Göze göz, dişe diş.
Göze göz, dişe diş. Ben yaşadım sen de yaşa. Yani kısasa kısas. Daha kaba ifadeyle öç alma. Suç ile ceza arasında denge. Adalet dendiğinde akıllara gelen bu, bir anlamda.
Türk Dil Kurumu adalet için şu tanımları uygun görmüş: Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme. Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı verme, doğruluk.
Hak hukuku kim belirleyecek, paylaşmayı kim yapacak? Elbette devlet. Hâkim olduğu topraklarda adalet devletten sorulur.
Kime göre hukuk, kime göre adalet sorularını şimdilik bir tarafa bırakarak devletler arasında da işleyen bir hukuk mekanizması, adalet anlayışı olduğunu da akılda tutalım.
***
Gelişigüzel bir ifadeyle denebilir ki, nerede sorun varsa orada adaletsizlik de vardır. Dünya ölçeğinde de böyledir. Temel meselelerin kaynağına ulaşmaya çalıştığımızda, hiç şüpheniz olmasın, karşınıza çıkacak şey adaletsizlikten başkası olmayacaktır. Bölgemize bakın, dünya ölçeğinde yaşananları göz önüne getirin... Neden bu kadar ötekileştirme, kışkırtma, çatışma, savaş var?
Türkiye de, ne yazık ki, dünyanın bu gerçeğinden bağımsız değil. Yakın geçmişimizde İstiklal Mahkemeleri var. O mahkemelerinin kararlarıyla binlerce (bazı kaynaklara göre 500 bin) insan darağaçlarına gönderildi. Neredeyse her 10 yılda bir gerçekleşmiş darbelerden sonra hapsedilen, kaybolan, faili meçhule kurban giden, darağaçlarında sallandırılan nice insan var. Adaletsizliklere daha birçok örnek verilebilir. Denebilir ki, bunlar siyasi vakalar. Siyasi vaka demek, bazıları meşrebine göre bu yaşananları adaletin tecelli etmesi olarak görüyor demek.
Oysa meseleye sosyal zeminde yaklaştığımızda meşrep, ideoloji anlamını yitirir. Çünkü herkesin ailesinden birileri muhakkak adaletsizliklerle karşılaşmıştır geçmişinde. Ve o yaşananlar dilden dile, nesilden nesile aktarılmıştır.
***
Geçmişten bugüne kadar uzanan adalet sorunu yanlış bir algıya da neden oluyor: Adaletsizlik dendiğinde, haksız yere cezalandırma veya gerektiğinden az ya da fazla cezaya çarptırma anlaşılıyor. Hâlbuki; cezalandırılması gereken suçluların cezalandırılmaması da adaletsizliktir.
Diğer taraftan adalet kavramı istismara açık. Çünkü herkesin üzerinde konuşabildiği ve en çok gündemde olan şey, çoğu zaman, istismar ettiğimiz veya istismara açık hale getirdiğimiz şeydir. Adalet de -istismar etmezsek bile- istismara açık hale getirdiğimiz kavramlardan biri. Tıpkı özgürlük gibi, tıpkı gazetecilik gibi.
15 Temmuz Darbe Girişimi soruşturmaları kapsamında olup bitenler bu istismarın izlerini taşıyor. Örnek olarak Adil Öksüz'ün kaçırılmasına ilişkin soruşturma. Adil Öksüz'ün mahkemeden elini kolunu sallayarak çıkıp gitmesine yardım etmek ve göz yummakla suçlanan 28 kişi hakkında iddianame düzenlendi. O şüphelilerin hiçbiri tutuklu değil. Dahası 18'i hala kamuda çalışıyor. Dava süreci var denebilir. Ancak şu ana kadar FETÖ'nün tabanını oluşturan insanların kamudan ihraç edildiği bir vasatta darbenin bir numaralı sivil idarecisi Adil Öksüz'ün elden kaçmasına yol açanlar nasıl oluyor da görevlerinde bulunmaya devam ediyor? Suçsuz insanların cezalandırılması da suçluların cezalandırılmaması da adalet değildir.
Diyeceksiniz ki, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Ankara'dan İstanbul'a -sözüm ona- adalet için yürüyor. İşte o yürüyüş adaleti istismarın en güncel örneğidir. Ve bana kalırsa gerçek adaleti istemeyecek isimlerin başında Kılıçdaroğlu gelir. Yürüyorsa adalet tecelli etsin diye değil, adaletin tecelli etme ihtimali ortadan kalksın diyedir. Ve aslında yürümüyor, kaçıyor!
NOT: Ramazan Bayramı’nızı en içten dileklerimle tebrik ediyorum, Allah hayırlara vesile kılsın inşallah!