Fatih Sultan Mehmed'in oğlu olarak tahta çıkan II. Bayezid Han'ın annesi Gülbahar Hatun'dur. Muhtemelen 1448 yılında dünyaya gelen Bayezid, Fatih Sultan Mehmed'in en büyük oğludur.
Fatih Sultan Mehmed’in oğlu olarak tahta çıkan II. Bayezid Han’ın annesi Gülbahar Hatun’dur. Muhtemelen 1448 yılında dünyaya gelen Bayezid, Fatih Sultan Mehmed’in en büyük oğludur.
Şehzadeliği döneminde babası tarafından Amasya Sancakbeyliği’ne tayin edilen Bayezid, burada lalası Hadim Ali Paşa’nın gözetiminde devlet tecrübesi kazanmıştır. Şehzadeliği döneminde, Otlukbeli Savaşı’nda Fatih Sultan Mehmed komutasındaki Osmanlı Ordusu’nun sağ koluna komuta etmiştir.
3 Mayıs 1481 tarihinde babası Fatih Sultan Mehmed Gebze civarında vefat ettiğinde hayatta bulunan iki oğlundan biri Bayezid olup Amasya’da görev yapmaktaydı. Kardeşi Cem Çelebi ise Karaman’da vali olarak görev yapıyordu. Bu sırada Bayezid 34, Cem ise 23 yaşında bulunuyordu.
Fatih’in vefatını Veziriazam olan Karamânî Mehmed Paşa gizli tutup 2 şehzadeye de haber göndermişti. Fakat Şehzade Cem’e giden ulak, yolda tevkif edilmiştir. Özellikle o sırada ordugâhtaki komutanlardan olan, II. Bayezid’in damatları, Rumeli Beylerbeyi Hersekzade Ahmed Paşa ile Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa’nın bu eylemi gerçekleştirerek II. Bayezid’e avantaj sağladığı düşünülmektedir. Bu sırada Fatih’in vefatından haberdar olan Yeniçeler de, Bayezid taraftarı olup karışıklık çıkmasına sebep oldular. Bu hengâmede, Karamânî Mehmed Paşa ile Fatih Sultan Mehmed’in doktoru olan Yakup Paşa’yı öldürdüler.
Bu sırada II. Bayezid’e gönderilen ulak, 7 Mayıs 1481’de Amasya’ya ulaşarak vefat haberini Bayezid’e vermişti. Acele harekete geçen müstakbel padişah, 22 Mayıs 1481’de İstanbul’a kardeşinden önce ulaşarak tahta çıkmıştır. Cem Sultan’ın ise babasının vefatından henüz haberi oluyordu.
Şehzade Cem, bazı devlet adamlarının da desteği ile taht üzerinde hak iddia ederek Bursa üzerine harekete geçmiştir. Cem’in saltanat iddiası, Fatih Sultan Mehmed’in hazırlattığı kanunnamede isminin geçmesi, babasının padişahlığı zamanında doğması, Otlukbeli Seferi sırasında İstanbul’da kendisinin babasına vekâlet etmesi gibi maddeler etrafında şekilleniyordu.
Nitekim Bursa’da sultanlığı ilan eden Cem, ağabeyi Sultan Bayezid’e mektup göndererek Anadolu’nun kendisine bırakılmasını istemişti. Fakat Sultan II. Bayezid haklı olarak bu talebi, “bir ülke içinde iki başlılık olmaz” diyerek reddetmiştir.
Aynı zamanda padişah, kardeşi Cem’i cezalandırmak üzere sefere çıkmış ve Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlu 20 Haziran 1481’de karşı karşıya gelmişlerdir. Bu savaşı kaybeden Şehzade Cem, Konya’ya geri çekilmeye mecbur kalmıştır.
Akabinde kendisini güvende görmeyerek Memlûk Devleti’ne sığınmıştır. Burada da, iki kardeş arasında mektuplaşmalar devam etmiştir. Şehzade Cem, ısrarla taht üzerinde hakkı olduğunu iddia ederken Sultan II. Bayezid’in, isyan etmesine rağmen kardeşine merhametli davrandığı ve onu itaate davet ettiği görülmektedir.
1482 yılında yeniden Anadolu’ya gelen Cem, bir sonuç alamayınca Rodos şövalyelerine sığınmıştır. Nitekim Cem’in buraya gelmesi, Fatih Sultan Mehmed tarafından 30 yıl boyunca hezimete uğratılmış Hristiyan/Batı dünyasını sevindirmiştir. Zira onların amacı, Cem’i kullanarak Osmanlı’yı zorda bırakmak ve iç karışıklık çıkartarak zayıflatmaktı.
Nitekim Şehzade Cem, siyasi olarak kullanılmak üzere Papa’ya teslim edilmiş ve uzun yıllar sürecek zor bir hayat kendisi için başlamıştı. Cem, vefatından kısa bir süre önce ise Fransa Kralı’na teslim edilmişti.
