”. O dönem Necdet Özel ve yeni bir ekibin gelmesi, artık darbe riskinin bitmesi olarak değerlendirilmişti. O tarihten 15 Temmuz’a kadar da artık resmi görüş bildirme uyarıları sona ermiş, T.C Hükümeti ile “Çözüm ve Operasyon süreçleri” dahil uyumlu çalışmaya dikkat eden komuta kademesi ile kamuoyu tanışmıştı. Ergenekon ve Balyoz davaları çok masumun canını yakmıştı ama bu arada TSK içinde bu tip darbe inisiyatifi alacak kademelere ders olmuştu. Neredeyse askeri bürokrasi imza atmaya dahi çekiniyordu. Buna ilaveten 12 Eylül paşalarını 90 yaşlarında da mahkum etmiştik, artık bu işe cesaret etmek isteyen üst hiyerarşik yapılara da göz dağı verilmişti. Her şey yoluna girmişti anlayacağınız.

Ancak amiyane tabir ile kazın ayağının öyle çıkmadığına 2016’nın 15 Temmuz’unda  tarihimizdeki en kanlı  cunta kalkışmasıyla şahit oluyoruz. Tarih tekerrür ediyor ama sonuçları şükür ki farklı da olabiliyor. 1960 darbesi, hiyerarşik olmayan cuntaların ittifakı ile başarılmış bir darbeydi. 15 Temmuz kalkışmasına bazı yönleri benzemekte. Ancak burada halkın direnişi ve konjonktürle motive olan TSK’nın dinamik birimlerinin (özel kuvvetler gibi) savaşması, cuntanın dağıtılmasında ana faktör oldular. Zamanında bilinenin aksine merhum Menderes’in TSK’daki hareketlilikleri göz ardı ettiği pek söylenemez. O da komuta kademelerinde kendiyle uyum sağlayacağına inandığı birkaç üst rütbeli komutanı atayarak bu işin hiyerarşi ile önlenebileceğine inanmıştı. 1950’de darbe ihbarı üzerine 15 general ve 150 subayı emekli etmişti. Belki 10 yıl kazanabilmişti ve hatta TSK gibi kurumsal bir yapı hakkında da bu orduyu yedek subaylarla da yönetirim ifadesini kullanmıştı. Merhumun zamanında Genel Kurmay Başkanlığının MSB’ye bağlı olduğunu, Bnb. Samet Kuşçu’nun gerekli darbe ihbarının da ciddiye alınmadığını hatırlatalım. 

1960 ve 1980 arası özellikle sol ve sağ birtakım cuntalar TSK içinde aktif olmaya çalıştı. Talat Aydemir olayı dahil, Harp okulları ve askeri liselerin birkaç jenerasyonu tasfiye edildi. Hala bu insanlara bugün bile suçlu, suçsuz (Askeri okullardan atılanlar) ayırt etmeksizin toplumda fazla itibar edilmemekte. 1980 darbesi için hiyerarşi en az 2 yıl çalışmıştı. Zimmi bir halk desteği sayesinde kusursuz başarılmıştı. Darbeci komuta kademesinin en büyük kaygısı hiyerarşinin kırılmasıydı. Nitekim bugünlere kadar TSK iç yönetmeliklerini revize ederek buna dikkat etmeye çalıştı. Darbeler uzun dönem sağ ve muhafazakar camiada sadece kendilerine karşı Kemalist zihniyet ve sol ittifaklarıyla yapılmış olarak algılandı. Karşı denge için daha çok dindar ve muhafazakar unsurun TSK’ya girmesi arzu edildi. Hatta merhum Özal’dan bu yana polisin ağır silahlar ve dinamik fonksiyonlarla teçhizine önem verildi. Aslında sorunun esası pek bunlar değildi, görülemedi.

Ülkemizde halktan ve seçimden umudunu kesen her grup TSK içine sızmayı denedi. Milli demokratik devrimci, mezhepçi veya bazı sağ gruplar bunlara dahildi. TSK’nın kurumsal devlet ve güvenlik duyarlılıkları ile politik hayatımızdaki ilişkileri de hiyerarşik darbe veya muhtıraları bizlere yaşatmıştı. TSK içinde kurumsal dönüşümden ziyade, dindar olarak kabul edilen bir cemaat ile, cunta yapılarını veya kurumsal anti demokratik müdahale riskini dengelemek düşüncesi hatalıydı. Kısa vadede olumlu sonuçlar alındı gibi gözükse de, uzun vadede acı deneyimlerini şimdi yaşamış bulunuyoruz. Bu saatten sonra başka bir iç grubun danışmanlığına güvenmek benzer sonuçları doğuracaktır.

Türkiye’deki eğitim sisteminin birliği, demokratik kurumların bağımsız dönüşümü ve uyumu sağlanamazsa önümüzdeki kısa dönemde olmazsa da, orta vadede her zaman başka bir cunta veya hiyerarşik (emir komuta zinciri) bir darbeyle karşılaşabilmemiz kaçınılmazdır. Merhum Birand’ın “Emret komutanım” kitabı,  her zaman bir askeri lise öğrencisinin haleti ruhiyesinin anlaşılması için yeterlidir. Her subay adayına, Atatürk örneği Cumhuriyetin korunmasını kendine misyon edindirilmiştir. Buna benzer farklı tanımlanmış misyonla yüklü imam hatipte eğitim alan gençlerin karşılıklı durumlarını değerlendirebilmeliyiz. Eğitimde birliğin ortak bir vizyonla sağlanması gerekmektedir. Bugün İmam hatiplerin harp okullarına girememesi hala devam eden derin ihtilafı belgelemektedir. Aslında özde AK Parti ve öteki % 47’lik Türkiye, İmam hatip ve harp okullarının duyarlılıklarını temsil etmektedir. Bu duyarlılıklar ortak bir  vizyonda yakınlaştırılamaz veya uzlaştırılamazsa ön görülemeyen, toplumun gayri memnunlarının desteklediği  TSK’nın kurumsal müdahale riskini sistem her hâlükârda içinde barındıracaktır. Sadece TSK açısından bakıldığında, gelecekte sorun cuntalara, ideolojilere veya kişilere bağlı bir ordu mu, yoksa demokratik bir modern devlet kurgusunda değerlerin ve milletin güvencesi olacak bir ordu mu olacağında yatmakta.