2024 YILINDA BİZLERİ BEKLEYENLER

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
2024 yılı nasıl bir yıl olacak? Enflasyonu düşürebilecek miyiz? Vergiler daha adil yayılacak mı? Sıkı maliye politikasından en çok kimin canı yanacak? 2024 seçimlerinin öncesi ve sonrasında ne olacak? Bugün sizlere bu sorulara cevaplarım hakkında konuşacağım.

ENFLASYONLA MÜCADELE PROGRAMI VE ENFLASYON

Geçen yazıda belirttiğim gibi 2023 yılında enflasyonla mücadele için elini taşın altına koyup vazifesini yapan Sayın Erkan ve TCMB yönetimidir. Gerçekten de, Nebati – Kavcıoğlu yönetiminin akıl almaz işlerini ve enflasyonun bir numaralı sebebi olan gevşek para politikasının etkilerini ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yaptılar. Ancak enflasyonu gevşek para politikası ile patlatabilirsiniz de, sadece sıkı para politikası ile indiremezsiniz. Enflasyon hızla artarken oluşan enflasyonist beklentiler ve bununla birlikte oligopolist sanayi – ticaret yapısının sahibi olduğu tekel gücü birleşince bugün satıcı enflasyonu denen olgu oluştu. Enflasyonist beklentileri kırmadan ve fahiş fiyatlama yapan firmaları kontrol altına almadan enflasyonu düşürmenin maliyeti daha yüksek olur. Sadece sıkı para politikası uygulayarak enflasyonu çok daha uzun zamanda ve sıradan vatandaş, sabit gelirli çalışanlar ve emekçilerin çok daha fazla yük yüklenmesiyle düşürebilirsiniz. Bu yüzden sıkı bir maliye politikası zorunludur. Lakin şu ana kadar böyle bir politika uygulamasına veya buna dair bir açıklamaya bile rastlamadık. Sebebi basittir: 2024 seçimleri… Ben sıkı para politikasının yanında 2024 Mart seçimlerinden önce sıkı maliye politikasının uygulanacağını zannetmiyorum. İktisadi olarak ve millet için akılcı olan bu olsa da, siyasi olarak hükümetin siyasi çıkarları için akılcı olan sıkı maliye politikasının (harcamaların kısılması ve vergilerin artması) seçim sonrasına ertelenmesidir. Bu birinci noktadır.

İkinci nokta para politikasının sıkılaşmasına ve politika faizinin hızla arttırılmasına rağmen enflasyonun düşmemesi, hatta daha fazla yükselmesidir. Bunun sebebi para politikalarının toplam talep genişlemesi üzerinde ve dolayısıyla enflasyon üzerinde gecikmeli etkiye sahip olmasıdır. Bu etki Türkiye’de 6-9 ay arası bir süre kadar gecikme anlamına gelmektedir. 2024 enflasyon hedefi (bu hedef revize edilecektir) yüzde 36, enflasyon beklentisi de yüzde 45’tir. Politika faizinin en az bu beklenti kadar olması gerekir ki, bir sıkı para politikasının başladığı söylenebilsin. Yani, sizin anlayacağınız, TCMB bu ay da yüzde 2,5’luk bir artışla politika faizini yüzde 45’e getirdiğinde dezenflasyonist program daha yeni başlamış olacaktır. Bunu açık piyasa işlemlerinde ihale sayısı ve hacimlerinin, yine TCMB’nin bankalara haftalık borç verme sayısı ve hacimlerinin kısıtlanmasını da içeren miktar kısıtlamaları takip edecektir. Enflasyonda ilk düşüş etkileri en erken haziran ayında ortaya çıkabilir. Bu süreç içerisinde hem parasal genişleme oranı hem de kredi genişleme oranında önemli bir düşüş bekliyorum. Yani bugünkü politikanın etkileri en erken 6 ay sonra görülecektir. 

Üçüncü nokta belli bir miktar azalmış olsa da TCMB’deki döviz açığıdır. Şu anda 36 milyar dolarlık SWAP sonrası döviz açığı bulunmaktadır. Bu açık kapanmadan enflasyon beklentilerinde düzelme beklemek fazla iyimserlik olur. Pekiyi bu açığı nasıl kapatacağız? Açık ve net konuşmak lazım: Hiçbir Merkez Bankası’nın borçlu olması düşünülemez bile… Bir Merkez Bankası’nın borçlu olması düşünülemezken, Medine dilencisi gibi “dost ve kardeş ülkelerden” para dileneceği hiç akla gelmez. Maalesef, düşünülemeyecek ve akla gelmeyecek olan bizim başımıza gelmiştir… TCMB’nin ve Hazine’nin durumu özetle budur. Dost ve kardeş ülkelerden gelecek üç beş kuruşla bu açık kapanmaz. Bu yüzden, ben, seçim sonrasında Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir sürpriz daha yaparak bizi şaşırtacağını ve IMF ile veya büyük bir küresel finans kuruluşuyla anlaşma sağlayacağını düşünüyorum. O zamana kadar büyük oranda bankacılık sisteminde regülasyonlar kaldırılmış ve normal faiz oranları ile birlikte kredi piyasaları da dengeye gelmiş olacaktır. Bu sayede 2024 yılının ikinci çeyreğinde, yani Nisan – Mayıs – Haziran aylarında, bu anlaşma duyurulur, üçüncü çeyrekte ise döviz pozisyonumuzda ciddi bir rahatlama olur. 