Kritik bir durumda kalan Sultan II. Bayezid ise, olası bir Haçlı birliğini engellemek için Venedik’e bazı ekonomik tavizler vererek diplomatik bir hamle yapmıştı. Fakat kardeşinin Batı’da olması, onun bölgeye sefer yapma şansını bir miktar azaltmıştı.
25 Şubat 1495 tarihinde Cem Sultan Napoli’de vefat etmiştir. Şehzade “Cem’in hastalık ve ya zehirlenme neticesinde öldüğüne dair çeşitli rivayetler vardır. Şehzade Cem’in naaşı uzun bir diplomatik krizden sonra 1499 yılında mezarından çıkartılarak Napoli Kralı tarafından Osmanlı Devleti’ne teslim edilmiş ve Bursa’ya getirilerek defnedilmiştir.
Sultan II. Bayezid’in saltanatının yarıya yakın bir süresi, Cem Sultan vakası ile geçmiştir. Bununla birlikte devlet gerek içeride gerek dışarıda birçok siyasi, idari, askeri gelişmelerle ilgilenmiş ve her şeye rağmen büyüme kaydetmiştir.
Askeri olarak 1484 yılında Boğdan bölgesine bir sefer düzenlenmiştir. Karadeniz’in kuzeybatı sahillerinde yer alan Kili ve Akkerman (Ukrayna’nın güneybatısı) fethedilmiştir. Bu harekât Sultan II. Bayezid’in padişah olarak katıldığı ilk seferidir.
1492 yılında Belgrad üzerine sefere çıkan padişah, kendisine suikast tertibi olması nedeniyle geri dönmüş ve seferden sonuç alınamamıştı. 1498 yılında ise Lehistan’ın (Polonya), Osmanlı himayesi altındaki Boğdan’a saldırması üzerine, Osmanlı-Lehistan savaşı başlamıştır. Bu savaşla birlikte Osmanlı tarihinin en büyük ve başarılı Akıncı harekâtlarından biri bölgede gerçekleştirilmiştir.
Sultan II. Bayezid’in Batı yönündeki ilk seferi ise, kardeşi Cem’in vefatının ardından Venedik Devleti üzerine olmuştur. 1499 yılında Mora Seferine çıkan padişah, İnebahtı, Navarin, Modon, Koron’u fethetmiş ve 1500 yılında Venedik Donanması mağlup edilmiştir. Nihayetinde Venedik barış istemiş ve Aralık 1502’de İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmadan sonra diğer Batılı Devletler ile de sulh tesis edilmiş ve uzun bir süre devam edecek olan barış dönemi başlamıştır. Zira 1502’den Kanuni Sultan Süleyman’ın 1521 tarihli Belgrad Seferi’ne kadar Osmanlı Ordusu, Batı yönünde sefere çıkmayacaktır.
Osmanlı Devleti’nin Batı politikası, Sultan II. Bayezid döneminde başka önemli gelişmelere de sahne olmuştur. Bilhassa 1492-1510 yılları arasında İspanya’dan birçok Müslüman ve Yahudi, Osmanlı Donanması gönderilerek kurtarılmış ve Osmanlı topraklarına yerleştirilmiştir. Özellikle 1492 yılında Gırnata’nın düşmesi ile birlikte Kemal Reis komutasındaki Osmanlı Donanması, bölgedeki Müslümanları tahliye etmiştir.
Daha önce Batı-Doğu ve Kuzey istikametinde devam eden Osmanlı Seferleri, ilk defa Sultan II. Bayezid döneminde, güney bölgesine de intikal etmiştir. Nitekim Osmanlı ve Memlûk Devleti arasında bir müddettir devam eden siyasi bunalım askeri çatışmaya dönüşmüştür. Memlûk Sultanı’nın Şehzade Cem’i kabul etmesi, Dulkadir Beyliği yüzünden ortaya çıkan ihtilaf ve Hacılar sorunu iki devlet arasındaki savaşı tetiklemiştir. Nihayetinde Hindistan Hükümdarı’nın Osmanlı’ya gönderdiği elçinin Memlûklülerin Cidde valisi tarafından esir alınıp para ve hediyelere el konulması, 1485 yılında savaşın başlamasına neden olmuştur.
Yaklaşık 6 yıl süren bu savaş topyekûn bir harp olmayıp, belirli birliklerin bölgesel çarpışmalarından ibaret kalmış ve iki tarafında önemli bir kazancı olmamıştı. Yapılan sulh ile Adana-Mersin-Tarsus bölgesindeki Ramazanoğulları toprakları Osmanlı sınırlarına katılmıştır.
Doğu’da ise Osmanlı Devleti’ni asırlarca uğraştıracak önemli bir oluşum baş göstermiş ve Şah İsmail tarafından 1501 yılında Şii Safevi Devleti kurulmuştu. Kısa sürede Akkoyunlu Devleti’ni cebren ortadan kaldırarak kurulan bu devlet, Osmanlı topraklarını hem askeri, hem de dini ve sosyal açılardan rahatsız etmeye başlamıştır.
