Âdettendir, her senenin sonunda o senenin muhasebesi kaleme alınır. Son yılları bej, gri gibi soğuk ve sıkıcı renklerle ya da tan yeri rengi gibi risk, tehlike içeren bir kızıllıkla tanımlamak da adet olmuş.
Bu yazıya oturmadan önce düşündüm bu senenin rengi ne olabilir diye. Elim gri, bej gibi tanımlamalara gitmedi doğrusu. Sıkıcı bir sene değildi, en azından dış politika ve dünya ahvali açısından. Hatta tam tersi, ilginç bir seneydi, her an bir heyecan hissettik. Statükolar olduğu gibi kalmadı, ya da kalmayacağı ile ilgili işaretler verdi. Ama sıcak ve umut dolu tanımlamalar yapmak da mümkün değildi elbette. Hayatı kararan pek çokları için bej ve gri bir yaşam tercih edilirdi muhakkak. Ama işte kaderin çarkları öyle işlemiyor.
Geçiş dönemi seçenekleri: Revizyonizm ve Reformizm
Bir kere hala bir geçiş dönemi içerisindeyiz. Bu geçiş dönemi ne zaman başladı sorusuna farklı cevaplar veriyor uluslararası ilişkilerciler. Ama özü itibariyle Soğuk Savaş sonrası statükonun sarsılmaya başladığını bize anlatıyor. Romancılar, buna dünyanın çivisi çıktı diyorlar ve yanılıyorlar zira bir gün çiviler tekrar çakılacak. İşte o geçiş dönemindeyiz, çiviler gevşedi, kimisi havalarda süzülüyor ve kimin kafasına inecek, kimi rahat bırakacak henüz belli değil. Bu geçiş 2010’larda görünür olmaya başladı. Düşünün 2024’ü bitiriyoruz, yani bayağıdır tan yeri karanlığında seyahat etmişiz. Umutlar gece olmadan uzun bir tan yerinden şafağın hareketliliğine geçmek olsun ama daha çok yolumuz var gibi geliyor bana. Yine de 2024 şafak vaktinin (dediğim gibi henüz şafağa ulaşmaya daha çok olsa da) ilk anlarını hatırlatan gelişmelerle doluydu. Herkes hareketliydi, değişim istiyordu, geçiş dönemi adeta içselleştirilmişti. Aktörler, bu geçiş dönemini ve sonrasını kendi adlarına kazançlı kapatmak için revizyonu göze alabileceklerini gösterdiler. Statüko sanki bir alternatif olmaktan çıktı, revizyonizme karşı reformizm geçiş döneminin koridorlarında farklı yollardan yürüyüşe devam eden iki seçenek olarak kaldı. 2025’de arkalarda kalmış statüko bu iki güçlü çağrıya yetişir mi, göreceğiz.
ABD’nin seçimi
Değişim isteğinin neredeyse bir revizyonizm haliyle ABD’ye dönüşü pek çok kişiyi şaşırtmayacaktır. ABD’de seçim yılıydı ve Amerikan halkı gidip ABD tarihinin en statüko karşıtı figürlerinden birini çok güçlü bir oy oranıyla, hiç tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde seçti. Trump’ın zaferi basit bir zafer değil zira Trumpizmin Cumhuriyetçi Parti ideolojisini sadece esir almadığını, onu dönüştürdüğünü, Parti’nin halk desteğini fark ettiğinden bu dönüşüme ses çıkaramadığını ve nihayetinde içselleştirdiği gösteriyor. Mesele sadece başkanlık değil yani. Trump’tan sonra da Trumplar olacak. Elon Musk’ın başkanın yanında adeta pareler bir yarı başkanlık etkisine sahip olması bunu gösteriyor. Musk, Anayasal bir değişiklik olmadan ABD’nin başkanı olamaz ama kapladığı alan olmasına gerek olmadığını da kanıtlıyor. Trumpizmin vaadine hizmet edecek cömert zengin ellere ve cesur devrimci muhafazakarlara her zaman yer olacak. Amerikan halkı bu tür bir eksantirizmin kimi zaman korkutucu kimi zaman eğlendirici risklerini bu vaadin cazibesi nedeniyle aldı. Vaat, ABD’nin en güçlü, en büyük, en zengin olması vaadi. Vaadin kendisi bile revizyonizm kokuyor. Trump, şaka-gerçek daha göreve gelmeden Panama, Danimarka ve Kanada’nın toprak bütünlüğünü tehlikeye sokacak açıklamalar yaparak Amerikan revizyonizminin nasıl bir şey olduğunu herkese hatırlattı. Bu