Atak helikopteri ve Altay tankının metal donanımını herhangi bir oto sanayi atölyesinde veya Milgem'in demir hâlini herhangi bir tersânede yapmak mümkündür.
Anıtkabir’deki gönderin ipini ilk defa 1980’lerde, yerli olarak üretmenin haber değeri (15 Ocak 1981, Hürriyet) taşıdığı Türkiye’den, yerli tank ve uçak yapan Türkiye’ye gelmek, hem uzun sürdü hem de zor oldu.
Şimdilerde “motoru İtalyanmış amaaa!” deyip çamur atma hevesini tatmin edenlerin öğrenmesi ve idrak etmesi gereken çok önemli bir ayrıntı var. Millîlik ve yerlilik, onların zannettiği şey değildir. Dünyâda millî futbol takımlarının bile “devşirme vatandaş” futbolculardan kurulduğu bir dönem yaşıyoruz. “Beyaz Adam”ın kıtası Avrupa’daki millî takımlar Afrika ve Asya asıllı göçmenlerden kuruluyor.
Dünyânın en prestijli otomobili ve alternatifsiz makam arabası olan Mercedes, bir sanayi devi olarak Almanya’nın ve Almanların en büyük gurur vesilesidir. Ama Mercedes otomobillerinin birçok modelinde kullanılan motorun Fransız Renault tarafından üretiliyor olması, hiçbir Almanı rahatsız etmez. Milliyetçiliğin aşırı ucu olan nasyonalizmin ve faşizmin bir zamanlar en üst seviyeye çıktığı Almanya’da günümüzde hiçbir Alman, Mercedes’te Renault üretimi motor kullanıldığı için Mercedes’e çamur atmaz. “Yazıklar olsun size. Târihî düşmanımızdan motor alıp bizi rezil ettiniz” diyen Alman yoktur.
Artık gurur duyulacak millî ve yerli ürün ve üretimden kastın fındık, kayısı, baklava, mesir mâcunu, döner kebap, otlu peynir, salam-sucuk gibi market malı şeylerin olmadığını birilerinin kabul etmesi gerekir.
Rahmetli Erbakan’ın ağzından “ağır sanayi hamlesi” lafı düşmezdi. Ama devir artık ağır sanayi ile üretilen yerli motor ve makine devri değil, o makinenin beyni olan dijital sanâyi devridir.
Atak helikopteri ve Altay tankının metal donanımını herhangi bir oto sanayi atölyesinde veya Milgem’in demir hâlini herhangi bir tersânede yapmak mümkündür. Hatta daha ucuza yapılıyorsa, dış ülkeden almak da mümkündür. Ama bunları millî ve yerli yapan unsur, içindeki yazılım, yâni dijital sanâyidir. Ağır sanayi ile millî ve yerli üretim yapmak, işin hamallığı ile uğraşmaktır ve ileri teknoloji gerektirmez. Bunlar artık “Üçüncü dünya ülkeleri”nde yaptırılan şeylerdir.
Son dolar krizi sırasında şaşkın vatanseverlerin kırarak gösteri yaptığı Apple marka IPhone telefonların arkasında şöyle yazar: “Designed by Apple in California. Assembled in China” (Apple tarafından Kaliforniya’da tasarlandı. Çin’de üretildi). O telefonların vidaları Çin’de sıkıldı diye, IPhone, Çin malı olmaz. Apple, göze sokar gibi Amerika Birleşik Devletleri yerine, “Kaliforniya” yazacak kadar meseleyi özele indirmiştir ama bu, Apple’ın bir Amerikan markası olduğu gerçeğini değiştirmez.
Devşirme kültürü
Amerika Birleşik Devletleri, bu işi sâdece teknolojik ürünlerde yapmaz. Amerikan üniversitelerindeki akademik kadronun yüzde 60’ından fazlası, Uzak Doğulu ve Güney Amerikalıdır. Bu akademisyenlerin çalışmaları, literatürde Amerikan üniversitelerinin çalışması olarak yer alır. Bu bilim insanlarının icat ve buluşları için aldıkları patentler, Amerikan patentidir. Ne ilginçtir ki, ABD bu yöntemi uzayda ya da Ay’da bulmamıştır. Âbisi bir Ortodoks papaz olan bir çocuğu alıp eğiterek devletin başına vezir-i âzam yapan ve ona Sokullu Mehmet adını veren Osmanlı’dan almıştır. Ah keşke şu Osmanlı’nın hem bedenini hem de rûhunu bir anlayabilsek ve hem bedenini hem de rûhunu sevebilsek!
O zaman, yapanın kim olduğundan çok, kime ve hangi devlete hizmet ettiğine önem verme konusunda mesâfe katedebiliriz. Artık “Osmanlı” olamayız, ama “millî ve yerli” olmak konusunda Osmanlı’dan öğrenecek çok şeyimiz vardır. Osmanlı’da “millî ve yerli” diye bir slogan yoktu. Osmanlı zamânında “millî olmak” terimi icat bile edilmemişti. Ama Osmanlı, yetmiş iki milletin kendini “yerli” hissettiği bir kültür ikliminin adıydı. Aksi takdirde, Kuzey Afrika’daki biri, Balkanlar’da kazanılan bir zafere sevinemezdi. Ya da Çanakkale’de hem Üsküp, hem Şam hem de Bakü’den şehidimiz olmazdı. Barbaros Hayrettin Paşa, Kuzey Afrika’da kurduğu devleti Osmanlı’ya bağlayıp Osmanlı’nın kaptan-ı deryâsı olurken, “yerliliğini kaybetme” endişesi taşımadı.
Ancak şu da yanlış anlaşılmamalıdır ki, Osmanlı’nın devşirme kültürü vahdet-i vücud antolojisine dayanırken, ABD’nin devşirme kültürü materyalist ontolojiden beslenmektedir. Osmanlı, devşirdiği kişileri, kişiliklerinden soyarak onlara bir kimlik verme yoluna gitmemiştir. Oysa ABD’nin yaptığı, “ABD kimliği”ni devşirdiği kişinin kişiliğinden üste koymaktır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti nüfus cüzdanı taşıyan bâzıları, her ne kadar ABD’nin bedenine düşman olurken, ruhûna hayran olmaktan kendilerini alamamaktadır. Dolar krizinde kırılan IPhone’ların ardından bugünlerde Starbucks önündeki kuyruklar bunun ispâtıdır.
Cevap gözümüzün önünde
Mevzuyu kendimize dönerek bitireyim. Millî ve yerli olmak kendimizi dış dünyâya kapatıp, insanlığın birikim ve mirâsından mahrum kalmak değildir. Güneş ışığının sıvılaştırılıp depolanma çalışmalarının yapıldığı çağımızda, bu mahrumiyet bir intihardır. Gözümüzün önünde yüzlerce benzersiz eseriyle duran Mimar Sinan’ı yetiştiren kültür bize, millî ve yerli olmanın yolunu göstermektedir. Roma’dan kubbeyi, Yunan’dan kemerli krişi alıp öz malı yapan bu kültür, millîlik ve yerlilik dersini vermektedir, tabi görene ve anlayana…