ALMAN HÜKÜMETİ'NİN VATANDAŞLIK DAVETİ

Musa ALİOĞLU 27 Ağu 2023

Musa ALİOĞLU
Tüm Yazıları
Son zamanlarda vize almak için randevu talebinde bulunanlara uzun süre veren ve başvuruların çoğunu reddeden birçok ülke sanki ortak hareket ediyor gibi.

Türk vatandaşlarının yurt dışına seyahat edebilmeleri için, birçok Batılı ülkeden vize almak zorunda olduğu kesin gerçek.

Son zamanlarda vize almak için randevu talebinde bulunanlara uzun süre veren ve başvuruların çoğunu reddeden birçok ülke sanki ortak hareket ediyor gibi.

Bu nedenledir ki, birilerine göre Avrupa ülkeleri, Türk vatandaşlarına vize vermeyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni cezalandırıyor. Birileri de, AB ülkelerinin AK Parti’nin ve Erdoğan’ın politikalarını beğenmediklerini ve bu işin altında “Haçlı zihniyeti”nin yattığını söyleyerek konuya farklı bir bakış açısı getiriyor.

Hükümet konuyu Avrupa Birliği nezdinde dile getirdiyse de önemli gelişme olmadı.

Türk halkı yine kuyruklarda bekliyor, günü geldiğinde de olumsuz cevap alıp boş yere de parasını harcamış oluyor.

Milyonlarca Türk’ün yaşadığı, siyasi olarak dost ve müttefik kabul ettiğimiz Almanya en fazla vize başvurusunun yapıldığı ve en çok da red cevabı alınan bir ülke olarak bizleri şaşırtmıyor değil.

İnsanımıza vize verirken, kılı kırk yaran bir titizlikle hareket eden Almanya şimdi de, bizimle ve vize kuyruklarında aylar boyu beklettiği diğer dünya halklarıyla adeta alay eder gibi bir duyuru yaptı. Özü, “Vize veremedik, ama vatandaşlık verelim” demek olan bu açıklamayla bizi ve vize mağduru ülkeleri tekrar şaşırttı.

Alman Hükümeti, sınırlı sayıda ülke vatandaşına tanıdığı çifte vatandaş olma hakkını herkese tanıyan ve Alman vatandaşlığına geçişleri kolaylaştıran yasa tasarısını Meclis’e gönderdi.

Federal Meclis, tasarıyı kabul ettiği takdirde, yabancıların Alman vatandaşı olabilmesi için gereken şartlar daha bir hafifletilecek. Şartlardan bir olan 8 yıllık yasal ikamet süresi 5 yıla düşürülecek.

Mesleğinde ve eğitiminde başarılı olan, Almanya’daki yaşam şartlarına uyum sağlayan, hızlı ve kolay entegre olan bunun için özel gayret gösterenlerde ve Almancayı iyi konuşabilenlerde 5 yıllık bekleme süresi 3 yıla düşürülebilecek. Bu arada ikinci kuşak denilen 67 yaş üstü yabancılar dil sınavına girmeden sözlü sınava girip vatandaş olabilecek.

Almanya’nın “özgürlükçü toplum değerleri” ve yasalarının benimsenmesi ve kişinin, kendisi ve ailesinin geçimini sosyal yardımlar almadan sağlaması da vatandaş olabilme şartları arasında yer alıyor. Bu arada Yahudi düşmanı, ırkçı, yabancı düşmanı veya başka insanlık dışı eylemelerde bulunanlar Alman vatandaşlığına alınmayacak. Sormak gerek, peki bunları yapan Almanlar acaba vatandaşlıktan atılacak mı?

Çok eşli olanlar ve kadın-erkek eşitliğine aykırı davrananlar da vatandaşlığa alınmayacakmış. Ebeveynlerden birinin Almanya’da 5 yıl yasal ikamet etmesi durumunda ülkede doğan yabancı çocuklar Alman pasaportu alabilecek. Ayrıca çocuklar ana-babanın tabiyetini da koruyarak çifte vatandaş olabilecek.

Almanya’nın neden böyle bir uygulama ihtiyacı duyduğunu, Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, şöyle açıklıyor;

“En iyi beyinler için küresel bir rekabetin içindeyiz. Pek çok alanda vasıflı çalışanlara ihtiyacımız var. En iyi beyinleri gelecekte toplumumuzun bir parçası haline getirebilirsek kazanabiliriz” dedi.

Almanya'da yaşayan ve sayıları 12 milyon olan yabancı ülke vatandaşları arasında ilk sıradaki Türk vatandaşlarını yapılacak bu yasa değişikliği çok ilgilendiriyor.

Alman Hükümeti, eski kanuna göre birçok kişinin Alman vatandaşlığına geçmekte "tereddüt" ettiğini, bunda kendisi ya da ailesinin geldiği ülke ile duygusal bağının da etkili" olduğunu düşünüyor. Yeni düzenleme ile Türk vatandaşları kendi vatandaşlıklarından feragat etmeden Alman vatandaşlığına başvuracak. Çifte vatandaşlık hakkının uzun yıllardır verilmemesi Almanya'daki yabancıların sivil toplum kuruluşları tarafından her fırsatta eleştiriliyordu.

