Toplumun en küçük birimini oluşturan aile açısından bakıldığında kalabalık aileden çekirdek aileye geçişle değişen yapı aslında toplumsal yapının yansıması.

Türk toplumu pek çok farklı kültürün bir araya gelmesiyle oluşan bir bütünlük arz ediyor. Farklı kültürler bir arada yaşama kaynaşma halini sürdürürken toplum ise zamanla değişiklik gösteriyor. Bu durum başka ülkelerde de aynı şekilde. Ancak coğrafi olarak doğu ile batının tam ortasında olmamız bize özel bazı farkları da beraberinde getiriyor.

Toplumun en küçük birimini oluşturan aile açısından bakıldığında kalabalık aileden çekirdek aileye geçişle değişen yapı aslında toplumsal yapının yansıması. Şöyle örnek vermek isterim. Anadolu’da geleneksel aile yapısında büyümüş bir gencin özellikle büyükşehirde okumak- çalışmak sebebiyle değişen yaşamı karmaşanın başlangıç noktası gibi aslında. Burada karmaşadan kastım kesinlikle negatif bir durum tespiti değil. Değişen sosyal koşullar kişiyi içinde bulunduğu yeni yapıya adapte ederken geride kalan, içinde doğup büyüdüğü aile yapısıyla çatışmaya itiyor. Buradaki çatışma da kargaşanın sebebi aslında.

Tüm bunları yazmama sebep olan son yıllarda sayısı ne yazık ki artan kadın cinayetleri. Eşi, eski eşi, nişanlısı, sevgilisi ya da bizzat kendi ailesi tarafından öldürülen kadınlar. Cinayetlerin hepsinin kendi özelinde barındırdığı sebepler farklı olsa da ortak nokta maktülün kadın olması.

Bence adına modern yaşam dediğimiz bugün şehirlerde ama özellikle büyükşehirlerde meydana gelen toplumsal değişikliklerin ilişkilere yansıması oldukça sancılı. Değişen yaşam şekillerimiz sadece. Köyden mesela ya da kasabadan şehre taşınan bireyin şeklen değişen yaşamı yıllar geçse de zihniyet olarak değişmiyor. Çoğunlukla demeliyim burada. Tam tersi olanlar da var ancak sayıca az. Belki şehirde doğmuş büyümüş biri için de aynı değerlendirme yapılabilir. Evlilikler ya da sadece kadın erkek ilişkileri açısından bakınca durum karmakarışık. İşler iyi giderken sorun yok. Şartlar değiştiğinde yani şöyle söyleyelim ekonomik şartlar bozulduğunda ya da kişisel anlaşmazlık baş gösterdiğinde durum bambaşka bir hal alabiliyor. Söz konusu bir evlilikse hemen yurttan sesler korosu başlıyor. Kadın evini terk etmez. Evliliği bozulsa da boşanmaz. Çocukları varsa illa ki sabreder. Sabretmese de bir yerde affeder. Bir kere affederse yine affeder. Kadın dediğin alttan alır. Yurttan sesler korosunu yıllarca dinlemişizdir zaten. Söylenenler zihnimize yer etmiştir. Hangi eğitim düzeyi ve hangi toplumsal yapıdan geldiğimize bakmadan söyleyebiliriz ki aile yapısında çatlak oluşunca bu koro başlar söylenmeye. Ama ortada bir evlilik yoksa işte o daha da zor. Orada bir kadın olarak tüm toplumu karşınıza almış alıyorsunuz ki Allah yardımcınız olsun.

Ama şöyle bir kaba değerlendirme yaparsak diz çökerek ve tek taş yüzükle yapılan o sürpriz evlilik teklifleri de dahil olmak üzere değişen tek şey şeklimizdir. Kılık kıyafetimiz değişiyor mesela. Yaşam şeklimiz bizden önceki nesle göre değişiyor. Eğitim olarak birkaç gömlek üstteyiz bile denebilir. Değişmeyen tek şey zihniyetimiz! Biz ne kadar istesek de ne yazık ki bu zaman alacak kabul edelim. Değişen toplumda bireyin toplumsal eğitimine de yön verilmesi gerekir. Bugün düzensiz göçmen sorunundan söz ederken ülkemizde ikamet alan yabancıların kültürel adaptasyonundan söz ederken kendi kültürel adaptasyonumuzu konuşmuyoruz. Sosyal devlet aile yapısının korunmasını gözetir. Ancak bu kapsamda kadın ve erkeğin hem eğitimi hem kültürel değişime ayak uydurması yönünde çaba sarf edilmeli. Kim ortaya atmıştı şu fikri hatırlamıyorum. Bir yerlerde okumuş olmalıyım. Kopya olmasın istiyorum ama hatırlayamadım. Evlenmeden diyordu kişilere evlenmeye hazır olup olmadıklarına dair psikolojik bir ön inceleme yapılmalı. Ya da anne bana olmaya hazırlar mı diye. Bence şahane bir fikir. Öyle ben sevdim oldu olmasın hemen. Bir bakalım sen insan gibi sevebiliyor musun!

Karışık duygular yaşıyor insan. Her kadın cinayetini duyduğumda kızıp öfkeleniyorum. Üzülüyorum. Diz çöküp alemin önünde evlilik teklifi yapabilecek kadar özgüven sahibiysen kardeşim bir zahmet el alem ne der diye bakmadan yaşamını sürdürmeyi öğreneceksin diyorum. Diyorum ama işte sorun da orada. Bunu devletin sosyal kurumlarının sağlaması gerekmiyor mu? Yani göçmenlerin kültürümüze adaptasyonu önemli de kendi vatandaşımızın sosyal yaşamın değişen dengelerine adaptasyonu önemsiz mi? Kadın cinayetleri diyoruz ama adına erkek egemen zihniyetin kadın cinsi üzerindeki baskısı diyemiyoruz şöyle sesi yerinde. Kadının nasıl yaşaması gerektiği konusunda ahkam kesiyoruz ama erkeğin zihniyetinin geri kalmışlığını konuşamıyoruz. Değişemiyoruz çünkü değişmek istemiyoruz. Konuyu hep kadın üzerinden tartışıyoruz. Eğitimi, sosyal statüsü, yaşı ne olursa olsun hiç fark etmez bir bakıyorsunuz erkek şiddeti! Ya benimsin ya toprağın diyen kafanın değişmesi için daha kaç kadının ölmesi gerekiyor? Ben bugünün ‘taze’ babalarına seslenmek istiyorum. Onlardan bir parça umudum var çünkü. Biz çocuklarımıza miras olarak sadece maddi kazanımlarımızı değil kültürümüzü de bırakıyoruz. Lütfen bırakmak istediğimiz miras bu mu diye düşünün. Siz de bizlerle birlikte sesinizi çıkarın. Gelecekte kız çocuklarınız kendi ayakları üzerinde duran, kendi kendine sahip çıkabilen bireyler olsunlar. Erkek çocuklarımızı da aynı hassasiyetle ve özenle karşı cinse saygılı yetiştirelim. Fark yaratmak bizim elimizde. Ve biz kez daha soralım kadın cinayetlerini erkek zihniyetini değiştirmeden durdurmak mümkün mü?