Kudüs, hakkında ne kadar çok şiir, roman, hikâye yazılırsa yazılsın, kazdıkça altından hazine çıkan toprak gibidir.
“Kudüs şâiri” olarak bilinen Nuri Pakdil, Kudüs’e olan düşkünlüğünü anlattığı şiirinde şöyle diyor:
Yüreğimin yarısı Mekke’dir.
Geri kalanı da Medine’dir.
Üstünde bir tül gibi Kudüs var.
Kudüs, hakkında ne kadar çok şiir, roman, hikâye yazılırsa yazılsın, kazdıkça altından hazine çıkan toprak gibidir. Sokaklarında peygamberin ayak izleri, sesleri, kokuları olan Kudüs, âdeta dünyânın eski ama eskimeyen gündem konusu.
Köle tüccarları elinde bir prenses
İslâm târihinde ve kültüründe Mekke ve Medine ile birlikte kutsiyete sâhip üç şehirden biri olan Kudüs, binlerce yıllık târihinde olduğu gibi yine dünya gündeminde. Milattan önceki dönemlerden günümüzü gelince kadar, yüzölçümünün küçüklüğüne rağmen, barındırdığı târihsel birimin açısından hem dinî, hem siyâsî hem kültürel açıdan diğer şehirlerle kıyaslanamaz bir üstünlüğü bulunan Kudüs, 2020 yılının henüz ilk ayı dolmadan, köle tüccarlarının eline düşen prenses gibi, pazarlık konusu ediliyor.
ABD, kendini köle pazarının sâhibi zannedip, elindeki eşsiz ganimeti diğer bir köle tüccarı İsrail’e belli olmayan bir bedelle vermek istiyor. “Satmak” fiilini bu cümlede kullanmaya elim varmadı. Kudüs, âdeta köle tâcirlerinin eline düşmüş bir prenses gibi mahzun ve kederli. Bir Ömer, bir Selahaddin veya bir Selim bekliyor.
Ona sâhip olmayı değil, hizmetçi olmayı şeref bilmiş insanların huzur ve barış getirdiği Kudüs, uzun zamandır kan ve gözyaşı ile anılıyor. Şimdi inim inim inleyen Bağdat, Halep, Kahire’de insanlar dünyâ derdine düşecek kadar keyif içindeyken de, Kudüs’te yine kan ve gözyaşı vardı. Kudüs’ün derdiyle dertlemeyen şehirler, şimdi onunla aynı kaderi paylaşıyor.
Kudüs’ün târihi
İlk kurulduğundan beri iki defa yerle bir edilen, yirmi üç defa işgâl edilen, elli iki defa kuşatma altına alınıp saldırılan ve kırk dört defa el değiştiren Kudüs, tek başına hiçbir milletin, hiçbir devletin ve hiçbir dinin mülkü değildir.
Kudüs, Resûllallah Efendimiz’in mânevî teşriflerinden sonra, ilk olarak Hz. Ömer zamânında 638 yılında İslâm toprağı hâline gelmiştir. Ancak Hz. Ömer, kendisinden sonraki Müslüman fâtihlere örnek olacak şekilde şehrin gayrimüslim halkına dokunmamış ve onlara güvence vermiştir. Hatta bir kilisede dua etmesi isteğini geri çevirmiş ve bu kilisenin daha sonra câmiye çevrilmesinin önüne geçmiştir.
Selahaddin Eyyubî, 1187 yılında Kudüs’ü Haçlı Krallığı’nın zulmünden kurtardığında Müslümanlarla birlikte Yahudiler yeniden şehre yerleşme hakkı kazanmıştır. Yavuz Sultan Selim de Mısır Seferi dâhilinde 1517 yılında şehri Osmanlı toprağı yapmış ve Kudüs, 1917 yılına kadar, tüm dinlere mensup insanların yaşadığı şehir olarak kalmıştır. Bu hâkimiyet o kadar kalıcı olmuştur ki, bir kilisenin dış cephesindeki merdiven, seyyar olmasına rağmen, 1852’den beri Sultan Abdülmecid’in fermânına binâen hâlen yerinde durmaktadır.
