Tel Aviv'in Gazze'ye yönelik tutumu biliniyor, her ne kadar bugün İsrail'de bir Netanyahu hükümeti yoksa da Tel Aviv'in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze politikası değişmiş değil.
1 Ağustos günü Cenin mülteci kampında Filistin İslami Cihat (FIC) hareketinin önemli isimlerinden biri olduğu söylenen Bassam al-Saadi’nin tutuklanması sonrasında beklenen ama Gazze’deki direniş eylemlerinin genel niteliğiyle karşılaştırıldığında İsrail’e yönelik tehditkâr söylem açısından oldukça ılımlı FIC cephesinden açıklamalara İsrail yönetimi oldukça sert bir tepki verdi. Ve bilindiği üzere bu seneki Gazze’ye yönelik İsrail operasyonu böylece başladı. Tel Aviv’in Gazze’ye yönelik tutumu biliniyor, her ne kadar bugün İsrail’de bir Netanyahu hükümeti yoksa da Tel Aviv’in Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze politikası değişmiş değil. Bu nedenle İsrail arada Gazze’deki direnişin, ya da Filistin adına hareket edebilecek örgütlerin direniş azmini ve elde ettikleri kabiliyetleri kırmak için hedef ve sivil arasında ayrım gözetmeden temizleme-cezalandırma operasyonları düzenliyor. Açıkçası bu mutat operasyonların gelip, vurup geçmesin, sivillerin hayatını dümdüz etmesine bölgede alışmayan yok.
İsrail’in eli serbest mi?
Daha kötüsü İsrail’in bu tür bir saldırı stratejisi izleme lüksü olduğu da düşünülüyor. Malum küresel kurumların İsrail operasyonuna çok cılız ses çıkartabilmesi için dahi sivil kayıpların ve Filistin direnişinin belirli bir sınırın ötesine çıkması lazım. Zaten BM çerçevesinde gelebilecek yegâne sesin Genel Kurul’un kararları olacağını, Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in Filistin politikasına yönelik bir eleştiri dillendirmesinin neredeyse imkânsız olduğunu herkes biliyor. Hele bugün Ortadoğu, Yeni Soğuk Savaş’ın tam kıyısında asılı dururken ve İsrail hem ABD hem de Rusya ile özel ilişkilere sahip olmaya devam ederken, kimse büyük güçlerin üstelik henüz Hamas ayağı muğlak bir direnişi yatıştırmak adına Israil’e parmak sallamayacağının farkında.
Arap Dünyası ise en iyi deyimle hala parça-pinçik durumda. İbrahim Anlaşmaları belki yeni imzacılarla genişlemedi ve Biden’ın İran karşıtı olmama inadı yüzünden çok ön plana çıkartılmıyor ama ruhu, Biden’ın Ortadoğu turunda dahi gördük hala hayatta. Bugün İbrahim Anlaşmalarının çerçevesi İran karşıtı bir cephe ya da eksen oluşacak mı sorusuna kilitlenmiş durumda ama kimse hatırlamasa da tekrarlayalım İbrahim Anlaşmaları Filistin meselesi çözülmeden İsrail’le ayrı barış anlaşmalarının önünün açılmayacağına dair Arap Dünyasındaki genel ilkeyi ters yüz etti. Dolayısıyla bugün İsrail’le ayrı barış anlaşmaları yapmış, hatta Tel Aviv’i İran’la ilgili senaryolar yüzünden güvenlik sağlayıcıları listesine eklemiş Arap yönetimlerinden çıt çıkmasını beklemek zor. Geçen yıl Doğu Kudüs’te başlayan olaylar İsrail-Hamas çatışmasını tetiklediğinde dahi yönetimler, Arap sokaklarından çok sonra, sokaklar rahatsız olmaya başladığı için kısık sesle tepki verebilmişti. Ama o zaman Doğu Kudüs’te yaşananlar neredeyse bir çılgınlıktı ve Netanyahu hükümetinin sonunu da bu çılgınlık görüntüsü getirebilmiş, yeni hükümet İsrail Parlamentosundaki Filistinli partilerden destek alarak kör-topal kurulmuştu. Bugün Netanyahu, İsrail hükümetinin kapısında yeni seçimler için beklerken, hedef de büyük ölçüde FIC iken Arap Dünyası- Mısır’ın yarı başarısız arabulucu çabaları dışında-ki FIC ve Filistinli gruplar Mısır’ın İsrail tarafından kullanıldığını düşünüyor- sessiz.
Tüm bu tabloya bir de İsrail’in “demir kubbe savunma sistemi” konusunda duyduğu öz güveni ekleyelim. Demir kubbe başarılı diye Filistin direnişi elbette bitmiyor- tabi bu arada Filistin direnişi Batı Şeria -Gazze ayrımı dışında da parçalı bir yapıda-. Hatta Araplar, yerleşimcileri yaktıkları çöplerin dumanı ile rahatsız etmek gibi yaratıcı yöntemler geliştiriyorlar direniş içinde ama İsrail savunma sistemlerinin İsrail’in operasyonlarına karşı başarılı misilleme şansını öldürdüğünü, bunun da İsrail operasyonlarının maliyetini düşürdüğünü biliyoruz.