arada Amerikan’ın yeni başkanının Panama konusunda ciddi olduğunu düşünüyorum. Amerikan üstünlüğünün jeopolitik ayağı daima Panama kanalının kontrolünden ve buraya (çünkü burası bir giriş noktasıdır) rakiplerin yaklaştırılmamasından geçer. Bugün 19.yy’da Alfred Mahan’ın dünyasında olmayabiliriz, ama “üstünlük” fikri ve uygulamasının maliyetinin kontrolü ile ilgili temel stratejiler değişmedi. Meselenin özü rakibe karşı, ona atlama tahtası olarak kullanabileceği gerçek bir “çıkar alanı tanımlamadan” sınırlama stratejisi uygulamak. Bu bugün Çin ve Rusya’nın sergilediği mücadele düşünüldüğünde oldukça zor olabilir. Nihayetinde Çin, hava ve donanma gücü ile nükleer kuvvetlerini- son Pentagon raporunda görüldüğü üzere- geliştirmeyi başarmış durumda. 2030 ve 2035 için bu raporlarda verilen rakamlar ABD’nin niceliksel üstünlüğünü sarsmıyor ama farkın kapanıyor olması yarışı, teknolojik üstünlük yarışına çeviriyor. Bu noktada basit bir gerçeklik var. Henüz ABD, teknolojik üstünlük yarışını kazanmış değil. Dahası şundan korkuyorlar: Çin bu yarışı kazanabilir.
Yeni Roma mı? Başka bir şey mi?
Washington, Avrupa ve Rusya’nın bu yarışta yaya kaldığını ve başka bir ligin oyuncuları olduğunu düşünüyor. Çin’in insan kaynağı yatırımı açısından ABD’ye yaklaşması korkutucu Washington açısından. O nedenle insan kaynağı yatırım stratejisini de bir zaman Susan Strange’in “Yeni Roma” tezinde görebileceğimiz bir tona kaydırıyor: Ey dünyanın işe yarayan yüzde 0.001’i, ey gerçek teknoloji dâhileri, gelin, ABD üniversiteleri ve Yeni Roma sizi bekliyor. Bu arada Strange, 20. Yy’ın sonunda yazdığı için sanayi ve endüstrileşmeyi hala önemsiyor ve emek için bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyordu. Trump-Musk ikilisi emeği Faşizan bir şekilde yerlileştiriyor. Yüzde 0.001’in dışında ABD’li olmayanlar “uzaylı yaratık” sıfatıyla hamamböceği kategorisine ya da daha altta bir konuma indirgeniyor. Onlar kovulacak, temizlenecek, bir haşeratla nasıl mücadele edilecekse öyle mücadele edilecek. Amerikan işçi sınıfı istihdama ve daha çok çalışmaya hazır olsun. Öyle “loser/kaybeden” olma lüksleri artık yok. Ama bu yıl ABD’ye birden fazla kere yolu düşmüş biri olarak söyleyebilirim ki Amerikan halkı kaybeden filan olmak istemiyor zaten. Kazanmak istiyor, daha güzel evlerde yaşamak, daha güzel, daha şık sofralara oturmak, daha büyük aileler kurmak ve onların dallanıp budaklandığını görmek hala Amerikan halkının değişmeyen rüyası. Roma hayali, 19. yy’dan beri hiç mi değişmez. Amerikan topraklarında değişmiyor. Ne yapalım Roma, Romalılara güzel. Roma’ya yakından bakmak zorunda kalıp parmağını bile değdiremeyenlere, Meksikalılara, Haitililere, Kanadalılara filan başka roller düşüyor tabi: Yeni Roma, Yeni Roma olabilirse yeni İsa’sını, yeni Spartaküs’ünü, yeni barbarlarını bekler. Bu roller için hazırlanmaya başlanılabilir. Ayrıca bu sahnede Çin’e de bir rol biçmek gerekiyor- hegemonik mücadeleyi kaybetse bile-. Beijing, 2024’de akıllıca benimsediği stratejiye devam etti. Bir yandan ABD ile kapıştığı meydanda, diğer yanda Reformistlere- yükselen güçlere, orta büyüklükteki güçlere, Küresel Güney’e filan- göz kırpmaya devam etti. Beijing, bir gün İsa, Spartaküs ya da barbar olmaya karar verirse tek başına böyle bir role bürünmektense bir koalisyon, bir küme, bulutumsu bir grup olarak ortaya çıkmayı daha akıllıca buluyor gibi. 2024 BRICS’in Güneydoğu Asya açılımı bu noktada Çin için hem Revizyonist hem Reformist mücadelesinde bir basamak olabilir tabi. Ama Çin’in ve tabi aynı stratejiyi benimsemek isteyen ama Çin kadar cazip olmayan Rusya’nın Küresel Güney ve diğerlerinin kalbini tam anlamıyla kazandığını söyleyemeyiz. Nasip 2025…