Şah İsmail, taassup derecesinde mezhepçiliği devlet yönetimi ile birleştirmiş ve bölge halkına zulümler uygulamış; Sünni halkı zorla Şiileştirmeye çalışmıştır. Öyle ki birçok Sünni zâtı öldürmüştür. Aynı zamanda insan kaynağı olarak Anadolu’yu çok önemli görmüş ve buraya gönderdiği müritlerle; özellikle Türkmen kitleleri üzerinde cazibe uyandırmaya çalışmıştır.
Şah İsmail, kısa sürede Osmanlı sınırlarını hedef alarak belli yerleri ele geçirmeye çalışmıştı. Aynı zamanda Batılı Devletler ile de Osmanlı Devleti’ne karşı ittifak kurma gayretine girmişti.
1508 yılında Osmanlı topraklarına giren Safevi Ordusu, o dönem Trabzon Valisi olarak görev yapan ve Şah İsmail’in hareketlerini yakından takip eden Şehzade Selim (Cihangir Yavuz Sultan Selim) tarafından mağlup edilmiştir.
Sultan II. Bayezid’in Şah İsmail tehdidine karşı önlem almaya çalıştığı fakat pasif kaldığı görülmektedir. Yavuz Sultan Selim, sürekli olarak babasını bu konuda uyararak etkili tedbirler alınmasını istemiştir.
Nitekim 1511 yılında Şah İsmail destekli Antalya’da ortaya çıkarak bazı Anadolu şehirlerine kadar yayılan Şahkulu isyanı, tehlikenin ulaştığı boyutu göstermektedir. Bu isyan bir şekilde bastırılsa da, kalıcı ve kesin tedbirler almanın zaruri olduğu ortaya çıkmış ve bu süreç Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışını da zemin hazırlamıştır.
Sultan II. Bayezid’in ilerleyen yaşı sebebiyle tahtını Amasya Valisi olan oğlu Şehzade Ahmed’e bırakmaya temayül göstermesi, diğer oğlu Şehzade Selim’in (Yavuz) harekete geçmesine sebep olmuştur. Bir sonraki yazımızda anlatacağımız, yaşanan bir takım olaylar neticesinde Sultan II. Bayezid, 1512 yılında tahtı oğlu Sultan I. Selim’e bırakmaya mecbur kalmıştır.
Sultan II. Bayezid, tahtı oğluna bıraktıktan sonra Dimetoka’daki köşke yerleşmek üzere yola çıkmıştır. Oğlu tarafından uğurlanan sabık padişah, Edirne’ye yakın bir mevkide, 10 Haziran 1512, tarihinde vefat etmiştir.
Sultan II. Bayezid Han’ın Dimetoka’ya varmadan vefatı, kendisinin Selim tarafından zehirletildiği şeklinde yorumların yapılmasına sebep olmuştur. Fakat bu iddianın kaynaksal değeri yoktur. Hemen hemen kaynakların çoğunluğu, Sultan II. Bayezid’ın hastalığının ağırlaşması sonucu vefat ettiğini belirtmektedirler.
Bazı tarihçiler tarafından Sultan II. Bayezid, kişilik itibariyle bir Fatih bir Yavuz gibi fütühhatçı ve savaşçı olmadığı için pasif bir padişah olarak maalesef yanlış tanıtılmıştır.
31 yıllık saltanatı dönemi, her ne kadar duraklama ve ya sakinlik dönemi gibi anılsa da; bu düşünce doğru değildir. Dönemin siyasi şartları gereği diplomatik ve akılcı hamleler ile babası dönemindeki fetihler, bir bakıma sindirilmiş ve ayrıca birçok fetih de gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Sultan II. Bayezid dönemi, oğlu ve torununun Osmanlı’yı zirveye çıkarmasını hazırlayan önemli bir hazırlık ve geçiş devridir.
Sultan II. Bayezid, hayırsever, âlim ve sofu kişiliği ile ön plana çıkmıştır. “Bayezid-i Veli" olarak da anılmaktadır. Şehzadeliği döneminde ünlü hattat Şeyh Hamdullah’tan hat dersleri almıştır. Arapça, Farsça, İtalyanca ve Uygurcayı bildiği düşünülmektedir.
Dönemin ünlü sanatçı ve mimarı Leonardo da Vinci, padişaha yazdığı bir mektupta, Haliç ve Boğaz üzerinde birer köprü kurmağa hazır olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine Michelangelo da İstanbul’a gelmek üzere teşebbüslerde bulunmuş; fakat bu girişim akim kalmıştır.
Padişah, ilme olan merakı nedeniyle birçok âlimi himayesine almış ve teşvik etmiştir. İdris-i Bitlisi’ye Farsça bir Osmanlı tarihi yazdırmıştır. Sultan II. Bayezid dönemi Osmanlı ülkesinde imar faaliyetlerinin arttığı bir dönemdir. Bayezid Han’ın özellikle şehzadeliğinde Amasya’da, padişahlığında ise Edirne ve İstanbul’da inşa ettirdiği külliyeleri önemli ve büyük mimari ve hayır eserlerdir. Yine İstanbul’da kendi adıyla anılan Bayezid meydanındaki 1505 tarihli Bayezid Camisi de, İstanbul’un sembol eserlerinden bir tanesidir.