Yavuz Sultan Selim zamânında Osmanlı sınırlarına dâhil olan Kudüs’ün etrâfında bulunan ve Selahaddin Eyyubî tarafından askerî gerekçelerle yıktırılan kale duvarları, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yeniden yaptırılmıştır. Kale kapılarından birinin üstüne de “Lâ ilâhe İllallah, İbrahim Halilullah” yazan bir kitâbe yerleştirilmiştir. Bu ifâde âdeta Kudüs’e barış getirmenin şifresidir.
İsrail’in Kudüs takıntısı
Yahudiler târih boyunca Hristiyanlar tarafından Filistin’den ve Kudüs’ten kovulmuş, ama Müslümanlar tarafından Kudüs ve diğer coğrafyalarda himâye edilmiştir. Katolik Engizisyon, İspanya’daki Yahudilere din değiştirmek ya da ölmekten başka seçenek sunmazken, dönemin Osmanlı Sultanı II. Beyazıd, Osmanlı şehirlerini Yahudilere açmış ve İstanbul, Edirne, İzmir ve Selânik gibi şehirlere yerleşmelerine izin vermiştir. Ama şimdi İsrail, Hristiyan ABD ile iş birliği yapıp Müslümanları Filistin’den çıkarmak istiyor. Demek ki, ya ABD bizim zannettiğimiz gibi Hristiyan değil, ya da İsrail kendi târihini görmezden gelecek kadar Yahudilikten uzak.
Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl bile kurmayı düşündüğü Yahudi devleti için Filistin ve Kudüs yerine Avrupa’da Korsika gibi bir ada düşünürken, İsrail devletinin Kudüs’ü tek başına (Trump’ın vurguladığı gibi “Undivided / Bölünmemiş” şekilde) ele geçirmedeki ısrarı, tam bir oyun bozanlıktır ve barış karşıtlığıdır. Bu niyetinin en açık delili, İsrail anayasasındaki “Bölünmez Kudüs” ifâdesidir.
Kudüs hangi Müslümanların!
Kudüs’ün Müslümanlar tarafından üç defa fethedildiğini yukarıda belirttim. Kudüs’e elini kolunu sallayarak ve hizmetçisinin bindiği devenin yularını tutarak giren Hz. Ömer, Kudüs’ü alacak Müslüman modelidir. Bir marangozun Mescid-i Aksa için yaptığı minberin varlığından küçük bir çocukken haberdar olup, Kudüs’ü Haçlılardan kurtarana kadar güldüğü görülmeyen Selahaddin Eyyubî, Kudüs’ü alacak Müslüman modelidir. Mekke ve Medine’yi işgâl etme tehdidinde bulunan Portekizlilerle iş birliği yapan Memlüklüler’e karşı sefer ilan etmek için mânevî bir işâret bekleyen ve Hasan Can’ın rüyâsıyla harekete geçen ama bununla kalmayıp, hareketli topları icat edip o zamanki en gelişmiş orduyu kuran Yavuz Sultan Selim Han, Kudüs’ü alacak Müslüman modelidir.
Şimdi biz de, bu üç isim kadar olamasak bile, onları örnek alıp hareket ettiğimiz takdirde, Kudüs, İsrail ve ABD’nin kapatmak istediği kapılarını biz Müslümanlara açacaktır. Bizim Türkiye olarak bu mesuliyetimiz diğer ülkelerden çok daha fazladır. Çünkü biz, İstanbul’da Kâbe’ye doğru namaza durduğumuzda aynı anda Kudüs’e doğru da dönmüş oluyoruz. Yâni Kudüs, bizim hem kırmızı çizgimiz hem de hâlâ kıblemiz üzerindeki şehirdir.