Seçim faktörü
Dolayısıyla tüm bu şartlar altında Gazze’ye yönelik yeni bir İsrail saldırısı kimseyi şaşırtmadı. Pek çokları için yaklaşmakta olan İsrail seçimleri ve Netanyahu’nun yükselişi İsrail’i her zamanki gibi sağa ve sertlik yanlılığına doğru itiyor. Şaşırtıcı olan İsrail’in Hamas ve FIC arasında bir ayrıma gitmesi, Hamas’ı pas geçerek FIC’a yönelmesiydi. Neden sorusuna cevap arayanların bir kısmı yine gelecek olası seçimlere odaklanıyor. Netanyahu’nun Lapid’i “ülkeyi Müslüman Kardeşlere satmakla” suçladığı, muhtemel seçim kampanyasını da bunun üzerine oturtacağını söyleyebiliriz. Zaten son on yıllarda İsrail’deki tüm seçimler sağ, daha sağ, en sağ söylem arasında olup duruyor. Bu nedenle Lapid’in ya da Netanyahu/Likud/aşırı sağ karşısında başarı arayacak herhangi bir adayın Parlamentoda Filistinli partilerden destek alsa dahi Araplara karşı sert davranabileceği mesajını vermesi önemli gözükmüş olmalı. Sonuçta yukarıda saydığımız nedenler yüzünden kimse sivil ölümlere ses çıkarmadığından İsrail’in bu tür kanlı temizleme-cezalandırma operasyonlarında bulunabileceğini düşünüyor, bir operasyon da Lapid’in geleceği için gelmiş çok mu…Ama İsrail siyaseti ile ilgilenenler Filistinli seçmenlerin yaratabileceği etkinin azımsanmaması gerektiğini de söylüyor. Dolayısıyla Filistinlileri çok rahatsız etmeden sertleşilebileceğini göstermek adına Hamas’tan ziyade Gazze dışında Cenin ve Batı Şeria’da da etkili olabilen FIC’ın üzerine yüründüğü düşünülüyor.
Hamas’ın durumu
İsrail’in son saldırıları ve Hamas’ı hedef tahtasının dışında bırakma stratejisi Hamas için tuhaf bir durum yarattı. Bunca yıldan ve olaydan sonra Hamas- İsrail, Hamas-Mısır ilişkilerinin 2000’lerin ilk dönemindeki gibi olmadığını söylemek mümkün. Ancak hala Gazze Hamas’ın kontrolünde ve geçtiğimiz yıl Doğu Kudüs üzerinden gerilim tırmandığında Kudüs’ün savunulması için Cenin, Nablus gibi şehirlerle Gazze’deki direnişi birleştirmek için iş birliklerini yadsımayan Hamas olmuştu. Dolayısıyla Tel Aviv’in Hamas’ı tamamen ehlileştirebildiğini düşünmek safdillik olabilir- üstelik İsrail “sakinliğe karşı sakinlik” formülünü kendisi delmişken. Hamas şu ana kadar ince bir çizgi üzerinde yürüdü. Şartlar, günün koşulları Filistin direnişinin olayların tırmandırmasını maliyetli hale getiriyor. Yeni bir Netanyahu dönemi ne kadar arzu edilebilir ki? Bu yüzden temkini elden bırakmasa da Hamas, İsrail’in eğer bir “böl ve yönet” taktiği varsa bunu da haklı çıkartmamak için FIC’ın protestolarını engellemekten imtina etti. Bu ince çizgi İsrail’in eylemleri ve sert söylemleriyle yayından çıkabilir elbette. Ama İsrail’in amacı bazı mesajları adresine postalamaksa, Tel Aviv şu ana kadar atmış olduğu adımlarla yetinebilir.
İran’a mesaj
Eğer mesaj söz konusuysa İsrail’in mesajlarından birini İran’a verdiği muhakkak. İran nükleer görüşmeleri ABD’de ara seçimler gelmiş olmasına rağmen tamamlanamadı. Tahran sabırsızlandıkça nükleer görüşmeler sona yaklaşabilir- en azından Washington’un umudu buydu. Ancak Tahran tüm güç gösterilerinden (Aramco’yu, Erbil’deki üssü vurmak gibi) sonra ucuza görüşmeleri kapatmak istemiyor. Ve artık nükleer görüşmeler sadece İran’ın nükleer silahlanma ihtimaliyle ilgili değil. İran’ın uzantıları üzerinden Ortadoğu’da elde ettiği etkinin nükleer pazarlık sonrası Batı sıcak parası ile buluşması ihtimali İsrail’in tüylerini diken diken ediyor. Bu konuda Biden İsrail’e Kudüs Deklarasyonu’nda bir şey sunmadı. Dolayısıyla İsrail, İran’a “destek ve uzantıların harekete geçmeden durduracağım” mesajını FIC üzerinden vermeye çalışıyor diyenlerin sayısı da hiç az değil. Tabi son dönemde İran’dan bölge ülkelerine, bölge ülkelerinden İran’a o kadar çok mesaj gidip geliyor ki Tahran bunca gönderi arasında İsrail’den postalananı öncelik sırasına koydu mu, ilerleyen günlerde göreceğiz.