Pazar günü tamamlanan mahalli seçimlerden sonra (NŞA) 2028'e kadar karşımıza başkaca bir sandık çıkmayacağına göre herkes Anayasa'da tanımlanan görevlerini yerine getirerek halk tarafından yetkilendirildiği konuda işine-gücüne bakacak demektir. Yok öyleymiş, yok böyleymiş faslı artık geride kaldı. Halk tercihini belirtti şimdi icraat zamanı.
Bizde yerel yönetimler tabiatları gereği halkla çok iç-içe oldukları için halkın sporla ilgili talep ve isteklerini yönelttiği ilk merci durumundadırlar. Bu istek ve ihtiyaçlar genelde spor alanları üretimi ve işletmesi ile zor durumda olan mahalli spor organizasyonlarına (genelde futbol takımlarının) destek olunması şeklinde gelişmektedir.
Gelişmiş memleketlerde ülkenin var olan spor politikası
gereği hangi branşlara ağırlık verileceği devlet aklı ile belirlenmiş,
hükümetin yıllık programı ile de güvence altına alınmış olduğundan merkezi
yönetim tarafından belirlenen ilke ve hedeflere uygun spor altyapısının ülkenin
kılcal damarlarına yayılması işini yerel yönetimler üstlenirler. Semt
sahalarının hazırlanmasından başlayarak amatör branşların nerede spor yapacağı,
kaç kişiye erişileceği, çeşitli yaş gruplarından kaç kişinin bu hizmetten
faydalanacağı gibi konular belediyelerin ilgi alanına girmektedir.
Merkezi idare ile yerel yönetimler özellikle spor konusunda
çok yakın ve etkin bir iş birliği içinde olmaları gerektiğinden bu
koordinasyonu Spor Bakanları deruhte ederler. Yerel yönetimin imkânlarının
yetersiz geldiği yer ve anlarda merkezi yönetim destek olur ve sorunlar
çözülerek hedeflere uygun sporcu üretimi kesintisiz devam eder gider.
Peki bizde böyle oluyor mu derseniz ona verilecek cevap bu
yazının sınırları ve kapasitesinin dışında olduğu için cevabımız ha-vet.
Bizde olan genelde amatör branşlara forma krampon tedariki
ile deplasmana gidecek taraftara otobüs ayarlama ve kumanya tahsisi ile ilçenin
spor kulübüne otopark veya WC geliri tahsis etmeyle sınırlı kalıyor maalesef.
Bir tık ilerisi ise zorda kalan futbol kulübüne “ …… belediyespor” adının
verilmesi ile yetinilmesi oluyor. Bunun daha kötüsü vardı neyse ki ondan
şimdilik berîyiz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Futbol Kulübü vardı şimdiki
Başakşehir FK’nın dedesi olan. Bunlar yetiştirici değil yarışmacı faaliyetlerdi
maalesef. Kanun buna müsaade etmiyor neyse ki artık.
Belediye başkanlarının şahsi PR’ları için futbola, futbol
takımlarına yakın olmaları anlaşılabilir bir şeydir ama belediyenin tüm spor
bütçesini de bu uğurda çar-çur etmeleri bizde görülür sadece. Bir de eskiden
yapılan stadyumların artık kentin merkezinde kaldığı için yılın sekiz ayında ve
onbeş günde bir defa yaşanan sıkıntıları bahane edip mevcudu onarıp korumak
yerine o alanları ranta tahvil edip stadyumları şehir dışına taşımak gibi
“harika ve parlak” fikirler nedense hep bizim belediye başkanlarımızın aklına
gelir. Stadın yerine yapılacak AVM’ler falan da bizim yazımızın konusu değil.
Bir de merkezi hükümetin yarışmacı bütün takımlara eşit
mesafede kalması konusu var ki bizde en çetrefilli meseleler bu minval üzere
dönüp duruyor. Devletin tüm imkan ve kaynaklarını elinde tutan merkezi
yönetimin şu veya bu şekilde adil yarışma düzenine müdahil olması en azından
“fair” değil. Adil yarışma ruhuna aykırı. Herkesin gönlünde bir aslan yatar
veya herkesin bir takımı sevmeme hakkı vardır elbette ama bunu bir düşmanlık ve
kin konusu haline getirdiğinizde sonuçları hakkaniyetsiz olabiliyor. Mağdur
edildiğini hisseden kesim de sesini farklı şekillerde (bkz sandık)
yükseltebiliyor.
PS: Yazımızın yayınlandığı gün Fenerbahçe’nin kongresi
olacak delegeler bakalım sürece nasıl tepki gösterecek. Görelim Mevlâ n’eyler,
n’eylerse güzel eyler…