Bütün bu olguları ve belirttiğim üç noktayı dikkate alacak olursak 2024 yılının ilk çeyreği, yani seçime kadar olan dönemde, döviz kurları kontrol altında tutularak parasal sıkılaşmaya devam edilecektir. Tahminim enflasyon Ocak’tan Mayıs’a kadar yüzde 65’ten yüzde 75’e doğru yükselecektir. Dolar kuru Ocak’tan Mart’a kadar 30 TL’dan 33 TL’ya kontollü olarak arttırılabilir. 

Seçim sonrasında üçüncü noktanın ne derece geçerli olabileceğine bağlı olarak enflasyon senaryosu değişecektir. Eğer yıllık 25 milyar dolardan iki yıllık bir dış kredi desteği sağlanabilirse, kurların üzerindeki baskı azalır ve sene sonu dolar kuru 39 – 40 TL arasında bir yere çıkar. 2024 ve 2025 enflasyon hedeflerine daha acısız ve istihdamdan daha az fedakârlık yaparak ulaşabiliriz. Eğer böyle bir anlaşma sağlanamazsa, 2024 ve 2025 hedeflerinin yukarıya doğru revize edilmesi söz konusudur ve enflasyonun ancak hepimizin daha fazla fedakârlık etmesiyle, daha uzun zamanda ve daha acılı bir şekilde düşürülmesi mümkün olacaktır. Böyle bir durumda seçim sonrasında küçük oranlı bir devalüasyonla Haziran ayında Dolar kurunun 40TL civarına sıçraması beklenebilir. 

2024 YILINDA KİM KAZANACAK, KİM KAYBEDECEK?

Üzülerek söyleyeyim ki, istikrar programlarının uygulandığı ekonomilerde programın uygulama sürecinde hiç kimse kazanmaz. Çünkü enflasyonun yol açtığı dengesiz servet dağılımı ve etkinsiz kaynak tahsisinin sonucunda ortaya çıkan verimsizlik ile artan dış borç yükünün süratle azaltılması için hepimiz borç öderiz. Bu yüzden program süresince herkes, az ya da çok, kaybeder. Ancak enflasyonun düşmesi ve normal seviyelere gelmesi ile elde edilecek uzun vadeli kazanç açısından bakarsak herkes kazanacaktır. Bu nokta enflasyonun toplam refah etkisinin zamansal dağılımıdır.

Enflasyon dönemlerinde verimsiz, küçük ölçekli ve niteliksiz işgücü ile çalışan firmalar vurgunsal kârlar elde ederken, borçluların borçları ve servet sahiplerinin de servetleri azalır. Büyük ölçekli firmalar enflasyonun hem getirilerinden hem de maliyetlerinden daha az etkilenir. Enflasyon döneminin en büyük kaybedeni maaşlı çalışanlardır, özellikle iyi eğitimli ve nitelikli işgücünün kaybı oransal olarak niteliksiz işgücünün kaybından daha yüksektir. Çünkü en niteliksiz işgücünün alması gereken asgari ücret hızla artarken ortalama ücretler asgari ücrete yaklaşmaktadır. Şimdi, bir istikrar programının ana gayesi enflasyonun yol açtığı bu eşitsizlikleri azaltarak sıkılaşmaya gitmek olmalıdır. Bunun için ödenmeyen KGF Borçlarının tahsili, vergi aflarının durdurulması, kamuda israfın sıfırlanması, müterakki kurumlar vergisi ve servet vergilerinin ihdası gerekebilir. Bu tarz bir maliye politikası ile istikrar programının maliyetinin sabit maaşla çalışanların ve emekçilerin sırtına yüklenmesini sınırlandırmış olursunuz. Bu takdirde 2024 yılında daha çok kaybedenler servet sahipleri, rantiyeler, arsa, otomobil, döviz ve arsa spekülatörleri olur. Yok, 1950’den beri Sağ Hükümetlerin gittiği yoldan gidilirse, enflasyonda fakirleşen sıradan vatandaşların, sabit gelirlilerin ve emekçilerin sırtına bütün bir programın maliyeti biner. 

Her halükârda, kredi genişleme ve parasal genişleme oranlarının düşeceği bu iki yılda, özellikle seçim sonrasında, kredi bulmak zorlaşacak, bulsanız bile faiz maliyeti yüksek olacak, Temmuz maaş zamları bir gıdımın ötesine geçmeyecektir. Hepimizin harcamalarımıza dikkat etmemiz gerekir. Mümkünse uzun vadeli borçlanın, kesinlikle kısa vadeli borçlanmayın. 

2024 yılı zor bir yıl veya çok zor bir yıl olacak. Yazımı Sayın Albayrak’ın bir sözüyle bitireyim: “Allah sonumuzu hayretsin!”