Bundan sonra gelişmeler nasıl olacak, en kısa zamanda belli olacak. Kaç kişi bu haktan yararlanabilecek ve Almanların, “bize entegre olun” talebini yerine getirip iki ayrı ülke vatandaşı olarak hayatını sürdürecek göreceğiz. Hadi hayırlısı. Mutlu yarınlar Türkiye’m.

musaalioglu@gmail.com

—————————————————————

Demokrasi ve Özgürlükler Adası boş

Yassıada turizmde bekleneni vermedi

Marmara Denizi’nde İstanbul vilayetinin sınırları içinde yer alan 19 adadan biri de Yunanca adı Plati olan Yassıada’dır. Coğrafi olarak düz olduğu için Yassıada adı verilen bu küçük adanın eni 185 m. boyu ise 740 m. olup yüzölçümü de18.3 hektar, yani 180 bin metrekare kadardır.

Ada, Fenerbahçe Adası’na 11.6 km. uzaklıkta olup, küçük bir limanı vardır.

Tarihi belgelere göre Yassıada 4'üncü yüzyıldan itibaren Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmış. Latinlerin ve Rusların istilasına uğrayan adayla, İstanbul’un fethinden sonra ilgilenen olmamış, İngiltere'nin İstanbul Sefiri Sir Henry Bulwer 1859'da adayı satın almış, adada bazı garip, kale gibi binalar inşa ettirmiş ve tarım yaptırmıştır. Bir kilise ve bir de manastır inşa edilen ada, daha sonra Mısır Hıdivi İsmail Paşa'ya satıldı ancak o da adanın imarıyla ilgilenmedi. Yassıada, 1947 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nca satın alındı ve 1952’de modern bir deniz eğitim tesisi kuruldu.

27 Mayıs 1960’da yapılan askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılan Demokrat Partililerin yargılamaları burada kurulan mahkemede yapıldı ve ada tanınır oldu.

Merhum Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı merhum Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu burada idam edildi. Daha sonra tekrar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na verilen adada eğitim faaliyetleri 1978 yılına kadar devam etti. Yassıada, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Araştırma Enstitüsü’ne verildi Fakülte, bu adayı 1995 yılında terk etti.

Ada yıllarca metruk halde kaldı ve 2013 yılında darbenin adını silmek için adaya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın önerisi ve İBB Meclisi kararıyla Demokrasi ve Özgürlükler Adası adı verildi. Ada, turizme açılmak amacıyla Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından kurulan bir şirkete “Yap-İşlet-Devret” yöntemiyle 29 yıllığına kiralandı. Tesislerin temeli, 14 Mayıs 2015’te zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu tarafından atıldı. 27 Mayıs 2020’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli’nin hizmete açtığı ve 140 milyon dolarlık (Bir iddiaya göre de 200 milyon dolar) harcamayla yapılan tesisler, 18 Ocak 2023’te Kültür ve Turizm Bakanlığı’na iade edildi. Daha sonra da yıllık kirası 4.2 milyon TL’den 20 yıllığına Albayrak Gurubu’na ait Birun Ada Otelcilik Turizm A.Ş’ye kiralandı. Adada 125 odalı Katre Island Hotel, 30 betonarme bungalov, 600 kişilik konferans salonu, 1200 kişilik cami, sergi salonunun yanı sora, 27 Mayıs Müzesi, Demokrasi ve Özgürlükler Müzesi ile Adnan Menderes Müzesi gibi üç ayrı müze bulunuyor.

Adayı bugüne kadar 37 bin kişi ziyaret etti deniliyor. Bu rakam ne kadar gerçek doğrusu bilmiyorum. Adaya gitmek çok zahmetli ve adam başı 300 TL deniliyor. Otelin bir gecelik fiyatının 7-8 bin liraya yakın olduğu ileri sürülüyor. Müzeler hafta içinde kapalı sadece hafta sonları açık. Böyle bir yere otel yaparken biraz düşünmek gerekmez miydi? Habercilikte 5 N 1K kuralını burada da işletebiliriz.

Bu otele, kim, nasıl, niçin, nereden gitsin?

Yerli turistin bile gitmeye yanaşmadığı bu otele tabancı turist neden gitsin ki?

Adayı betona boğmuşuz, yeni müzeler yapana kadar mahkeme salonunu, hapishaneyi ve hücreleri aynen koruyup o şekilde ziyarete açsak daha anlamlı olmaz mıydı? Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) ve Türkiye Otelciler Birliği (TUROB) gibi meslek kuruluşlarından ve turizmi bilenlerden fikir alınsaydı ve böyle sonuç vermeyen bir hataya düşülmeseydi daha iyi olurdu.

TOBB gelen talebe hayır diyemedi ve bu işi üstlenmek zorunda kaldı. Esnaftan topladığı aidatları da işe yaramayan bir yatırım için harcadı. Hiç doğru olmadı.

Temel atma töreninde konuşan devrin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Burada, şehit Başbakanımızın, arkadaşlarının hatırasına bir nebze halel getirecek hiçbir eyleme, hiçbir toplantıya izin vermeyiz” demişti. Bana göre, şehit sayılan merhum başbakan ve iki dava arkadaşının hatırası daha anlamlı bir şekilde yaşatılması gerekirken, adanın betona boğulması ve milletin parasının bu şekilde boşa harcanması onların aziz hatırasına halel getirdi diye düşündüm.

Bilmem yanılıyor muyum!