İkinci lig mücadelesi ve Rusya-Avrupa hattı
Gelelim Revizyonist hattın ikinci lig mücadelesine. Rusya Ukrayna’da canını dişine takmış savaşıyor. Ukraynalılar da savaşıyor tabi, onlar da varını yoğunu bu mücadeleye yatırmış durumdalar. Ama itiraf etmek gerekir 2024 Ukrayna adına çok güzel geçmedi, verdikleri mücadele bu nedenle takdire şayan. Kiev, bazı taktik yenilikler gerçekleştirmeyi başardı aslında 2024’de. Örneğin Kursk bölgesi sınırlı sayıda kuvvetle işgal edildi. Ukrayna kuvvetlerinin bölgede kontrolü nasıl sağladığı da bir muamma. Rusya, Ukrayna topraklarında ilerlemeye ara vermemek için Kursk’u Kuzey Kore askerlerine emanet etmiş gözüküyor. Kuzey Kore askerleri sahada pek başarılı olamadılar- ki bu doğal tecrübe sahibi olmadıkları bir sahada tecrübe etmedikleri bir savaşı, bilmedikleri bir dilde veriyorlar. Yine de maliyet- fayda ekseninde Moskova için kısa dönemde kullanılabilecek maliyetsiz bir araç. Rusya, Trump geldiğinde bir Ukrayna masasının kurulacağını ve statükoyu değiştirmeyi başardığının nihayet görülebileceğini umuyor. Eğer Rusya’nın elinde işe yarar bir nükleer doktrin olmasaydı, bu umudu ve savaşta yorulmuş olması ve de Ukrayna’nın Rus topraklarını batı menşeili silahlarla vurabiliyor olması Rusya’nın pazarlık gücünü Trump/Batı karşısında azaltırdı. Ama işte Moskova’nın elinde nükleer silahlar ve bu silahları kullanabileceğini söylediği bir nükleer doktrin var. 2024, Nükleer silah sahibi bir ülkenin nükleer silah kullanma eşiğini ne kadar düşürebileceğini de bize gösterdi. Rusya Nükleer Doktrinini revize etti ve Rusya ve Belarusya’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğine yönelik gerçekleşecek konvansiyonel saldırılara da nükleer cevap verebileceğini söyledi. Böylece Ukrayna Savaşı’nın basit bir konvansiyonel savaş olmadığı, nükleer caydırıcılık altında gerçekleşen bir yarı- vekalet savaşı olduğu bir kez daha görünürlük kazandı. Bu gelişme sürpriz değil ama ciddi bir gelişmeydi. Statüko atına para yatırmaya karar veren- çünkü revizyon yapacak güçleri, reformistlerle takılacak cesaretleri yok- Avrupalıları bu gelişme aslında kalbinden vuruyor. Girmek istemedikleri, üstelik ikinci lig kapışmanın sahası haline geliyorlar. Bu bedelin temel müsebbibi Biden yönetimiydi ve Avrupalılar bunun hesabını bile soramadan Biden’ı uğurlamak ve Trump geliyor diye göz yaşı dökmek zorunda kaldılar. Avrupa stratejik dengeleri açısından belki de tek iyilik, Trump’ın Rusya’nın nükleer silah kullanma olasılığına inanması. Biden ve mevcut ABD yönetimi, Ruslar nükleer doktrini blöf olsun diye açıklıyormuş gibi takılıyorlardı, bu da Avrupa üzerindeki riski artırıyordu. Bir Ukrayna anlaşması gerçekleşirse Avrupa’ya yönelik risk ve tehdit ortadan kalkmayacak ama el yükseltme kazası olması daha zor hale gelecek. Avrupalılar şimdiden Yeni Roma’ya sunacakları hediyeleri hazırlamaya başlayabilirler: ABD LNG’si olur, ABD gümrük vergilerinde artış olur, NATO bünyesine daha çok katkı olur, Grönland’ın küçük-minnacık bir kısmı olur. Eh iki revizyonist güç arasına sıkışmanın bedeli var tabi. Bu bedel 2025’de muhtemelen Avrupa adına fazlalaşacak. Biraz cesaret, Reformist hatta biraz yaklaşmak- hazır Türkiye reformizme oynarken- neden olmasın demek istiyor insan ama bence Avrupalıların gözünü açacak şafak vakti henüz gelmedi.